COVID-19 salgınının en fazla etkilediği AB ülkeleri, krizin ekonomik sonuçlarına yönelik atılacak adımları belirlemeye çalışıyor.
Avrupa ekonomisi, COVID-19'a karşı uygulanan kısıtlayıcı tedbirler nedeniyle durma noktasına gelmiş bulunuyor.
Sağlık, gıda, tarım ve ulaşım gibi krizle mücadelede kritik olarak belirlenen bazı sektörler dışında ekonomik faaliyete ara verilmiş olması özellikle ekonomileri daha hassas ve kırılgan olan AB ülkelerinde endişeyi artırıyor.
AB içinde yüksek oranda kamu borcuna sahip ülkeler ile kamu finansmanı daha sağlam ülkeler arasında COVID-19'a karşı alınacak ekonomik tedbirlerde anlaşma sağlanamaması dikkati çekiyor.
Üretim ve hayat akışı önemli ölçüde durdu
Koronavirüs nedeniyle üretimin ve hayat akışının önemli ölçüde durması AB üyesi ülkeler arasında kamu borcunun GSYH'ye oranının en fazla olduğu ülkeleri daha fazla korkutuyor.
AB kurallarına göre, üye ülkelerin bütçe açıklarının GSYH'lerinin yüzde 3'ünün, kamu borçlarının da GSYH'lerinin yüzde 60'ının altında olması şartı aranıyor.
Normal şartlarda bu sınırlar aşıldığında uygulanacak tedbirlerin bildirilmesi ve buna yönelik etkin mücadelenin yerine getirilmesi gerekiyor.
Söz konusu kurallara rağmen uzun yıllar boyunca pek çok AB ülkesinin yüksek kamu harcamasını sürdürmesi ve kamu borcunu düşürmemiş olması onları yeni bir ekonomik krizde daha fazla hassas kılıyor.
Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) verilerine göre, AB ülkeleri arasında kamu borcunun GSYH'ye oranının en fazla olduğu ülke yaklaşık yüzde 181 ile Yunanistan, yüzde 135 ile İtalya, yüzde 122 ile Portekiz, yüzde 100 ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Belçika, yüzde 98 ile Fransa ve İspanya olarak öne çıkıyor.
AB'nin başat ekonomisi Almanya'da kamu borcunun GSYH'ye oranı yaklaşık yüzde 62, Hollanda'da yüzde 52, Finlandiya'da yüzde 59, İsveç'te yüzde 39, Danimarka'da da yüzde 34 seviyesinde bulunuyor. Bu ülkelerin görece daha güçlü kamu finansmanları kriz sırasında daha güçlü ekonomik tedbirler uygulanmalarına mali imkan sağlıyor.
Söz konusu yüksek borç oranına sahip Güney Avrupa ülkeleri, daha gelişmiş AB ülkelerinden krizin ekonomik etkilerine karşı ortak bir politika belirlenmesini istiyor.
Özellikle İtalya, İspanya ve Fransa'nın aralarında bulunduğu 9 ülke, sağlık sistemlerine gerekli yatırımları yapmak ve ekonomilerini korumak için piyasalardan fon toplamak üzere çıkarılacak "ortak" bir borç enstrümanı kurulmasını talep ediyor.
Koronavirüs salgınının neden olduğu zararı gidermek üzere uygulanan politikaların uzun vadeli finansmanına yönelik yeni bir enstrümana ihtiyaç duyulduğu görüşünde birleşen söz konusu ülkeler, AB tarafından çıkarılacak ortak bir borç enstrümanı (koronabono) üzerinde anlaşma sağlamaya çabalıyor.
Bazı ülkeler borçlanma mekanizması kurulmasına sıcak bakmıyor
Salgın nedeniyle uygulanan politikaların finansmanı için borçlanma mekanizması kurulması fikri özellikle Almanya, Hollanda, Avusturya ve Finlandiya'nın başı çektiği bazı ülkeler tarafından sıcak karşılanmıyor. Bu ülkeler, yüksek borcu olan ülkelerin alacakları ilave kredilerin risklerine ortak olmayı ve söz konusu borca kefil olmayı istemiyor.
AB ülkeleri arasındaki derin görüş farklılıkları krizin ekonomik etkilerine karşı ortak bir politikada uzlaşı sağlanmasına izin vermezken, birlik içindeki çatlağı daha fazla derinleştiriyor.
Özellikle Güney Avrupa ülkeleri, talep ettikleri ortak borçlanmanın kabul edilmemesinin birliğin geleceği açısından çok önemli sonuçlar ortaya çıkarabileceği uyarısında bulunurken zengin ülkeleri yaşanan olağanüstü süreçte "dayanışma" göstermeye çağırıyor.
Avrupa İstikrar Mekanizması seçeneği
Almanya, Hollanda gibi ülkeler ise söz konusu ortak borçlanma mekanizmasına karşı tutumlarını sürdürüyor ve finansman sorunu yaşayan Avro Bölgesi ülkelerine mali destek sağlamak için 2012 yılında kurulan Avrupa İstikrar Mekanizması'nın (E SM) devreye sokulması seçeneğini öne sürüyor.
Toplam 420 milyar avroluk mali kaynağa sahip ESM borçları normal şartlarda sert koşullar içeriyor. ESM kredilerinde, üye ülkelerin kurtarma programı çerçevesinde ekonomik ve finansal sektörlerine yönelik tedbirleri ve yasal mevzuatları tamamlaması talep ediliyor. Tedbirler, Troyka olarak adlandırılan AB Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından sıkı biçimde denetleniyor.
Almanya, COVID-19 krizinin aşılması için ortak borç yerine ESM kaynaklarının devreye sokulması halinde kurumun mevcut yapısı nın değiştirilebileceğini ve kredi şartlarının yumuşatılabileceği görüşünü paylaşıyor.
AB Bütçesinin Marshall planı benzeri kullanımı
COVID-19'a karşı yürütülen mücadeleyi bir "şavaş" haline benzeten bazı AB ülkeleri söz konusu ekonomik krizden çıkışın İkinci Dünya Savaşı ardından yürürlüğe giren ABD kaynaklı Marshall Planı benzeri bir yapıyla aşılabileceği görüşünü öne sürüyor.
Söz konusu ekonomik yardım paketinin AB'nin gelecekteki bütçesine entegre edilebileceği fikri AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından da dile getiriliyor.
Vo n der Leyen, COVID-19 nedeniyle birliğin yaklaşık 1 trilyon avroluk 2021-2027 dönemine ilişkin bütçe taslağında değişiklik yapılması girişimi başlattığını bildirmişti.
Böylece, gelecekteki bütçenin AB içinde uyumun sürdürülmesini sağlayacak ekonomik teşvik paketi içermesi öngörülüyor. Söz konusu bütçe girişiminin başarılı olması için ise AB üyesi ülkelerin oy birliği gerekiyor. Bu konuda da kısa dönemde farklı görüşe sahip ülkeler arasında bir uzlaşı sağlanması beklenmiyor.
Ücret destek programı
AB Komisyonu, COVID-19 salgını nedeniyle birlik ülkelerin de istihdamı korumak için 100 milyar avroluk yeni ücret destek programı kurulmasını da istiyor.
Programla, AB ülkelerinde çalışanları korumak amacıyla kurulan kısa süreli çalışma programlarının mali olarak desteklenmesi öngörülüyor.
Söz konusu sistemle, çalışanların işten çıkartılmaması için ücretlerinin bir kısmının kamu tarafından karşılanması bekleniyor.
AB Komisyonu'nun piyasalardan borçlanması ile karşılanacak olan programın yürürlüğe girmesi için de üye ülkelerin oy birliği gerekiyor. Bu konuda da tüm ülkelerin hızla ortak bir noktada buluşarak anlaşması zor görünüyor.
Avrupa'da COVID-19'un neden olduğu ekonomik krizin ne şekilde aşılacağı konusunda bir uzlaşı sağlanamaması tartışmaların liderler seviyesinde de devam etmesi beklentilerini güçlendiriyor.