"Afganistan'da olanlar bir uyanış çağrısı olmalı. Avrupa, stratejik bir şekilde düşünme ve harekete geçme kabiliyetini geliştirmeli."
AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, yukarıdaki sözlerle Afganistan’daki tahliye sürecinde ABD’nin tutumuna ve Avrupa’nın bu süreçteki kısıtlı seçeneklerine isyanını dile getirdi.
The events in Afghanistan should be a wake up call. Europe must enhance its capacity to think and act in strategic terms.
— Josep Borrell Fontelles (@JosepBorrellF) September 1, 2021
Read my op-ed for @nytimes on the lessons that Europeans should draw.
https://t.co/wiRmrzzoTb
Afganistan'dan çekilme ve tahliye sürecinde yaşanan görüş ayrılıkları ve ABD’nin Avrupalı müttefiklerine danışmadan bu konudaki kararları tek başına alması Avrupa Birliği’nde ciddi bir tepki yarattı.
Böylece yıllardır var olan, konjonktüre bağlı olarak rafa kaldırılıp raftan indirilen 'özerk savunma' ve 'AB ordusu' tartışmaları yeniden gündeme geldi.
Avrupa Birliği, bu gelişmelerden sonra savunma alanındaki seçeneklerini yeniden masaya yatırıyor.
"Beş bin askerlik bir güç teklifini" AB savunma bakanlarına sunduklarını açıklayan Borrell, 2 Eylül’de yaptığı basın açıklamasında, "Yaşananlarla ilgili çıkarabileceğimiz dersleri tartıştığımızı söyledim. Ve bence (bu derslerin) ilki; Afganistan, bizim stratejik özerkliğimizdeki eksikliklerin bir bedeli olduğunu ve ilerlemenin tek yolunun güçlerimizi birleştirmek ve sadece kapasitemizi değil, aynı zamanda hareket etme irademizi de güçlendirmek olduğunu gösterdi" İfadelerini kullandı.
AB Konseyi Başkanı Charles Michel de 'AB ordusu' önerisine sıcak bakan Avrupalı yetkililerden biri. "AB'nin kendi ortak savunma gücünü kurması gerektiğini" söyleyen Michel bu konunun önemini şöyle vurguladı:
"Küresel bir ekonomi ve demokratik bir güç olarak Avrupa, vatandaşlarımızın ve bize yardım ettikleri için tehdit edilenlerin tahliyesini garanti edemediğimiz bir durumla yetinebilir mi? Bana göre, Avrupa Birliği'nin karar vermede daha fazla özerklik için mücadele etmesi gerektiğini anlamak için bir başka jeopolitik olaya ihtiyacımız yok. AB'nin koruması gereken vatandaşları, savunması gereken çıkarları var. Değerler ve standartlara dayalı uluslararası bir düzenin güvencesi olmak için bu zorlukları aşmalı."
Avrupa ülkelerinin ABD’den bağımsız, bir diğer ifadeyle NATO’nun dışında bir savunma politikası kurup kurmaması gerektiği tartışmaları öteden beri var olan bir gündem aslında.
AB için ortak savunma politikası özellikle Almanya ve Fransa'nın desteklediği bir konu.
Ancak bazı Avrupa Birliği üyeleri bu konuya mesafeli. Bu nedenle ‘Avrupa ordusu’ görevini görebilecek birçok girişim akamete uğradı.
Avrupa Birliği’nin bu yöndeki girişimleri ve üye ülkelerinin bu konudaki pozisyonlarını Sakarya Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal İnat’a sorduk.
İşte soru ve yanıtlar…
Soğuk Savaş yılları boyunca bütün çabalara rağmen güvenlik ve savunma alanlarında ortak bir politika üretemeyen ve savunmasını ABD’ye teslim eden Avrupa ülkeleri, sonraki yıllar içinde ekonomik açıdan bütünleşmesini genişletse de güvenlikle ilgili meselelerini NATO’ya havale etmeye devam etmişti. Geçen ay Afganistan’daki tahliye sürecinde ABD ile yaşanan görüş ayrılığından sonra birçok Avrupa ülkesi yeniden “özerk savunma” konusuna yoğunlaştı. Bu tartışmaların gelişim süreci ve neden bugüne kadar sonuçsuz kaldığını anlatabilir misiniz?
Öncelikle Avrupa Birliği içerisinde, Soğuk Savaş yılları da dahil olmak üzere, her zaman dış ve güvenlik politikası alanında ortak hareket edilmesini savunan ve bu yönde girişimde bulunan kesimlerin var olduğunun altını çizmek gerekir.
Hatta Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında Avrupa’da NATO çerçevesinde ve ABD liderliğinde oluşan yeni güvenlik mimarisinden rahatsız olan Fransa’nın öncülüğünde Avrupa’ya özgü alternatif bir güvenlik ortaklığı oluşturmaya yönelik girişimler de olmuştu.
ABD’yi "dışarıda" ve Almanya’yı "aşağıda" tutmayı hedefleyen bu girişimler bir Avrupa Savunma Topluluğu oluşturmayı öngören anlaşmanın imzalanmasına kadar varmıştı ancak Fransız iç politikasındaki tartışmalara takılıp onay sürecinde başarısız olmuştu.
1950’lerin başındaki bu girişimlerin başarısız olmasının ardından Fransa, istemeyerek de olsa güvenlik politikaları açısından Avrupa’da ABD’nin liderliğini kabul etmek zorunda kalmıştı. Ancak ABD’nin NATO’daki dominant pozisyonunu her fırsatta sorgulayan Elysee Sarayı’ndaki liderler, Fransa’nın liderliğinde bir Avrupa ortak güvenlik politikası oluşturma hevesinden hiç vazgeçmediler.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Avrupa’ya yönelik en büyük tehdit olan Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Fransa’daki ve diğer bazı AB ülkelerindeki “Avrupacılar” yeniden harekete geçtiler ve “Atlantikçiler” olarak adlandırılan “ABD yanlıları” karşısında artık Avrupa’nın Amerika’nın desteğine ihtiyacı olmadığını ileri sürüp, Avrupa’nın kendi güvenlik mimarisini inşa etme zamanının geldiğini söylediler.
1990’lı yıllarda Maastricht Anlaşması ile birlikte Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nı (ODGP) ve Amsterdam Anlaşması ile birlikte Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nı (AGSP) AB anlaşmalarına dahil ettiler. 2003 yılına kadar bir “Avrupa Ordusu” oluşturulması hedefi ortaya çıktı ancak Irak Savaşı sırasında yaşanan bölünmüşlük ve Atlantikçilerin isyanı bu hedefe ulaşılmasına engel oldu.
Ardından Rusya’nın giderek artan bir şekilde askeri güç kullanmaya yönelmesi (Gürcistan, Suriye ve Ukrayna) ve Çin’in yükselişi AB içindeki Atlantikçilerin sesinin daha fazla çıkması sonucunu doğurdu ve Fransa liderliğindeki Avrupacıların "Avrupa’ya özgü bir güvenlik mimarisi inşa etme hayalini" yeniden ertelemesine yol açtı.
Kendisini Rusya’nın doğrudan tehdidi altında gören Polonya, Baltık devletleri ve Balkan devletlerini ABD’nin olmadığı bir Avrupa güvenlik mimarisine ikna etmek doğal olarak zor oldu. "America First" sloganıyla yola çıkan Donald Trump’ın Avrupa’yı önemsemediğini açıkça gösteren politikaları bile bu gerçeği değiştiremedi. Trump döneminde "Artık Avrupa kendi başının çaresine bakmalı" diyen Angela Merkel bile Biden’ın yeni Amerikan Başkanı olmasının ardından yeniden Trans-Atlantik ortaklığın erdemlerinden bahsetmeye başladı.
"AB ordusu" planına mesafeli olan Avrupa ülkeleri de var. Bu ülkelerin tutumunun arka planı nedir?
AB ordusu ya da 'Avrupa Ortak Savunma Politikası'na karşı ülkeleri üç grupta toplamak mümkün. Bunlar arasında en önemli grubu eski Doğu Bloku ülkeleri oluşturuyor. Polonya, Romanya, Macaristan, Çekya ve Baltık ülkeleri gibi devletler Rusya’nın saldırgan politikaları karşısında egemenliklerini korumak için ABD’nin desteğine ihtiyaç duyduklarını düşünüyorlar.
Fransa ve Almanya’nın desteğinin bu konuda yeterli ve güvenilir olmayacağı kanaati bu ülkelerin ABD ve NATO’ya alternatif girişimlere soğuk bakmalarına yol açıyor. İkinci olarak AB’nin ulus-üstü karakterinin güçlendirilip birliğin bir tür federal devlete dönüşmesini kendi bağımsızlıklarının sonu olarak gören devletler "Avrupa Ordusu"na karşı çıkıyor.
Brexit öncesinde İngiltere’nin liderliğindeki bu gruba şimdi Danimarka öncülük yapıyor. Danimarka, egemenliğin güvenlik dışındaki diğer önemli sembolü olan para konusunda da Avrupa ortak parası euro’ya katılmayarak hassas alanlarda egemenlik devrine karşı olduğunu göstermişti.
Üçüncü grupta ise Finlandiya, İsveç, İrlanda ve Avusturya’dan oluşan ve askeri paktlardan uzak durma politikası izleyen ülkeler var. Bu ülkeler de AB’nin bir tür NATO gibi askeri ittifaka dönüşmesine karşı çıkıyorlar.
Avrupa Birliği’nin Joe Biden tutumundan dolayı yaşadığı hayal kırıklığının ikili ilişkilere nasıl bir yansıması olur?
Aslında Afganistan’da asker bulunduran AB ülkeleri, ABD’nin Afganistan’dan çekilme kararının Trump döneminde alındığını biliyorlar. Ancak Biden’ın başkan olmasıyla birlikte Washington’un güvenlik konularında daha kooperatif davranmasını ve istişarelere önem vermesini bekliyorlardı. Ancak Biden yönetiminin gerekli istişare mekanizmalarını çalıştırmadan Afganistan’dan hızlı çekilme kararının yol açtığı bozgun görüntüsü AB ülkelerini hayal kırıklığına ve endişeye uğrattı.
Neden endişe diye sorulacak olursa, ABD’nin kendi çıkar algıları doğrultusunda yerel müttefiklerini bu kadar kolay terk etmesi, ciddi bir insanlık dramına yol açması ve ağır bir mülteci sorununun fitilini ateşlemesi Avrupalı ortaklarının ABD’nin liderliğine olan güvenini önemli oranda sarsmış görünüyor.
Bu durum, AB ile ABD arasında yaşanan “güven sorununun” sadece Trump dönemine özgü olmadığını gösteriyor.
AB ordusu gelecekte gerçekleşebilir mi? Bu NATO ile sorun yaratır mı?
AB içerisindeki Atlantikçilerin ve egemenlik devrine soğuk bakan diğer ülkelerin varlığı bütün AB’yi kapsayacak bir ortak ordunun kurulmasının mümkün olmayacağını gösteriyor.
Ancak bu konuda istekli bazı ülkelerin bir araya gelerek Avrupa ordusu diye adlandırılabilecek ortak birlikler oluşturmaları mümkündür ve nitekim şu anda da bu tür ortak birlikler mevcuttur.
Fakat Rusya ve Çin gibi ortak tehditler Avrupa’nın güvenliği için ABD’nin desteğini kaçınılmaz kılıyor. Bu nedenle, zaman zaman "Avrupa Ordusu", "ODGP", "AGSP" ya da "PESCO" gibi isimlerle Avrupa’ya özgü ve ABD’yi dışarıda tutacak bir güvenlik mimarisi arayışları gündeme gelse de AB ülkelerinin güvenlik alanında ortak sesle konuşması ve ABD’nin gölgesinden kurtulmaları kısa ve orta vadede çok zor görünüyor.