Çin lideri Şi, San Francisco’daki Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) zirvesinde Biden’la dört saat görüştü. Görüşme sıcak bir ortamda geçerken, Biden, Şi’ye gençken San Francisco’daki Golden Gate Köprüsü manzaralı fotoğrafını da gösterdi.
Fakat, Şi ile biten görüşmenin ardından Biden tek başına yaptığı basın toplantısında iki ülkenin ilişkilerinin adeta bir özeti niteliğinde açıklama yaptı. Toplantıdaki bir gazeteci “Şi'yi, hala diktatör olarak görüyor musunuz?" diye sordu. Biden'ın yanıtı “Evet, öyle. Bakın o, tamamen bizimkinden farklı bir yönetime dayanan, komünist ülkeyi yöneten adam olması anlamında diktatör" şeklinde oldu.
Bu resim iki küresel gücün nasıl bir ilişki içinde olduğunun bir karesi olabilir. Zira, iki güç şu anki hem ekonomik hem siyasi konjonktürde tamamen zıt taraflı olan rakip ülkeler.
Hem Ukrayna hem Gazze bu rekabetin yakın örnekleri.. Çin ateşkes tarafındayken ABD İsrail’in en büyük destekçisi yahut Çin’in Rusya olan yakın ilişkileri sır değil.
Peki, San Francisco’daki ABD-Çin zirvesinden nasıl yorumlanmalı? İki büyük güç ilişkilerini güçlendirmek mi yoksa kontrolün ellerinde olduğunu bilmek mi istiyor? Uluslararası Güvenlik Uzmanı Dr. Hüseyin Korkmaz bu soruları ve daha fazlasını bizim için değerlendirdi.
“Zirveden beklenen olmadı”
Dr. Korkmaz, öncelikle, zirvenin ardından iki ülkenin ilişkilerinde yeni bir sayfa açılmadığını belirtiyor. Fakat anlaşma sağlanan önemli bir askeri gelişme var. Eğer bu konuda anlaşma sağlayamasalardı okyanusta karşı karşıya gelmek gibi bir tehlikenin olabileceğini de ekliyor.
“Üst düzey askeri iletişimin yeniden tesis edilmesi, Fentanil üretimini engellemeye yönelik adımlar atılması ve yapay zekâ konusunda bir diyalog başlatılması dışında iki ülkenin içinde bulunduğu gerilimi düşürecek ciddi ve somut adımlar atılmadı.
Askeri iletişimin yeniden sağlanması değerli çünkü olası bir yanlış hesaplama durumunda iki ülke orduları Asya-Pasifik’te karşı karşıya gelebilir ve istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilirdi.”
“Artan gerilimi yatıştırma çabasıydı”
Korkmaz, ABD tarafından yayınlanan ve Çin’in askeri gücünü ele alan son rapora göre, 2021-2023 yılları arasında bölgede ABD uçaklarına karşı 180'den fazla zorlayıcı ve riskli hava müdahalesi olduğunu iddia ettiği bilgisini paylaşıyor. Dolayısıyla “zirvenin en önemli çıktısının askeri iletişimin yeniden tesis edilmesi” olduğunu söylüyor.
“Zirvenin ilişkilerde yaşanan sorunlara çözüm bulmaktan ziyade küresel ölçekte yaşanan krizler karşısında iş birliği görüntüsü verme ve artan gerilimi yatıştırma çabası gibi hedefleri olduğu söylenebilir. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in APEC Ekonomik Liderler toplantısına katılım konusundaki asıl motivasyonu durgun Çin ekonomisine yönelik yatırımları canlandırmak iken ABD Başkanı Biden ise seçimlere doğru giderken Asya-Pasifik'te tansiyonu 'düşük' tutmaya çalışıyor.
İki taraftan da zirvenin önemine dair açıklamalar gelse de zirve, geleneksel ezberlerin tekrarlandığı diplomatik bir görüşmenin ötesine geçmedi. İki ülke de Tayvan, yaptırımlar ve çip meselesi gibi konularda pozisyonunu korudu. Çin’in görüşmeden sonra yayınladığı resmi bildiride ‘desteklenmesi gereken ilkeler ve aşılmaması gereken kırmızı çizgileri vardır’ ibaresi Çin açısından yaklaşımın değişmediğini gösteriyor.”
“Diktatör” yanıtı nasıl yankılandı?
Biden’ın zirvenin hemen ardından Şi Cinping’e “diktatör” demesi iki ülke arasındaki “güvensizliği” göstermesi bakımından ilginçti. Buna karşılık Şi Cinping’in ise "dostluk elçisi" olarak ABD'ye panda yollayacağını belirtmesi bir iyi niyet hamlesi olarak öne çıktı diyor Korkmaz. Panda diplomasisinin ilk olarak bundan 50 yıl önce Nixon döneminde ortaya çıktığını hatırlatıyor ve şöyle devam ediyor:
“Şi ayrıca Asya-Pasifik bölgesinin jeopolitik bir rekabet arenası olmaması ve yeni bir soğuk savaşa sürüklenmemesi gerektiğini söyledi. Biden ise amaçlarının Çin’den ayrılmak olmadığını sadece ilişkileri daha iyiye doğru dönüştürmek istediklerinin altını çizdi. ABD son yıllarda Çin’i en büyük stratejik ve jeopolitik rakibi olarak tanımlarken Çin ise hegemonya aramadığını defaatle vurguluyor.
İki ülke arasındaki ilişkiler Şubat ayındaki casus balon tartışması, Tayvan ve Güney Çin Denizi üzerinden yaşananlar ve ABD'nin ileri teknoloji ihracat yasakları nedeniyle son dönemde iyice raydan çıkmıştı. Geçen yıl Endonezya’daki G20 zirvesinde gerçekleşen Şi-Biden görüşmesinden sonra, Çin ve ABD arasındaki ilişkilerde olumlu bir dönem başlamış gibi görünse de sonrasında yaşanan gelişmeler rekabetin aynen devam ettiğini göstermişti. Endonezya’da yapılan zirve sonrasında yapılan açıklamalar ve verilen taahhütler bir türlü uygulamaya geçirilemedi.”
“ABD-Çin yakınlaşmasından söz etmek mümkün değil”
Küresel iki gücün rekabeti uzun yıllardır devam ediyor. Korkmaz, bu rekabetin son bulmasının şimdilik mümkün olmadığı görüşünde.
“ABD-Çin rekabeti ekonomik, askeri ve ideolojik alanlarda derinleşen ve tarihteki büyük güç rekabetlerinden farklı bazı karakteristiklere sahip son derece karmaşık bir rekabet. Günümüzde küresel ölçekte belirleyici olan bu rekabetin temel nedeni Çin'in son otuz yılda yakaladığı muazzam ekonomik yükseliş ve bu yükselişin Çin’i küresel bir güç pozisyonuna doğru itmesidir.
ABD-Çin ilişkilerinde hala stratejik rekabet öne çıkıyor. Dolayısıyla yapısal bir karakteri bulunan ABD-Çin rekabetinin bir anda ortadan kalkması ya da ilişkilerin normale dönmesi çok zor. Bu çerçevede ABD-Çin yakınlaşmasından söz etmek mümkün değil. Belki de bu zirvenin en önemli sonucu herhangi önemli bir katkı üretmese de 'diplomatik açıdan yapılabilmiş olması ve küresel topluma bir iş birliği görüntüsü verilmesi' şeklinde özetlenebilir.”
“ABD’nin Çin stratejisini ciddi şekilde gözden geçirmesi gerekiyor”
“ABD’nin Çin ile olan rekabeti stratejik bir çerçevede değerlendirdiği ve Çin’i bir tehdit olarak algıladığı bariz bir şekilde sahaya yansıyor” diyor Korkmaz. Bu yüzden ABD'nin Çin stratejisini ciddi ölçüde gözden geçirmesi gerektiğini belirtiyor ve Çin’in ABD’ye meydan okuduğuna işaret ediyor:
“Çin'in bir tehdit olarak algılanması tam anlamı ile stratejik bir doktrin haline dönüşemiyor. ABD'ye göre Çin ve Rusya revizyonist güçler ve Çin'in uluslararası sistemi dönüştürme kapasitesi mevcut. Dolayısıyla ABD kurallara dayalı düzeni savunmak ve küresel liderliği devam ettirmek için kendisini bahse konu bu yapısal rekabeti sürdürmek zorunda hissediyor.
ABD, soğuk savaş sonrası yakaladığı küresel liderlik pozisyonunu kaybetmek istememekle birlikte Çin'in kendisine meydan okuduğunu düşünüyor. Çin ise hiçbir şekilde hegemonya aramadığını ifade etmekte ve ABD'nin olayları ve olguları yanlış değerlendirdiğini vurguluyor. Öte yandan Çin'in küresel güvenlik girişimi ile beraber ortaya koyduğu çok kutuplu dünya düzeni çabası öne çıkıyor. Bu bağlamda Rusya da Çin ile birlikte hareket ediyor ve iki ülke arasındaki ilişkiler 'ilan edilmemiş bir ittifak' ilişkisine dönüşmüş durumda.”
“Yeni ve hibrit bir soğuk savaşın içerisindeler”
Son olarak, Korkmaz, iki ülkenin anlaşamadığı birçok noktaya dikkati çekerek, küresel sorunlara ortak bir yaklaşımın geliştirilemediğini belirtiyor. Son yıllardaki küresel gerilimlerde iki ülkenin bu kadar karşı karşıya gelmesinin ise aslında yeni bir soğuk savaşın içinde olduklarını gösterdiğine dair görüşünü paylaşıyor:
“ŞİÖ ve BRICS gibi mekanizmaların son dönemde genişlemeye çalışması çok kutupluluğa doğru giden eğilimin somutlaşmış şekilleri olarak okunabilir. Askeri alanda iki ülke arasındaki gerilim alanları hemen hemen tüm cephelere yansıyan sınırsız yeni ve hibrit bir soğuk savaşa dönüştü. Bu çerçevede en çok dikkat çeken parlama noktaları Tayvan ve Güney Çin Denizi.
Sonuç olarak ABD ve Çin, yeni ve hibrit bir soğuk savaşın içerisinde. Bloklaşan uluslararası siyaset bölgesel ve küresel krizlerde ortak bir yaklaşım üretilmesine izin vermiyor. Dünya, ABD-Çin rekabetinin belirleyici olduğu yeni bir döneme girdi. Bu yeni dönemde iki ülke rekabetinin yatışması ya da son bulması yapısal nedenlerden ötürü çok zor görünüyor.”