COVID-19 krizi, dünya ekonomisini ve özellikle de küresel insan faaliyetlerini yavaşlattı. Bu durum 2020'nin ilk yarısında, sera gazı emisyonlarındaki küresel büyümede de kesintiye yol açtı. Hatta 'Sera Gazı Salınımı 2021 yılı Raporuna' göre, 2020'de CO2 emisyonları 2019 yılına oranla yüzde 5,1 azaldı. Rapor Çin hariç tüm büyük sanayileşmiş ülkelerde karbon emisyonunun düştüğünü gösteriyordu.
Çin'in karbon emisyonu yüzde 234 arttı
Çin'in kişi başına düşen karbon emisyonu miktarı bir buçuk milyara yakın nüfusuna rağmen oldukça fazla. 1990'lı yılllarda bu rakam Çin için 1.97 tondu. Ancak 2020 yılında 8.2 tona yükseldi. Yıllar içerisinde yaklaşık yüzde 234'lük bir artış yaşandı. Böylece dünyayı en çok kirleten ülke Çin olarak kabul edilmeye başlandı.
2020 yılında Çin, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Hindistan, Rusya ve Japonya dünyanın en büyük CO2 yayıcıları olmaya devam etti. Bu ülkeler dünya nüfusunun yüzde 49,5'ini oluşturuyor. Toplam küresel fosil yakıt tüketiminin yüzde 65,2'si ve küresel CO2'nin yüzde 66,7'si bu ülkelerden kaynaklı. Ancak 5 ekonomi emisyonlarını azaltırken sadece Çin'de 2020'de yüzde 1,5 artış yaşandı.
Çin 2015 yılında Paris Anlaşmasını imzalayan diğer ülkelerle birlikte, küresel ısınmayı 1,5 derece üzerinde ve 2 derecenin altında tutmak için değişiklikler yapmayı kabul etmişti. Peki, bu hedefe ulaşmak için Çin'in mevcut eylemleri ne kadar yeterli? Çin'in iklim politikasının dünya için önemi ne? Çin'in emisyonlarında büyük düşüşler olmadan dünya iklim değişikliğine karşı mücadeleyi kazanamaz mı? Bu soruları Çin konusunda uzman Prof. Sedat Aybar'a yönelttik.
Geçmişten bugüne Çin'in iklim politikası
Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1949 yılından günümüze kadar geçen sürede yakaladığı büyüme oranları onu, 'çevreyi kirleten ülke' suçlamasının da muhatabı yaptı. 2009 yılının Aralık ayında Kopenhag’ta toplanan İklim Değişikliği Konferansı, 192 ülkeyi bir araya getirmişti. Ancak bu önemli girişim küresel ısınma ile mücadele konusunda bir metin çıkartamadı. Toplantının bu şekilde sonuçlanmasının ana sorumlusu olarak ise Çin gösterildi. Kömür tüketimini artıran Çin, küresel ısınma konusunda duyarlı olmamakla suçlandı. Profesör Sedat Aybar, Çin'in kömür tüketim ısrarının 'kömüre dayalı ekonomik büyüme' kaynaklı olduğunu söylüyor.
"Çin'in iklim değişikliğini ele alma konusundaki tutumu, bu yüzyıl boyunca önemli bir dönüşüm geçirdi. On yıldan biraz daha uzun bir süre önce Çin, hızla yükselen, kömüre dayalı ekonomik büyümesinin neden olduğu emisyonların azaltılmasına şiddetle karşı çıkıyordu. Bunun yerine zengin, gelişmiş ülkelerin öncülük etmesi gerektiğini savunuyordu."
Profesör Sedat Aybar o günden bugüne, özellikle çevre konusundaki duyarlılığı yüksek olan Xi Jinping’in iktidara gelmesiyle Çin'in iklim politikasının da değiştiğini söylüyor.
"Çin, çevreye dostane politikalar geliştirme konusunda adımlar atmaya çok önceden başlamıştı. Çin’in, 2009’da Danimarka’da takındığı tavır şüphesiz ekonomik büyüme merkezli kaygılardan kaynaklanıyordu. Bu yüzden, özellikle Batılı ülkeler Çin’in iklim değişikliği konusunda aldığı önlemlere şüpheyle yaklaşmasına yol açıyordu. Çin’de ise iklim değişikliği konusunda politikalar uygulaması dayatmasıyla Batı’nın kendisini baskı altında tuttuğu anlayışı yaygındı. Çin’deki bu anlayışa göre küresel ısınma ve iklim değişikliği gerekçesiyle, AB ve ABD’nin kendilerine karşı ekonomik rakip olarak yükselen Çin’in sanayileşme hamlelerini güçleştirecek, engelleyecek politikalar dayatılmaktaydı."
Bu tutum Glasgow'da devam eden BM İklim Konferansı'nda da sürüyor... Toplantılarda Çin’in İklim Özel Temsilcisi Şie Cınhua, ülkesinin "özel bir gelişme aşamasında" olduğu gerekçesiyle karbon emisyonunu savundu. Hatta karbon emisyonlarını azaltma konusunda Çin’in değil ABD ve diğer gelişmiş ülkelerin daha hızlı hareket etmesi gerektiğini ileri sürdü. ABD'nin eleştiri oklarının hedefindeyse Çin ve Rusya vardı. Eski ABD Başkanı Obama konuşmasında "Dünyanın en fazla sera gazı emisyonu yayan ülkelerin ikisi olan Çin ve Rusya'nın liderlerinin görüşmelere katılmayı bile reddettiğini görmek cesaret kırıcıydı" sözlerine yer verdi. Yani yıllardır olduğu gibi halihazırda devam eden İklim Konferansında da tutum değişmedi: Çin ABD'yi, ABD ise Çin'i suçladı.
"Paris Konferansında iklim değişikliği konusunda ciddi bir dönüşüm yaşamış Çin’i buluruz karşımızda. Küresel ısınma ile mücadelenin ne kadar kritik olduğunun farkına varmış, bu alanda lider olma iddiasında olan bir Çin’dir bu. Devlet Başkanı Xi’nin çevre duyarlılığı bu süreçte en önemli faktör olmuştur. Xi'nin 2012'de Çin'in lideri olması, Çin'in Paris Anlaşmasını onaylamasının önünü açtı. Çin, dünyanın fabrikası olmaktan, iç talep çekişli bir ekonomik kalkınma modeline doğru yola alırken küresel iklim değişikliği ile mücadelenin ne kadar önem arz ettiğinin de farkına vardı."
Çin Paris İklim Anlaşmasında verdiği söze ulaşabilir mi?
ABD 2006 yılına kadar dünyanın en büyük emisyon üreticisiydi. Çin 2009 sonrası, yenilenebilir enerji alanında yaptığı yaklaşık 35 milyar dolarlık yatırımla yeşil enerjiye dünyada bu denli yatırım yapan tek ülke oldu. Ancak kurduğu 600 MWlık 500 kömür santrali, dünyaya saldığı karbon miktarı, Çin’i küresel emisyonun yaklaşık yüzde 40'ından sorumlu hale getirdi. 2015 yılındaysa Paris Anlaşmasını imzalayan Çin, küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyelerin 1.5 derece üzerinde ve 2 derecenin altında tutmak için değişiklikler yapmayı kabul etmişti. Peki Çin, Paris İklim Anlaşmasında verdiği söze ulaşabilir mi, bu hedefe ulaşmak Çin'in mevcut eylemleri yeterli mi?
"Çin’in 2015 sonrası için koyduğu hedeflere ulaşması yenilenebilir enerji gibi enerji alanında gerçekleşen büyük yatırımlarla mümkün olabilir. Buna koşut gelişkin teknolojilere yatırım yapması, Çin’i iklim değişikliği politikalarının küresel ölçekte şekillendiren bir ülke konumuna da yükseltecektir. Çin bir yerde Paris Anlaşmasında yaptığı iklim değişikliği ile mücadele angajmanıyla Batı ile yarışır hale gelmiş, pek çok alanda üste çıkmıştır. Ancak, Çin’in almış olduğu inisiyatiflere, yaptığı yatırımlara, çevreye dostane bakış açısına rağmen, Paris İklim Anlaşmasında verdiği söze ulaşmasının güçlüğü zaman içinde ortaya çıkmıştır."
Çin henüz yol haritasını açıklamadı
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, geçtiğimiz yıl içinde iklim değişikliğiyle mücadele için üç önemli taahhütte bulundu. CO2 emisyonlarının 2030'dan önce zirve yapması, 2060'tan önce ise karbon salınımında sıfıra ulaşmak. Yurt dışında yeni kömür temelli enerji projelerinin inşa edilmeyecek olması ve uluslararası gözlem ve hedeflere bağlılık...Çin bu hedeflere nasıl ulaşmayı planlıyor? Sedat Aybar Çin'in bu konuda henüz açıklanmış bir yol haritası olmadığını anlattı:
"Karbon salınımının sıfırlanmasına yönelik alınan kararlar ilk başta Çin Komünist Parti’sinin değişik birimlerinde ele alınıp, neler yapılacağı ile ilgili olarak tartışılacak ve merkezi yapıya aktarılacak. Daha sonra Merkez Komitesi bu kararları politika haline çevirecek ve uzun vadeli yol haritası hazırlayacak. Burada karşılaşılan birkaç engel var. İlki, bu politikaların beş yıllık kalkınma planları etrafında oluşturulması ve uygulamaya değişik zaman dilimleri içinde geçirilmesi. 2060 yılına kadarlık süreyi kapsayacak planların parti kadroları tarafından planlanması biraz zor bir süreç. Şayet Çin bu hedeflere bağlı olarak hareket etmek isterse, bu durumda siyasi düzeyde ve parti içinde ciddi reform çalışmalarını başlatmak zorunda. Böylesi bir sürecin son derece çetrefilli olacağı şimdiden kestirilebilir."
Çin'in iklim politikasının dünya için önemi
Küresel karbon salınımında yüzde 32,48 ile Çin diğer ülkeleri geride bırakarak tek başına ciddi bir artışa yol açıyor. Peki ülkelerin aldığı kararlar ve inisiyatifler Çin'in emisyonlarında büyük düşüşler olmadan bir anlam ifade etmiyor mu? Dünyanın geleceği Çin'e mi bağlı? Sedat Aybar özellikle COVID-19'un ardından Çin'in anahtar ülke konumuna yükseldiğini söylüyor. Küresel ısınma ve küresel finansal krizde Çin’in tavrının önemini anlatıyor:
"Çin yönetimi henüz iklim değişikliği ile mücadele konusunda ne tür yeni ve etkin önlemler alacağına dair bir mesaj vermedi. Çin ile ilgili olarak en önemli kazanım, Çin’in iklim değişikliği konusunda duyarlılık kazanması. Bunu uluslararası diplomasi alanına etkin bir stratejik uygulama alanı olarak sokması. Çin’in karbon emisyonunu sıfır noktasına çekebilmesi için rüzgar, güneş ve su kaynaklı enerjiyi devreye sokması ve fosil kaynaklı enerji üretiminden vaz geçmesi gerekir. Bugün Çin’in %85 enerjisi fosil kaynaklı enerjidir. Çin, 2030'a kadar zirve noktasına ulaşacak karbon salınımını, 2060'a kadar "sıfıra" indirme hedefini belirlemesine rağmen, ekonomik büyümeyi güvence altına almak için onlarca yeni termik santral açtı. Covid 19’la mücadele bu hedeflere sekte vurdu. Salgının sebep olduğu iktisadi daralmayla mücadele bir yerde kömür ve fosil kullanan endüstrilerin desteklenmesine neden oldu. Bu da iklim değişikliği ile mücadele politikalarını olumsuz etkiledi."