13 Ekim Uluslararası Afet Riskini Azaltma Günü dolayısıyla iklim değişikliğinin hava olayları ve yağışlar üzerindeki etkileri hakkında değerlendirmelerde bulunan Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş, dünyada afet kavramının ve sınıflandırmasının değiştiğini söyledi.
Türkeş, şöyle devam etti:
"Artık çok net bir şekilde klimatolojik veya hidrometeorolojik afetler iklim değişikliği bağlantılı olarak diğer afetlerin önüne geçti. İklim değişikliğiyle dünyanın bir ya da birden fazla bölgesinde bir yandan kuraklık, diğer yandan aşırı yağışlar, seller, taşkınlar oluştu. Yağışlar, belirli bir bölgede çok daha şiddetli, kısa sürede; iri, kuvvetli dolu şeklinde düşmeye başladı. Belli bölgelerde şiddetli yağışların sıklığı, buna bağlı olarak da etkileri çok daha kuvvetli olmaya başladı."
Kuraklığın etki alanının genişlemesi
İklim değişikliğinin bu hızla devam etmesi durumunda özellikle yağışlı mevsimlerde kuraklık yaşanabileceğini belirten Türkeş, şu görüşleri dile getirdi:
"Günümüze oranla yüzyılın sonunda, kabaca Türkiye'nin Karadeniz kıyı kuşağı ve kuzeydoğu Anadolu'nun dışında kalan büyük bir bölümünün çok daha kurak olacağını biliyoruz. Bir yandan kuraklıkları, bir yandan da aşırı şiddetli yağışları yaşayacağız. Buna hazırlıklı olmazsak etkisi çok daha kuvvetli olacak. Sellerin ve afetlerin önüne geçebilmek için kesinlikle kentleri yeniden tasarlamamız gerekiyor."
Hortum olayının yaygınlaşması
Türkiye'de hortum olayının 30 yıl önce rastgele yaşandığına ancak son 10 yılda neredeyse hortum oluşmayan bir yöre kalmadığına dikkati çeken Türkeş, şunları aktardı:
"Türkiye'nin bir hortum klimatolojisi oluşmaya başladı. Bu da daha sıcak, buharlaşmanın daha fazla olduğu bir dünyada hidrolik döngünün kuvvetlenmesi nedeniyle yaşanıyor. Hortum kışın da oluşabiliyor ama özellikle havanın ve yüzeyin sıcak olduğu kararsızlığa daha elverişli hava koşullarında, ilkbahar sonu, yaz başı, sonbahar başında sıklıklarının daha fazla olduğunu görüyoruz."
Dolu yağışlarının şiddetindeki artış
Daha sık ve daha etkili görülmeye başlanan bir diğer meteorolojik olayın da dolu yağışı olduğundan bahseden Türkeş, dolunun, cephesel kararsızlık nedeniyle oluşan kümülonimbus bulutlarının ürettiği bir yağış biçimi olduğu bilgisini paylaşarak, şu değerlendirmelerde bulundu:
"İklim değişikliği nedeniyle ısınan hava kütlelerinin doyması için daha fazla su buharına ihtiyacı var. Su buharı tutma kapasitesi artıyor ve bu, hidrolojik döngüyü kuvvetlendiriyor. Daha fazla nem içeren bulutun şiddetli hava üretme potansiyeli yani enerjisi artıyor. Bütün bunların yanında yerel koşulların da desteğiyle çok daha şiddetli yağışlar, kuvvetli sağanaklar, gök gürültülü sağanak fırtınaları ve dolu fırtınaları oluşabiliyor."
Şiddetli yağışların heyelan oluşumunu tetiklemesi
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümü Havza Yönetimi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yusuf Serengil de iklim değişikliğiyle birlikte şiddeti artan yağışların heyelan oluşumları üzerindeki rolüne değindi.
İklim değişikliğinin birçok yerde yağış anomalilerini, şiddetli yağışların frekansını artırdığını anlatan Serengil, şu görüşleri paylaştı:
"Bu yüzden heyelan oluşumunda tetikleyici mekanizmayı güçlendirmiş oluyor. Bir yerde şiddetli yağış varsa orada illa heyelan olması şart değil. Sel, taşkın da olabilir veya hiçbir şey olmayabilir. Ana kaya, toprak yapısı volkanikse, ayrışması kolaysa, eğim yüksekse ve insan etkisi fazlaysa bu noktalarda heyelan bekleyebiliriz. Nüfus artışı ve yerleşimlerin doğal alanlara doğru genişlemesi, ulaşımın yaygınlaşması önemli, bu daha çok risk demek. Bu nedenle heyelandan ölen insan sayısı zamanla artıyor."
Dağlarda eriyen buzullar
Dağlık kesimlerde buzulların eridiğini ve bunun yüz binlerce yıl stabil olan toprağı çözmeye başladığını anlatan Serengil, bu tip bölgelerde daha yaygın ve sık biçimde kütlesel toprak hareketleri görülebileceğini vurguladı.
Buzulların erimesiyle yağışların artması arasında bağlantı bulunduğuna işaret eden Serengil, bu bağlantıyı şöyle anlattı:
"Buzulların erimesiyle hidrolojik döngüye giren fazladan suyun atmosferde artan enerji sayesinde daha çok buharlaşmasını ve dolayısıyla hidrolojik döngünün bir bakıma ivmelenmesini bekliyoruz. Sıcaklıktaki 1 derecelik artış havanın su buharı tutma kapasitesini yüzde 7 artırıyor. Isınma arttıkça atmosferde daha fazla su buharı, daha fazla nem ve bulut göreceğiz, bu daha fazla yağış demek. Kısacası, yağışların dünyanın birçok yerinde artacağını öngörüyoruz."
Şiddetli yağışların birçok yörede tehlike oluşturduğu uyarısında bulunan Serengil, doğru arazi kullanımı, erken uyarı sistemi, bilinçli bir toplum gibi hazırlıklar sayesinde heyelan ve benzeri atmosferik risklere karşı yöresel direncin artırılabileceğini kaydetti.
Günlerce süren orman yangınları
Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Gıda Tarım ve Hayvancılık Meslek Yüksekokulu Öğretim Üyesi ve Türkiye Ormancılar Derneği Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ali Kavgacı, iklim değişikliği ile orman yangınlarındaki artış arasındaki bağlantıyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.
İklim değişikliğinin hava olaylarında anomaliler olarak kendisini gösterdiğini ifade eden Kavgacı, şunları söyledi:
"Karadan denize doğru esen rüzgarların hava, bitki örtüsü ve ölü organik maddeden oluşan yanıcı yük üzerindeki kurutucu etkisi biliniyor. Önceden Akdeniz'de aşırı kurumaya sebep olan bu hava olayları 2-3 gün devam ederken, şimdi gün sayısı ve hızı arttı. Böylece yanıcı madde olan bitki örtüsü daha kuru, yanıcı hale geliyor. Orman yangınları açısından iklim değişikliğinin yarattığı en temel etkinin bu olduğunu söylemek mümkündür, burada dolaylı etkiden bahsediyoruz. İklim değişikliği tutuşma için gerekli olan koşulların daha uygun bir hale gelmesini sağlıyor. Kurutucu rüzgarların uzun günler hızlı bir şekilde esmesi ise olası tutuşmanın hızlıca büyümesine ve kontrol altına alınması noktasında güçlüklerin çıkmasına neden oluyor. Yani iklim değişikliğinin tutuşma ve tutuşma sonrası yayılma açısından gerekli koşullar üzerinde teşvik edici etkisi bulunmakta."
"İnsan için en önemli çevre faktörü eğitimdir"
Özellikle büyük yangınlarda, önleme, söndürme ve yangın sonrası restorasyonun tamamını kapsayan yangınla mücadele organizasyonunun bu yeni koşullar dikkate alınarak gerçekleştirilmesi gerektiğinin altını çizen Kavgacı, "Öncelikle doğa ve çevre farkındalığının bir şekilde toplumun genetik ve çevre faktörlerin toplam etkisi olan fenotipik kodlarına yerleştirilmesi gerekiyor. Bu kapsamda insan için en önemli çevre faktörü eğitimdir. Bizim aileden ve okul öncesi eğitimle birlikte başlayan bir süreçle bunu kodlarımıza işlememiz gerekiyor. Çünkü çıkan orman yangınlarının yüzde 90’ı insan kaynaklı." diyerek sözlerini tamamladı.