Açık 12.3ºC Ankara
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Düzce
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kahramanmaraş
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kilis
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Şanlıurfa
  • Şırnak
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak
Dünya
09.01.2020 11:15

2020'de öne çıkan çatışma ve potansiyel risk bölgeleri

Dünya 2020 yılına girerken yeryüzünün çeşitli bölgelerinde, çeşitli güç unsurları arasında, sonuçları bölgesel ve küresel olabilecek çatışmalar yaşanmaya devam ediyor. Dünyanın çeşitli bölgelerindeki sıcak çatışmaların bu yıl da sürmesi öngörülüyor.

2020'de öne çıkan çatışma ve potansiyel risk bölgeleri
[Fotoğraf: Reuters]

Yeni yılda Keşmir'den Yemen'e, Afganistan'dan Libya'ya dünyanın çeşitli coğrafyalarında öne çıkan çatışma alanlarının, gündemde kalması bekleniyor.

İran

Washington'un nükleer anlaşmadan çekilmesinin ardından artan ABD ile İran arasındaki gerilim, İranlı general Kasım Süleymani'nin Bağdat'ta ABD saldırısında öldürülmesinin ardından zirveye çıktı.

Trump yönetiminin İran ile varılan nükleer anlaşmadan çekilerek Tahran yönetimine karşı tek taraflı yaptırımlar uygulama kararı, İran ekonomisine büyük darbe vursa da Washington'un aradığı diplomatik teslimiyeti veya rejimin çöküşünü getirmedi. Bunun aksine İran, ABD'nin tek taraflı yaptırımlarına karşılık, nükleer anlaşmadaki taahhütlerini durdurdu.

ABD'nin İran'ın en "önemli gelir kaynağı" petrol satışını engelleme girişimlerine karşı Tahran yönetimi, Hürmüz Boğazı kartını masaya koyarak karşılık verdi. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin "İran petrolünün ihraç edilmemesi, bölge ülkelerinin de petrol satamayacakları anlamına gelir." açıklaması, İran'ın boğazı kapatacağı endişelerini beraberinde getirdi.

Önce mayıs ve haziran aylarında bölgedeki petrol tankerlerine yönelik saldırılar ve bunların ardından Suudi Arabistan Milli Petrol Şirketi Saudi Aramco'ya ait iki tesise 14 Eylül'de düzenlenen saldırı, İran ile ABD arasındaki gerilimin bölgeye nasıl yansıdığını gösteren önemli olaylar oldu.

Yüksek savaş riski ve maliyetleri, İran'ın körfezdeki diğer rakiplerini gerilimi düşürme arayışlarına itti. Bu kapsamda BAE, Tahran ile iletişim hatlarını açarken Riyad yönetimi, Yemen'deki Husilerle diyalog kurdu.

Bu olayların ardından bölgede "seyrüsefer güvenliğini sağlamak için" uluslararası koalisyon kurma girişiminde bulunan ABD hükümetine, İngiltere haricinde Avrupa ülkeleri olumsuz yanıt verdi.

AB ve Japonya, ayrı şekilde bölgeye donanma gücü göndereceğini duyurdu.

Basra Körfezi ve çevresindeki güvenliğin bölge ülkeleriyle sağlanması gerektiğini belirten Tahran yönetimi, bu kapsamda Basra Körfezi'nin güvenliği konusunda bölge ülkelerinin iş birliğini öngören "Hürmüz Barış Girişimi" adını verdiği plana, Körfez'deki ülkelerin katılmasını istedi. Körfez ülkeleri arasında sadece Katar ve Umman, İran'ın planına ilgi gösterdi.

Kasım Süleymani'nin öldürülmesinin intikamının kesinlikle alınacağına ilişkin, İran'dan gelen açıklamalar, İran'ın Körfez bölgesindeki ABD güçlerini ve çıkarlarını hedef alarak doğrudan çatışma ihtimalini de beraberinde getiriyor.

ABD'nin bölgede bulundurduğu askeri varlığına bakıldığında muhtemel bir çatışma halinde Basra Körfezi, İran ve ABD arasındaki çatışmanın en önemli cephesi olabilir.

İran lideri Ayetullah Ali Hamaney'in ardından İran'ın en önemli ve etkili isimlerinden biri olan Süleymani'nin öldürülmesinin ardından Tahran ile Washington arasındaki müzakere ihtimali ortadan kalkarken, ABD'nin İran petrol ihracatını sıfırlamaya dönük girişimleri Körfez'de daha sert yanıtları beraberinde getirebilir.

Öte yandan, artan savaş riskine rağmen Körfez ülkeleriyle İran veya Washington arasındaki gerilimin azaltılması yönünde diplomatik çabaların da sonuç verebileceğinin gözden kaçırılmaması gerekiyor.

Libya

Muammer Kaddafi'nin devrildiği 2011'den bu yana yerel, bölgesel ve uluslararası unsurlar arasında rekabetin devam ettiği Libya'da, iç savaş şiddetini her geçen yıl arttırıyor.

Ülkede 2014 seçimlerinden sonra iki paralel yönetimin ortaya çıkması, demokratik tecrübeden ve köklü devlet kurumlarından yoksun Libya'yı kamplaştırdı.

Libya, uluslararası toplumdan gelen baskı sonucunda tarafların 2015 yılında Fas'ın Suheyrat kentinde imzaladıkları siyasi anlaşma, güç paylaşımı yaptı. Anlaşma sonunda, Birleşmiş Milletler (BM), NATO ve Avrupa Birliği (AB) olmak üzere uluslararası alanda tanınan Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH), çatışmalar nedeniyle Trablus'a ancak gemiyle ulaşabildi.

Bingazi'deki Libya Ulusal Ordusu isimli silahlı grubun lideri Halife Hafter ve diğer müttefikleri, çatışmalarla Libya içinde kontrol ettiği toprak parçasını her geçen gün genişleterek Suheyrat Anlaşması'nın öngördüğü güç paylaşımını hiçe saydı.

Nisan 2019'da Halife Hafter güçlerinin başkent Trablus'a yönelik operasyon başlatması ve şehri kuşatma girişimine karşı UMH'nin de karşı saldırı başlatması, ülkedeki çatışmaları yeniden alevlendirdi.

Ülke, pek çok uluslararası ve bölgesel aktörün dahil olduğu bir iç savaşın ortasında bulunuyor.

Libya, hem deniz yetki alanlarının sınırlandırılması hem de askeri, güvenlik iş birliği mutabakat zaptlarının imzalanması sonrası Türkiye'nin gündemine üst sıralardan girdi.

Türkiye, Libya'nın uluslararası yasal meşru temsilcisi Ulusal Mutabakat Hükümeti'ni resmi muhatap kabul ediyor.

Ülkenin doğusundaki darbeci milis lideri Hafter ise Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır, Fransa ve Rusya tarafından destekleniyor. Bu ülkeler, Hafter'e askeri ve lojistik destek sağlıyor. Hafter'in ordusunda, Sudan ve Çad'dan gelen milislerin yanı sıra Rusya'dan gelen paralı askerler de bulunuyor.

BM ve Almanya'nın bu yıl başında toplanmasını umduğu barış konferansının gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise belirsizliğini koruyor.

Uzmanlar, bölgesel ve uluslararası güçlerin Libya'daki rakip gruplara desteğinin, savaşın daha da kötüleşmesine yol açma riski taşıdığını belirtiyor.

Suriye

Orta Doğu, "Arap Baharı" olarak adlandırılan olaylarla çalkalanmaya devam ederken 15 Mart 2011'de Dera ilinde bir grup öğrencinin okul duvarına, Beşşar Esed'e atfen "Ey doktor! Şimdi sıra sende" yazmasıyla, halk ayaklanmasının fitili ateşlenen Suriye'de iç savaş, 10. yılına girmek üzere.

Bu sürede yüz binlerce insan öldü, yaklaşık 6 milyon kişi yerinden edildi. Ülkede çeşitli bölgeler, farklı güç odaklarının hakimiyetinde bulunuyor.

BM verilerine göre 5,6 milyondan fazla Suriyeli, savaş sebebiyle ülkeyi terk etti. Bunların 3,7 milyona yakını Türkiye'de barınıyor.

Beşşar Esed rejimi, müttefikleri Rusya ve İran'ın desteğiyle özellikle 2016'dan bu yana muhalif grupların kontrol ettiği toprakları geri almaya başladı ve ülkenin önemli bir bölümünde kontrol sağladı. Terör örgütü YPG/PKK, ülke topraklarının yüzde 25-30'una karşılık gelen bir alanı işgal etmeye devam ediyor.

Türkiye, Suriye'nin kuzeyinde ülkeyi bölecek ve istikrarsızlaştıracak bir terör kuşağı oluşumuna, başından bu yana karşı çıkıyor.

Buna engel olmak için 2016'da Fırat Kalkanı, 2018'de Zeytin Dalı ve 2019'da Barış Pınarı Harekatı'nı düzenleyen Türkiye, Suriye'nin kuzeyinde terör örgütü DEAŞ varlığına son verirken, YPG/PKK'nın terör koridoru kurmasını engelledi.

BM yetkililerinin, kimyasal silah kullanma, halkı açlığa sürükleme, tehcir, abluka, keyfi tutuklama ve işkence gibi savaş suçlarının işlendiğine dikkati çektiği iç savaş sürerken ülkede hakim şiddet ve vekalet çatışmalarının, yeni terörist yapılanmaların ortaya çıkmasına yol açabileceği belirtiliyor.

Rusya'nın havadan desteğiyle Esed rejimi ordusu ve İran komutasındaki terörist grupların İdlib'i ele geçirmek için düzenlediği saldırıların 2020'de devam edeceği tahmin ediliyor.

İsrail ve Filistin

Filistin toprakları üzerinde İsrail'in kurulmasıyla başlayan sorun, bugün bölgedeki istikrarsızlığın en büyük sebeplerinden biri olarak gösteriliyor.

İsrail, 1967'den bu yana işgal altında tuttuğu Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki Filistin topraklarında yasa dışı Yahudi yerleşim birimleri inşa etmeye devam ediyor. Bu zaman zarfında iktidara gelen hükümetler, yasa dışı Yahudi yerleşim birimlerini Filistin topraklarını Yahudileştirme aracı olarak kullanma politikasını aralıksız sürdürdü.

ABD'de başkanlık koltuğuna oturan Donald Trump'ın İsrail lehine aldığı kararlar nedeniyle sorun daha da derinleşti.

Trump yönetimi son birkaç yılda aldığı kararlarla İsrail'in yanında net bir tutum sergiledi. Kudüs'ün tamamının ABD tarafından "İsrail'in başkenti" olarak tanınması ve ABD'nin Tel Aviv'deki elçiliğinin Kudüs'e taşınması, son olarak Washington yönetiminin Batı Şeria'daki Yahudi yerleşim birimlerinin yasa dışı olarak görülmeyeceğini açıklaması, İsrail ile Filistin arasındaki iki devletli çözüm olasılığını da neredeyse ortadan kaldırdı.

Filistin yönetimi, bölgedeki kalıcı barışın yolunun, 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulmasından geçtiğini belirtiyor.

Trump yönetimi Kudüs'ün tamamını "İsrail'in başkenti" olarak tanıyarak başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulması talebini görmezden geldi.

Ayrıca Beyaz Saray'ın Batı Şeria'daki Yahudi yerleşim birimlerini artık yasa dışı görmeme kararı, Tel Aviv yönetimini, buraları "İsrail'e ilhak" etme konusunda iştahlandırdı.

Trump yönetiminin bu kararın ardından Tel Aviv, Batı Şeria'da sayıları 250'yi geçen ve 400 binden dazla Yahudi yerleşimcinin yaşadığı yasa dışı Yahudi yerleşim birimlerini "İsrail'e ilhak" etme planını ciddi şekilde dillendirmeye başladı.

ABD'nin, Kudüs'ün tamamının "İsrail'in başkenti" olarak tanıması ve Batı Şeria'daki Yahudi yerleşim birimlerini artık yasa dışı görmeme kararı, Filistin'in kalıcı barış için koyduğu şartları yok sayıyor.

Keşmir

Hindistan ile Pakistan arasındaki ilişkiler, geçen yıl şubat ayında Hindistan sınırları içerisindeki Pulwama'da çok sayıda Hint askerinin ölmesine yol açan terör saldırısı sonrası gerildi.

Tansiyon, ağustos ayında Hint hükümetinin Cammu Keşmir'in özel statüsünü kaldırıp eyaleti ikiye bölmesi ve bölgeyi doğrudan başkent Yeni Delhi'ye bağlamasıyla tekrar yükseldi.

Ağustos ayından bu yana çeşitli kısıtlamaların uygulandığı bölgede, Yeni Delhi yönetiminin bölgenin normale döndüğüne ilişkin iddialarının yanıltıcı olduğu belirtiliyor. Bölgedeki yerel siyasetçiler hala gözaltında, internet kısıtlamaları devam ediyor ve ağustos ayında karar alınmadan önce bölgeye sevk edilen on binlerce paramiliter güç bölgede tutuluyor.

Buna ilaveten, "Müslüman karşıtı" olarak nitelendirilen Vatandaşlık Yasası'ndaki değişiklik, Hindistan'ın birçok bölgesinde şiddetli protestolara ve polislerin sert müdahalesine yol açtı. Gösterilerde 25 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı.

Cammu Keşmir'deki eylemle Assam eyaletinde Müslümanların vatandaşlık listesine alınmaması, Babri Camisi davasının Hindular lehine karara bağlanması ve Vatandaşlık Yasası'daki değişiklikle birlikte yaşanan gelişmeler, Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin Hindu milliyetçisi gündemini uygulama niyetini doğruluyor.

Hükümetin, "Hindutva (Hindu egemenliği)" gündemiyle Başta Müslümanlar olmak üzere ülkedeki azınlıkları marjinalleştiren politikalarının çok dinli yapıya sahip ülkede yüz yıllardır korunan toplumsal bütünlüğü bozacağı belirtiliyor.

Uzmanlar, bölgede en büyük tehlikelerden birini, olası bir militan saldırı olarak görüyor.

Hint kuvvetlerine yönelik bir saldırının, Hindistan'ın Pakistan'a doğrudan misilleme yapmasıyla sonuçlanabileceği, en kötü senaryonun da iki ülkenin nükleer silahlarını kullanması olabileceği ifade ediliyor.

Öte yandan, Hindistan'ın Batı Bengal eyaletine bağlı Naksalbari köyünde 1967'de "küçük bir ayaklanma" olarak başlayan Maocu isyan, onlarca yıl sonra ülkenin en büyük iç güvenlik tehditlerinden biri haline dönüşerek on binlerce kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu.

1999-2019 yıllarında solcu aşırılıkçılarla hükümet güçleri arasında çıkan çatışmalarda 8 bini sivil, 14 binden fazla kişi yaşamını yitirdi.

Hindistan hükümetinin 2009'da başlattığı Yeşil Av Operasyonu ile Maocuların isyanı büyük ölçüde zayıflatıldı.

Maocu isyancılar, Çatisgarh, Odişa, Carkhand, Bihar ve Andra Pradeş'ten oluşan ve "Kırmızı Koridor" olarak adlandırılan bölgede eylemlerini yer yer sürdürüyor.

Naksalitler, Hindistan için 10 yıl öncesine göre varoluşsal bir tehdit gibi görülmese de ülke için önemli bir sorun olmaya devam ediyor.

Afganistan

Afganistan'daki çatışmalarda dünyanın herhangi bir başka yerinde yaşanan çatışmalardan daha fazla insan hayatını kaybediyor.

Yapılan bir araştırmaya göre, 2001 ile 2014 yılları arasında yaşanan çatışmalar ve saldırılar nedeniyle yaklaşık 100 bin kişi hayatını kaybederken yaralı sayısının 200 bini bulduğu belirtiliyor.

Ülkede şiddetin yükünü genellikle siviller çekiyor, şiddet kurbanlarının çoğunu çocuklar ve kadınlar oluşturuyor.

BM raporuna göre, Afganistan'da 2018 yılında 3 bin 804 sivil hayatını kaybederken 2019 yılının ilk yarısında şiddet nedeniyle ölen veya yaralananların sayısının 4 bin olduğu kaydedildi. Raporda 2018'in, son 18 yılın en kanlı senesi olduğuna dikkat çekildi.

Afganistan'da savaşın başlamasından bu yana Washington yönetimi ilk kez önceki yıl Taliban ile anlaşma yoluna gitmeye öncelik verdi.

2018'de başlayan ve inişli çıkışlı ilerleyen ABD-Taliban barış görüşmeleri, ABD askerlerine düzenlenen ve Taliban'ın üstlendiği bombalı saldırı sebebiyle 5 Eylül'de, ABD Başkanı Trump tarafından askıya alındı.

Eylül ayında Trump'ın anlaşmanın öldüğünü açıklamasından sonra bölgede barışa yönelik umutların kesildiği belirtilirken kasım ayında Taliban'ın elinde rehin tuttuğu iki ABD'li mahkumu serbest bırakması, barış görüşmelerini tekrar gündeme getirdi.

Uzmanlar, ABD'nin Taliban ile anlaşma yapmaktan daha iyi bir seçeneği olmadığını ifade ederken anlaşmasız bir geri çekilmenin Afganistan'ı kaosa sürükleyebileceğini belirtiyor.

Irak

Saddam Hüseyin rejimini devirmek için 2003 yılında Irak'ı işgal eden ABD ordusu, "ülkeye demokrasi getirmek, güvenliği sağlamak, Iraklı güvenlik güçlerini eğitip donatmak, terör örgütü DEAŞ ile mücadele ve ardından son olarak İran'ı gözetleme" gibi gerekçelerle ülkedeki varlığını hala sürdürüyor.

Son yıllarda ise ülke, ABD ile İran'ın çekişme sahası haline dönüştü. Eski ABD Başkanı Barack Obama ile kısmen düzelen kırılgan ABD-İran ilişkileri, Trump'ın göreve gelmesiyle farklı bir yola girdi.

ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarını genişletmesiyle Orta Doğu'da son yıllarda taraflar arasında artan rekabetten en fazla zarar gören ülkelerden biri, Irak oldu.

Terör örgütü DEAŞ'ın Aralık 2017'de Irak'tan tamamen temizlenmesinin ardından ABD ve İran arasındaki "askeri nüfuzdan" kaynaklı gerilim de yavaş yavaş tırmanmaya başladı.

Her iki ülkenin hesaplaşma alanına dönüşen Irak'ta, özellikle son bir yıldır artan gerilim, aralarında İran Devrim Muhafızları Ordusu'na bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ile Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis'in beraberindekilerle birlikte Bağdat Havalimanı'nda ABD'nin hava saldırısında öldürülmesinin ardından zirveye çıktı.

Öte yandan terör örgütü DEAŞ'a karşı elde edilen zaferin üzerinden iki yıl geçse de Irak terör saldırılarından tamamen kurtulabilmiş değil. DEAŞ, zaman zaman Kerkük, Salahaddin ve Diyala gibi bölgelerde saldırılar düzenlemeye devam ediyor.

Terör örgütü DEAŞ'a karşı verilen üç yıllık mücadelede yaklaşık 5 milyon kişi yerlerinden edilirken 3 milyona yakın kişi kamplarda yaşamını sürdürmeye devam ediyor.

Irak'ta ayrıca ekim ayının başında işsizlik, yolsuzluk ve kamu hizmeti yetersizliği sebebiyle hükümet karşıtı gösteriler başladı. Halen süren gösterilerde 450 kişi öldü, 19 binden fazla kişi de yaralandı.

Gösteriler nedeniyle istifa etmek zorunda kalan Adil Abdulmehdi yerine hala başbakanın seçilemediği Irak'ta siyasi istikrarsızlık da giderek artıyor. Etnik, dini ve mezhepsel ayrışmaların yanı sıra siyasetin de çıkmaza girdiği Irak'ın, ABD ve İran çatışmasına daha fazla sahne olması, ülkenin dış müdahaleler altında daha derin bir istikrarsızlığa sürüklenmesine yol açabilir.

Yemen

Arap dünyasının en yoksul ülkesi Yemen, İran destekli Husilerin 2014'te gerçekleştirdiği darbeyle başkent Sana ve diğer birçok bölgeyi ele geçirmesi sonucu Suudi Arabistan ve BAE'nin müdahalesine açık bir saha oldu.

Riyad ve Abu Dabi yönetimlerinin 26 Mart 2015'ten beri sürdürdüğü hava saldırıları, stratejik öneme sahip liman ve noktaların işgali, Yemen'in meşru ordusuna alternatif olarak silahlandırdığı militan güçler nedeniyle Husiler, ele geçirdikleri Sana ve diğer bazı stratejik bölgelerdeki varlığını güçlendirmeye devam ediyor.

Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi liderliğindeki hükümetin hükmettiği bölgelerde ise kriz derinleşiyor. Yemen'de iç savaş nedeniyle tahminen 100 bin kişi hayatını kaybetti, 3 milyon kişi yerinden oldu.

İran, ABD ve ABD'nin bölgesel müttefikleri arasında kritik bir fay hattı haline dönüşen Yemen'de savaşın ne kadar daha süreceği belirsizliğini koruyor.

Kaynak: AA

Sıradaki Haber
Netflix'teki Hz. İsa filmi Hristiyan toplumunun tepkisini çekti
Yükleniyor lütfen bekleyiniz