Bilinçsiz tüketim, önemsememek, var olandan daha fazlasını talep etmek… Tüketiciyi kaybetmek istemeyen ve kendine bağlı tutmak için üretimi hiç durdurmayan firmalar, tükettiğinin kaynağını pek de sorgulamayan insanlar... Yeryüzü kaynaklarının sınırsız olmadığını şimdi de nesli tükenmekte olan bitkilerin gündeme gelmesiyle hatırlıyoruz.
Birleşmiş Milletler'e bağlı Gıda ve Tarım Örgütü tarafından yayımlanan bir raporda, 12 çeşit yabani bitki türü neslinin tükenme tehdidiyle karşı karşıya olduğu açıklandı.
Biz de raporda bahsi geçen 12 bitki ve diğer bitki türleriyle ilgili durumu, Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bilimi, Botanik Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Hatice Demiray’a sorduk. Demiray ile bitkilerin neslinin tükenmesine yol açan nedenlerden biri olarak görülen “bitki körlüğü” üzerine de konuştuk…
Bitki körlüğü nedir?
Bitkileri görememe ya da fark edememe… Bitki körlüğü terimi ilk olarak 1999 yılında ABD’li Botanikçiler Wandersee ve Schussler tarafından açıklandı. İnsanların çevredeki bitkileri fark etmemeleri ve onların önemini anlayamamasını ifade eden terimi Prof. Dr. Demiray şu sözlerle anlatıyor:
“Bu terim insanların çevrelerindeki bitkileri görememeleri ve bunun sonucunda da bitkilerin biyosferdeki ve insan ilişkilerindeki önemini kavrayamamasını belirtiyor."
Bitkiler tüm canlılar ve ekosistemin temelini oluşturuyor
Bitkiler yerkürenin yüzde 60’ını kaplıyor. Ancak tüm canlıların ve ekosistemin temelini oluşturan bitkilere karşı duyarsızlaşmış olmak, bitkilere değer vermeyi de zorlaştırıyor. Prof. Dr. Demiray bitkilerin önemini şu sözlerle anlatıyor:
“Bitkiler insanlara ve hayvanlara besin, ilaç, oksijen ve barınacak alan sağlıyor. 400 bin kadar karasal bitki türü olduğu tahmin ediliyor. Bununla birlikte, çevremizdeki bitkilere, bitki körlüğü de denilen, değer vermeme eğilimi bitki koruma girişimlerini geride bırakabiliyor.”
Nesli tükenmekte olan yabani bitkiler
Bitki türlerinin günümüzde karşı karşıya oldukları tehditler habitat kaybı, iklim değişikliği, istilacı böcekler ve hastalıklar olarak sıralanıyor.
Peki, hangi bitkiler nesli tükenme tehlikesi altında? Prof. Dr. Demiray bu soruyu şöyle yanıtlıyor:
“Dünya üzerinde çeşitli ekosistemlerin biyoçeşitliliği içinde var olan tıbbi ve aromatik bitkiler, global pazarların önemli gelir kaynağı. Dünyada günümüzde ticari olarak tüketilen ürünlerin bileşenleri yüzde 60 ila 90 gibi yüksek bir oranda yabani bitkilerden elde ediliyor.”
Günlük hayatta sıklıkla tüketilen bu ürünler de yaşamın bir parçası haline gelmiş durumda.
BM araştırmaları da, yabani bitki bileşenlerine olan talebin büyüyerek son 20 yılda yüzde 75’ten fazla değer kazandığını gösteriyor. Tıbbi ve aromatik bitkiler, doğal ortamlarından aşırı toplanması sebebiyle habitat kaybı riski ile karşı karşıya. Bu bitki türlerinin yüzde 21’i ise tehdit altında. Yüzde 9’unun da yok olma tehdidi ile karşı karşıya olduğu belirtiliyor.
Yabani bitkilerden elde edilen ürünlerin üretimine hız kesmeden devam eden şirketler, pazarın önemli bir bölümünü oluşturuyor. Yani böylesine büyük bir tehdidin varlığını göz ardı ediyorlar. Yapılan araştırmada en önemli 12 adet yabani bitki bileşeni öne çıkarılarak konunun önemi vurgulanıyor.
Her gün kullanılan ürünlerde bulunan yabani bileşikler
Yabani bitkiler, yediğimiz çikolatadan kullandığımız krem, parfüm veya saç bakım ürünlerine hatta ilaçlara kadar uzanan bir yelpazeyi oluşturuyor. İşte o bitkiler ve bazı kullanım alanları:
Shea yağı (Vitellaria paradoxa): Yenebilen bitkisel yağlardan en eskiden bilineni ve bin yıldır tüketiliyor. Afrika’nın shea ağacının fındık türü tohumlarından elde ediliyor. Kakao yağına eş değer sağlıklı yağlar açısından zengin bu bitki, dondurma ve fırında pişmiş gıdalarda kullanılıyor.
Brezilya kestanesi (Bertholletia excelsa): Amazon bölgesinde, Amazonlar'ın ekosistemi için önemli olan yabani, uzun ağaçlardan hasat ediliyor. Ancak yetiştiği orman yok olma tehdidi altında…
Akasya reçinesi (Arap zamkı, E414): Soda yapımında temel bileşen... Afrika’nın Sahel bölgesinde bulunan iki farklı Akasya ağacı türünün özünden elde ediliyor. Bu ağaçlar çölleşmeyi durdurmakta önemli bir rol oynayarak toplayıcılarına (özellikle küçük ölçekli çiftçilere) gelir sağlıyor. Fakat iklim değişikliği ile gittikçe artan bir tehdit altındalar.
Arap zamkı ve Brezilya kestanesi gibi yabani bileşenler dondurmalarda da kullanılabiliyor.
Meyan balı (Glycyrrhiza glabra, liquorice): Meyan bitkisinin köklerinden elde edilen bitkisel bir çay. Özbekistan ve Azerbaycan’ın kırsal bölgelerinden elde ediliyor.
Ardıç (Juniperus communis): Avrupa’da bulunan bu bitki, Asya ve Kuzey Amerika’da da görülüyor. Tıbbi ve hoş koku amaçlarıyla kullanılıyor.
Günlük (Frankincense, Boswellia sacra): Parfümlerin en bilinen bileşeni... Kuzey-Doğu Afrika’daki Boswellia türünün reçinesinden elde ediliyor. Miktarı ve toplama koşulları üzerindeki bilgiler ise oldukça eksik.
Argan yağı (Sideroxylon spinosum): Deri veya saç bakım ürünlerinin büyük bir çoğunluğu Fas’ta bulunan argan ağacının tohumlarından elde edilen argan yağı içeriyor.
Baobab yağı (Adansonia digitata): Cilt bakım ürünleri Afrika’nın Sahara bölgesinde bulunan ekmek ağacının tohumlarından elde edilen baobab yağı gibi bitki bileşeni içeriyor. Cilt bakım ürünlerinde shea yağı, argan yağı ve frankincense bulunuyor.
Candelilla mumu (Euphorbia antisyphilitica): Kozmetiğin olduğu gibi ayakkabı cilalarının ve sakızların da önemli bir bileşeni. Arı mumuna alternatif vegan bir ürün olarak satılıyor. Ekstresi Meksika Chihuahuan Çölü'nde bulunan bir çalıdan elde ediliyor.
Diyet ürünleri, bitkisel ve geleneksel ilaçlar da yabani bitki bileşenleri içeriyor.
Afrika kirazı (Prunus Africana): Hassas Afrika kiraz ağacının kabuğundan elde edilen Pygeum, erkeklerdeki prostat tedavisinde kullanılıyor.
Hint sümbülü (Nardostachys Jatamansi): Himalaya’ların yüksek irtifalarından toplanan kritik tehlikede olan otsu bir bitki. Aromaterapi ve kozmetikte kullanıldığı gibi epilepsi ve histeri gibi hastalıklarda da kullanılabiliyor.
Altınmühür (Hydrastis canadensis): ABD ve Kanada’da bulunuyor. Ağız, solunum ve sindirim sistemi hastalıklarında kullanılan hassas bir orman bitkisi.
“Tüketimi azaltmak yerine sürdürülebilir bir kültür hayata geçirilebilir”
Bitkilerle ilgili gelinen bu durum akıllara, ‘Tüketimi azaltmak mümkün mü?’ sorusunu getiriyor. Prof. Dr. Demiray’a göre, sürdürülebilir bir kültür geliştirmek, tüketimi sonlandırmaktan çok daha faydalı olabilir.
“Çevre ve halk sağlığı açısından önemleri bilindiğinden beri bu ürünlerin kullanımının azaltılması yerine sürdürülebilir bir kültürü hayata geçirmek çok daha faydalı olacaktır. Bitki doku kültürü gibi laboratuvarda kontrollü koşullarda üretilerek yok olma tehdidi altında olan bitkilerin yeniden rejenerasyonu mümkün.”
Grafik: Hafize Yurt