Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Denizcilik İşletmeleri Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Sarı, dünya su ürünleri üretimi içinde avcılık yoluyla sağlanan üretimin giderek azaldığını, bu durumun nedenlerinin başında aşırı avcılık, kirlilik, baskın türlerin diğer türler üzerindeki etkisi, küresel ısınma nedeniyle istilacı türlerin artması ve bunun doğal sonucu olarak biyoçeşitlilikte yaşanan değişim ile denetim ve kontrollerde istenen başarının sağlanamaması gibi faktörlerin geldiğini söyledi.
Avcılık ve üretim dahil olmak üzere su ürünleri üretim miktarının 800 bin tonun üzerinde olduğunu aktaran Sarı, "Bu 800 bin tonun 300 bin tonunu biz denizlerden avlıyoruz. Geriye kalan miktar 500 küsur bin ton. Bunu da yetiştiricilik yoluyla elde ediyoruz. Halbuki 2000 yılına gittiğimiz zaman avcılık 600 bin ton, yetiştiricilik 60 bin ton civarında. Yani avcılık 24 yıl içerisinde yarı yarıya azalmış. 600 bin tonlardan 300 bin tona gerilemişiz. 300 bin ton balığımız kayıp. Yetiştiricilikte ise çok iyi bir ivme yakalamışız ve bu ivmeye paralel olarak da neredeyse avladığımızın 2 katına yakın bir balık yetiştiriyoruz." dedi.
Su ürünleri yetiştiriciliğindeki artışın tamamen olumlu olarak algılanmaması gerektiğini ifade eden Sarı, 1 kilogram çipura, levrek veya alabalık yetiştirmek için denizden 2,5 ila 6 kilogram balık avlandığını, bu nedenle denizlerdeki balık stoku biterse yetiştiricilik imkanının da kalmayacağını belirtti.
Yıllar içinde avlanan balık miktarındaki azalışın balıkçılık yönetimindeki sıkıntıları ortaya koyduğu görüşünü paylaşan Sarı, şöyle devam etti:
"Şu anda Avrupa'da su ürünleri yetiştiriciliğinde Türkiye birinci sırada yer alıyor. Belçika'ya gider orada bir çipura sipariş ederseniz o çipura yüzde 80 bizim Güney Ege'de yetiştirilmiştir. O kadar iddialıyız. Bu iyi bir şey, evet ama sürdürülebilirliği için denizlerdeki balık stoklarımızı korumamız lazım. İstatistikler bize çok şey söylüyor aslında. Yani 1980'li yıllardan itibaren 600 bin tonlara kadar çıkmıştı avcılığımız sonra azaldı, önce 400-500 bin tonlara geriledi. Şu anda 300 bin tonlarda. 2022 istatistikleri üzerinden konuşuyoruz. Resmi veri şu anda bu, 126 bin tonu hamsi, 50 bin tonu palamut, 16 bin tonu sardalya, 15 bin tonu istavrit, 11 bin tonu çaça, 8 bin tonu mezgit ve 4 bin tondan biraz fazlası karides. Yine 8 bin ton civarında da salyangoz avlamışız. Kaç tane türden bahsettik? 7 tane türden bahsediyoruz. Hadi 3 tane daha ekleyelim, 10 tane tür var."
Türkiye'de balıkçılığın hamsi, istavrit ve sardalya gibi küçük pelajik türler üzerinde yoğunlaştığından ve fakirleşerek kendini döndürmekte güçlük çektiğinden bahseden Sarı, toplam avcılık içerisinde en yüksek payın yüzde 70'le Karadeniz'e ait olduğu, Marmara'nın payının yüzde 7 ile yüzde 13 arasında değiştiği, Ege Denizi'nin yüzde 12 ila 13, Akdeniz'in ise yüzde 7 ila 10'luk paya sahip olduğu bilgisini paylaştı.
Marmara'da 2000'li yılların başında avlanan balık miktarının 80 bin tonlara kadar çıktığını fakat şu anda bu miktarın 24 bin tona düştüğünü dile getiren Sarı, "300 bin ton avcılığın içinde Marmara'da en fazla 30 bin ton balık avlanıyor. Marmara bir biyolojik koridor. Bu koridorun kapıları olan boğazlarda avcılık kesinlikle durdurulmalı. 13 bin ton hamsi, sardalya, istavrit, lüfer, palamut, mezgit ve çok az, 3 bin 500 ton civarında karides avlamışız. Başka da dişe dokunur bir şey yok ama TÜİK verilerine bakarsanız Marmara'da 56 farklı tür balık avladığımız gözüküyor. 56 tür avlamışız da bunun kaç adedi ne kadarlık bir oranı temsil ediyor? 7 tane tür 21 bin ton ediyor. Yani Marmara'da avladığımız 24 bin ton balığın 21 bin tonu 7 türden geliyor. Tüketmişiz." değerlendirmesinde bulundu.
Tek bir balık türünü korumayı esas alan tek tür esaslı balıkçılık yönetimi; sofralara gelen hamsi, istavrit, palamut gibi ticari türlerin korunmasını esas alan çoklu tür yönetimi; sadece ekosistemin sağlığını korumayı ön planda tutan ekoloji esaslı balıkçılık yönetimi ve hem ekosistemi hem balıkçıyı hem de insanı birlikte koruyan bir yaklaşımı olan ekosistem esaslı balıkçılık yönetimi olmak üzere, Türkiye'de 4 farklı balıkçılık yönetim sistemi olduğunu anlatan Sarı, balıkçılığın Türkiye'de çoklu tür yönetim sistemiyle yapıldığını fakat kademeli olarak ekosistem esaslı balıkçılık yönetimine geçiş yapılması gerektiğini dile getirdi.
Sarı, şunları söyledi:
"Ekosistem esaslı balıkçılık yönetimine geçmezsek avcılık rakamlarımız azalmaya devam edecek ve tezgahlarda daha önce hiç yemediğimiz, hiç kıymet vermediğimiz türler göreceğiz. Önümüzdeki yıllarda hamsi, palamut, istavrit, lüfer gibi alıştığımız türlerdeki azalmayı telafi etmek için çaça gibi türleri soframızda görmeye başlayacağız ve daha çok sübvansiyonları yetiştiricilik sektörüne doğru yönlendirmek zorunda kalacağız ancak bu sürdürülemez bir şey.
Son 30 yıl içerisinde dünya devletlerinin yüzde 80'inden fazlası ekosistem esaslı balıkçılık yönetimine geçiş yaptı. Denizlerde, okyanuslarda, sınırlar yok. Sınırlar bizim kafamızda, haritaların üzerinde. Balık için, ekosistem için sınır yok. Peru'daki hamsinin tükenmesi oradaki unun azalması, balık ununun azalması benim buradaki yetiştirdiğim çipurayı etkileyecek. Ben burada daha çok çipura yetiştiriyorsam denizden daha çok balık avlamak zorundayım. O zaman yapmamız gereken şey aslında çok basit. Yetiştiricilik sektörümüzü desteklemeye devam edelim ama bir sınırda tutmak zorundayız. Artık denizlerimiz bunu kaldırmıyor. Avladığımız balıkların miktarını şimdilik azaltmak ve bir düzenleme yapmak zorundayız."
Ekosistem esaslı balıkçılık yönetimiyle balık stoklarının, canlıların üreme kabiliyetlerinin ve kapasitelerini korunabileceğini vurgulayan Sarı, bu sistemle deniz ekosisteminin ve balıkçıların gelirlerinin de korunarak hamsi, istavrit gibi soflarda görmeye alışık olunan ticari türlerin devamlılığının sağlanabileceğini aktardı.
Sarı, ekosistem esaslı balıkçılık yönetimiyle birlikte yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:
"Kirliliği ve habitat tahribini azaltacağız. Yani canlıların yaşadığı ortamlardaki kıyı tahriplerini, diplerin kazınmasını azaltacağız. Sonra koruma alanları oluşturacağız. Balıkların, canlıların rahatça üreyeceği, oradan bütün denize yayılacakları uygun koruma alanları oluşturacağız. Avcılık düzenlemelerini, balıkçılık düzenlemelerini sadece soframıza gelen türlerle sınırlı tutmayacağız. Eğer ben hamsi avlarken aynı zamanda vatozları da avlıyorsam bunun önüne geçmem lazım. Sonra balıkçıyı bu yönetim sisteminin bir parçası haline getireceğim. Karar alma süreçlerine etkin şekilde onların katılımını dikkate alacağım. İklim değişirken 1930'larda 1940'larda başlattığımız bir uygulamayı halen sürdürmekte ısrar etmeyeceğim. İklimin değişmesine bağlı olarak hızlı bir şekilde kararlarımı güçlü olarak alacak ve deniz kültürünü bir bütün halinde geliştireceğim."