2011'den itibaren Tunus, Mısır, Yemen, Libya ve Suriye'nin çehresini değiştirdi. 2019'da ise Cezayir, Sudan, Lübnan ve Irak'ta ikinci dalga olarak canlandı. Arap Baharı adıyla da bilinen kitlesel halk ayaklanmaları, bazı ülkelerde iç savaşa dönüşmesinden kaynaklı tüm olumsuzluklara rağmen önde gelen birçok Arap isim tarafından bölgede aralanan değişim kapısı olarak görülüyor.
Bu hassas sürece damga vuran isimlerden biri Mısırlı muhalif Eymen Nur, Arap Baharı devrimlerini TRT Haber için değerlendirdi.
Birçok Arap ülkesinde yaşanan devrimlerin arkasında haklı sebepler olduğunu ve bu sebeplerin hala devam ettiğinin altını çizen Nur, Türkiye'nin halkların yanında yer alarak doğru tercihte bulunduğuna inandığını söyledi. Nur, "Rejimlerle değil halklarla olan dostluk bağı bakidir" diyor.
“Arap Baharı” sonucunda bazı ülkelerde iç savaş sarmalına girilmesiyle ilgili eleştirileri de olan Eymen Nur, bu savaşlara siyasi çözümlerle son verilmesi, yeniden barışçıl devrimlere geri dönülmesi gerektiğinin altını çiziyor.
İşte Eymen Nur'a sorularımız ve yanıtlar...
Arap Baharı devrimlerinin yaşandığı ülkeleri, 10 yıl önceki haline kıyasla nasıl değerlendiriyorsunuz? Tabloya bakıldığında pek bir başarı kaydedilmediği hatta bir başarısızlıktan söz edilebileceği görüşlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
"Şüphesiz ki Arap Baharı'nın, çok gerçekçi ekonomik ve siyasi sebeplerle ortaya çıktı. Çünkü bölgedeki despot rejimler iktidarda geçirdiği uzun yıllar boyunca Arap vatandaşa asgari hak ve hürriyetleri sağlamakta başarısız oldu. Dolayısıyla Mısır, Tunus, Libya, Yemen ve diğer Arap Baharı ülkelerinin arasında ortak sebepler vardı.
Birinci dalganın üzerinden 10 yıl geçti. Ancak maalesef Arap Baharı devrimlerinin hayallerimizdeki tüm zaferleri ve kazanımları elde ettiğini söyleyemiyoruz."
"Arap Baharı başarılı olmadı ancak henüz başarısız da kalmadı"
"Arap Baharı başarılı olamadı ancak aynı zamanda başarısız kaldığı da söylenemez. Tüm hedeflerini gerçekleştiremedi evet fakat yeni dalgalar şeklinde gelişmeye devam ettiği için de başarısız olmadı.
Cezayir, Sudan, kısmen Irak ve Lübnan'da yaşananlar, 10 yıl önceki devrimlerin devamı nitelikte.
Benim beklentim, Arap Baharı devrimlerinin 10'uncu yıl dönümünde yeni dalgaların gelmesiyle ulaşılamayan hedeflerin kaldığı yerden devam ettirilmesi yönünde.
Neden başarsız kalmadık diyorum? Çünkü bu eski rejimlerin başındaki bazı liderleri sahneden çıkarmaya başardık. Bir hesap sorma hareketi başladı. Bazı önemli figürlerin parmaklıkların arkasından mahkeme salonlarında hesap verdiğini gördük.
Neden tamamen başarılı olamadık? Çünkü bölgesel güçler ile ittifak kuran karşı devrimlerin darbeleriyle karşı karşıya kaldık.
Çok güçlü ve çok şiddet yanlısı bu bölgesel aktörler gerek Mısır'da gerek Tunus'ta ve diğer ülkelerdeki Arap Baharı'nı başarısızlığa uğratmak için milyarlarca dolar harcadı. Bu bölgesel aktörlerin müdahaleleri ve Arap halkların iradesine karşı yeterince tutarlı olmayan uluslararası toplumun tutumu nedeniyle devrimlerin gidişatı ters yönde gitti."
Bugün Arap Baharı devrimleri 10'uncu yıl dönümünde ilk kez Mısır'da protesto çağrıları yapılmadı ve sokakta herhangi bir eylem düzenlenmedi. Bu belki biraz da COVID-19 pandemisiyle alakalı olabilir. Ancak "Yeni dalgalar gelecek ve hedeflere kalınan noktadan devam edilecek" şeklindeki tutumunuz biraz fazla iyimser değil mi sizce?
"Devrimler yanardağ gibi aniden patlar"
"Bakın devrimler yanardağlar gibi. Ne zaman ve nasıl bir şiddetle patlayacağını tahmin etmek çok güç.
Geçen Eylül ayında Mısır'da yaklaşık 2 hafta boyunca süren ve hiç beklenmedik taşra ve köylerde protestolar düzenlendi.
Evet devrimin yıl dönümü 25 Ocak'ta doğrudan protesto çağrıları yapılmadı. Ancak bence devrim güçleri bir kez daha devrimi canlandırmak için ortam hazırlıklarını sürdürüyor.
Burada 'devrim' derken değişimden bahsediyorum. Bu illa meydanlarda kitlesek gösteriler olmak zorunda değil. Tarih kendini aynı formatta tekrarlamaz.
"Değişim talepleri için sebepler devam ediyor"
Bizim sorumuz değişim geliyor mu gelmiyor mu? Cevabım elbette geliyor.
Bugün özellikle Mısır özelinde konuşacak olursam bir değişim için gereken tüm sebepler mevcut. Acı ve korku var. Tutuklamalar ve suikastlar var.
Geçtiğimiz günlerde mesela, Devrimin Yarını Partisi olarak Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Konseyine Ahmet Rauf gibi bazı genç üyelerimizin maruz kaldığı vahşi işkenceyle ilgili bir şikayet dilekçesi sunduk. Ahmet Rauf bir terörist değildi. O liberal bir partiye üyeydi. Dolayısıyla başka örgütlerle ilişkilendirilmesi söz konusu olamaz. Onun tek suçu eylüldeki protestolara katılmış olmaktı.
Mısır'daki rejim halka yönelik çok ciddi ihlaller işliyor. Bu bazen ayaklanmaları erteleyebilir. Ancak onu engelleyemeyecek. Hatta aksine, beklediğimiz değişim hareketi için bir neden daha ekliyor.
Gerek ıslahat gerek devrim şeklinde olabilecek bu değişim eninde sonunda olacaktır."
Liderliğini yaptığınız Devrimin Yarını Partisi kısa süre önce Mısır'ın içindeki faaliyetlerini sonlandırdı... Bu karar bazı üyelerinize yönelik yapılan tutuklama ve işkence nedeniyle mi alındı? Yoksa farklı sebepler mi vardı?
"Aslında Mısır'ın içindeki partimizin faaliyetlerini durdurmadık sadece ülkedeki anti demokratik ortama protesto olarak faaliyetlerimizi dondurma kararı aldık. Çünkü bir çoğulcu siyasi ortam yok. Gerçek seçimler yok. Parlamento, istihbarat teşkilatı tarafından yönetiliyor. Herhangi bir adil rekabet ortamı belirtisi yok. Seçimlerde demokrasi süsü bile yok artık.
Bundan dolayı, Devrimin Yarını Partisi, demokrasi ve özgürlük için 20 yıllık mücadelesinden sonra, “ülkede demokrasi var” havasını yaratmaya çalışan bir despot hükümdar elinde dekor objesi olmayı kabul etmemesi gerektiği kanaatine vardı.
Faaliyetimizi dondurma kararımız, korku sonucunda ya da bir yıldırma politikasına boyun eğme hareketi olarak değil mevcut ortama protesto olarak geldi.
Böylelikle, partimiz, faaliyetlerini ülke içinden dünya çapına taşıyan ilk liberal Mısır partisi oldu. Yurt dışında yaşayan yaklaşık 12-13 milyon Mısır vatandaşı bulunmaktadır. Biz bu topluluğu partimize katılmaya davet ediyoruz. Böylece ülkenin içinde Sisi rejimi tarafından sesi bastırılan tüm Mısırlıların sesini olacağız."
Bu karar partinizin Mısır'ın içindeki etkisini azaltmayacak mı sizce?
"Bakın Devrimin Yarını Partisi, özel bir yapıya sahip. Çok mücadeleci bir parti. 20 yıllık tarihimiz bunu açık bir şekilde ortaya koyuyor. Partimiz 2000 yılında önce liberal bir hareket olarak ortaya çıktı. 2004 yılında ise resmi olarak parti oldu. Kurulduğu yıl onlarca parti arasında parlamentoda ana muhalefet partisi pozisyonuna geldi. İktidar partisinden sonra en çok oy alan ikinci partiydik.
O tarihten 3 ay sonra cumhurbaşkanlığı seçimleri için parti beni aday gösterdi ve o günkü şartlarda olabilecek maksimum halk desteğini kazanmıştık. Öyle ki dönemin cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek artan popülaritemizden dolayı hızlı bir şekilde beni tutuklattırdı.
Partimizin halk arasında bir tabanı var. Teşkilatımız hem ülkenin içinde hem dışında aktif. Ülkenin içinde siyasi çalışma şartları zorlaştığı için şu an yurt dışı faaliyetlerine odaklanacağız.
Mesela partimiz son bir ayda önemli hamleler yaptı. Macron'un Sisi'ye hediye ettiği onur madalyasının iptal edilmesi için Fransa'nın yargısına başvuruda bulunduk. ABD'de yönetime gelen Biden ekibine ise önemli bir mektup hazırlayıp sunduk. Mektupta 'Mısır'daki hak ihlalleri' konusunun ele alınması için çağrı yaptık.
Bundan dolayı partimizin faaliyetlerini yurt dışından yürütmesinin daha yaralı olacağını düşünüyoruz."
Yeni ABD yönetiminden söz ettiniz... aslında Arap Baharı'nın başladığı 2011 yılını hatırlarsak, ABD'deki Barack Obama yönetiminin o dönemdeki gelişmelere önce sıcak baktığını görürüz. Ancak bu tutum daha sonra değişti. Ve ABD yeniden bölgedeki diktatörlükleri destekleme politikasına geri döndü. Yeni ABD yönetiminden beklentileriniz ne yönde?
"Açıkçası, ABD'nin bize bir anne şefkatiyle yaklaşacağını, Joe Biden'ın da Noel baba olacağını düşünmüyorum. Fakat, şahsi olarak tanıdığım ve tutukluluk dönemimde ailemi bizzat arayan Joe Biden'in Trump'tan çok farklı bir çizgide olacağını düşünüyorum.
Joe Biden'ın seçim kampanyasında belirlediği çizgiye bakacak olursak farklı bir dönem olacağını görüyoruz. Nitekim, Biden'in Sisi'yi kast ederek “Trump'ın en sevdiği diktatöre açık çek dönemi geride kaldı” şeklindeki açıklaması zaten her şeyi açıklıyor.
"ABD'nin bizi desteklemesini istemiyorum ancak Sisi'yi desteklemesinler"
Biden'den bizi desteklemesini talep etmiyoruz. Fakat, kendisinden tek isteğimiz despotları, canileri ve halkın katillerini desteklememesidir. Bu insani ve ahlaki bir yükümlülüktür.
Bize göre ABD, tüm dünya demek değil. Fakat ABD, dünyanın önemli bir parçası. Bundan dolayı sadece çıkarları değil değerleri de göz önünde bulundurarak ahlaki sorumluluğunu yerine getirmekle mükellef.
Tüm bu beklentiler ilk ayda ya da ilk yılda gerçekleşmek zorunda değil. Zira COVID-19 ve diğer ekonomik sorunlar nedeniyle Biden'in döneminin en azından ilk aşamasında iç sorunlara dönük olacağını düşünüyorum.
Ben sizin de sağladığınız bu kürsüden sayın Biden'a ve yönetimine seslenmek istiyorum ve diyorum ki “Gelin gerçek Mısırlıların temsilcileriyle, farklı yurtsever aktörler ve hareketler ile diyalog başlatın. Bu tarafların vizyonlarını misyonlarını bir öğrenin.
Bu yüzyılın en önemli kazanımlarından biri insan haklarının küreselleşmesi. Bu konu artık bir iç mesele ya da egemenlik hakları çerçevesinde sayılamayacak kadar önemli bir konu."
Arap Baharı'nın yaşandığı bazı ülkeler, dış müdahalelerin de etkisiyle hedeflenen istikrara kavuşamadı? Özellikle bazı Arap ülkeleri Arap Baharı dalgasını boğmak için maddi manevi ve askeri olarak da elinden geleni yaptı? Özellikle ABD'deki yeni yönetimin etkisiyle bu ülkeler sizce aynı tutumu sergilemeye mi devam edecek?
"Bence bölgede bir şer ekseni var ve bu eksen karşı devrimlerin ve despotizmin desteklenmesine ve halkların iradesinin bastırılmasına odaklanmıştı. Trump iktidarının sona ermesiyle bu eksen ABD'den gelen siyasi desteğinin önemli bir kısmını kaybedecek.
Mesela yakın dönemde Körfez krizinde buzların erimesi veya yıllardır Hafter'i destekleyen Mısır'ın Libya'da meşru hükümetle diyalog kurmasını, uluslararası konjonktürün değişmesi sonucunda ortaya çıkan bir tablo olarak görüyorum."
Arap Baharı devrimlerinin şimdiye kadar gözle görülür bir değişime yol açmaması nedeniyle özellikle gençler kesiminde hayal kırıklığına yol açmış durumda? Bölgede zaten yüksek bir göç eğilimi var? Koronavirüsün ekonomilere malum etkisi de eklemlenince, gençler kesiminde hiç olmadığı kadar göç arzusunu doğdu. Sizce uzun vadede bu nasıl bir sonuca yol açacak?
"Şüphesiz ki gençler arasında öfke düzeyinin arttığı her süreçte göç eğilimi artıyor. Ancak eğer ki göç sorunuyla mücadele etmek istiyorsak gerçek reformları hayata geçirmeliyiz. Siyasi ve ekonomik reformlar zaten birbirine bağlı olarak gerçekleşmeli.
Mesela 25 Ocak Devrimi'nden sonraki 2-3 yıl içinde yurt dışında yaşayan çok sayıda Mısırlı ülkeye sistematik bir şekilde geri dönmeye başlamıştı. 2013 yılındaki darbeden sonra ise tersine göç yaşanmaya başlandı.
Ülkede despotizm ve yoksulluk seviyesi artmasına bağlı olarak yurt dışına göç eğilimi de arttı. Mısır'ın gençleri, çok vatansever ve ülkesinde kalmak için elinden geleni yapıyor. Ancak çok zor şartlar altında kaldığı için göç düşüncesi ister istemez olabilir. Fakat ne zaman reform yapılırsa bu genç kesimin ülkesine geri döneceğinden eminim."
Arap Baharı bölge halk bazında mevcut görüş ayrılıklarını daha da derinleştirdi ve adeta toplumu ikiye ayırdı. Birinci kesim Arap Baharı'na aşırı sıcak bakarken, diğer kesim Arap Baharı'nın aslında bölgeyi kasıp kavuran bir dış mihrak oyunu olduğunu savunuyor ve onu bölge için tehlike olarak nitelendiriyor. Bu durumun bölgeye sonuçlarını nasıl görüyorsunuz?
"Öncelikle bu durumu bir analiz edelim. Herhangi bir toplumda değişimin karşı karşıya kaldığı en önemli meydan okumalarından bir tanesi, toplumun değişime karşı gösterdiği iç direnç. Hem Mısır'da hem birçok Arap ülkesinde değişime şüphe gözüyle bakan çok sayıda insan var."
"Karşı devrimin medyası halkın bir kesimini etkilemeyi başardı"
"Bu değişimin onlara daha iyi bir hayat sunup sunmayacağı sorusuna yanıt bulmaya çalışırlar. Kimileri sırf risk faktörünü göze almak istemediği için yaşadığı kötü şartları kabullenmeyi tercih ederi. Burada gerek Mısır gerek diğer ülkelerdeki siyasi elitlerin rolünün önemi ortaya çıkar.
Bu kesim, halka dönük güven verici söylem geliştirmeli ve kapsamlı bir yönetişim projesi çerçevesinde geleceğin daha iyi olacağını belirtmeli ve alternatifleri iyi anlatmalı.
Bir diğer önemli husus, rejimlere ve şer eksenine bağlı medya halkın değişime karşı tavır alması konusunda önemli bir rol oynadı. Bu medya, değişimin işe yaramayacağı, mevcut şartların daha iyi olduğu, herhangi bir değişimin ülkeye kaos getirebileceği fikrini aşılamaya çalıştı.
Bu söylem, bazı Mısırlılarda yankı buldu ve bu kesim yılgınlığa kapılarak mevcut durumu kabullenmeye ve pes etmeye hazır hale geldi. Ancak bence toplumun elit kesimi ve önde gelenlerinin, Mısır halkının motivasyonunu yükseltmek ve alternatifler sunmak konusunda büyük bir sorumluluğu var.
"Sisi sadece Müslüman Kardeşler'e değil tüm muhaliflere karşı savaş içinde"
Abdulfettah es-Sisi, ilk başta Müslüman Kardeşler'e (İhvan) karşı bir savaş yürüttüğü imajını vermeye çalıştı. Ancak bugün tüm Mısır ve dünya Sisi'nin sorununun İhvan ile değil tüm (muhalif) siyasetçilerle olduğunu biliyor. Bugün siyasetle iştigal eden isimlere baktığımızda ya cezaevlerinde ya da yaşadığımız şu zorunlu sürgünde ya da kabirlerde yattığını görüyoruz."
Türkiye'nin Arap devrimleri sürecinde izlediği çizgiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
"Şüphesiz ki Türkiye, Arap Baharı'nı ve özgürlüğünü talep eden halkları destekleyen en önemli aktörlerden biri oldu.
Türkiye ve Katar, genel komplocu eğiliminin dışına çıkan ender iki ülke oldu. Sisi ve arkasında duran ülkelere vicdanını para karşılığında satan bunca doğu ve batı ülkesi varken Türkiye için izlenecek yol apaçıktı."
"Asıl halklarla dostluk ve güven bağı baki"
"Türkiye'nin Arap halklarının yanında yer alarak gerçekten çok doğru bir karar aldığını düşünüyorum. Çünkü asıl halklarla olan dostluk ve güven bağı baki.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, ahlaki tutumlarından ötürü Arap ve Müslüman halkların nezdinde ulaşılabilecek en yüksek güven derecesini yakalamaya başardığını düşünüyorum.
Tüm baskılara rağmen, Erdoğan yolundan sapmadı. Geçici bir şekilde çıkarıyla ters düşse bile ahlaki yükümlülüklerinden vazgeçmedi."
Türkiye'nin uğradığı baskılardan söz ettiniz. Gerek Doğu Akdeniz'de gerek başka bölgelerde Türkiye'nin ABD ve AB'den maruz kaldığı baskıları neye bağlıyorsunuz?
"Şüphesiz ki Türkiye gerek Arap Baharı gerek askeri darbelere karşı gösterdiği çok sayıda saygı değer tutuma karşı bedel ödedi.
"Türkiye'nin kazanımı görünenden çok daha fazla"
Ancak Türkiye'nin bu tutumlarından ötürü kazanımları görünenin çok fazla ötesinde. Türkiye özgürlüklere ve Arap Baharı'na dönük tutumuyla adını altın harflerle yazdırdı.
Ayrıca bence Türkiye'nin Mısır'daki 2013 darbesine karşı tutumunun, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin başarısızlığa uğratılmasında da destekleyici bir rolü olmuştur. Yani Türkiye Mısır'daki darbeyi destekleseydi, 15 Temmuz darbesini engelleyemezdi. Demek istediğim şey; ilkeler tektir.
Çıkarlar ve ilkeler arasındaki denge sadece rakamlarla değerlendirilemez. Geleceği de hesaba katmalı. İnanıyorum ki Türkiye doğru tercihi yapmıştır. Tüm baskılara rağmen Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bizi alıştırdığı gibi, ilkelerine bağlı kalacak. Türkiye'ye güvenimiz tam."
Arap coğrafyasının demokrasiye henüz hazır olmadığını, demokrasinin gelişimi yıllar süren bir süreç olduğunu ve devrimlerin iktidara gelmesiyle ülkenin hemen demokrasiye geçemeyeceğini savunanlar vardır. Bu görüşe ne dersiniz?
"Bence bu görüş büyük bir haksızlık içeriyor. Mısır 102 yıl önce 1919'da anayasa ve bağımsızlık hedefiyle bir devrim gerçekleştirmişti. O dönemde anayasa bazı halklar için o kadar da önemli değildi. Mısır ise daha o dönemde özgürlüğün ve anayasanın kıymetini biliyordu.
Mısır 1886 yılından beri gerçek bir parlamentoya sahipti. Yani neredeyse iki yüz yıldan beri bir parlamento geleneği var ülkemizde. 1952 darbesine kadar iktidara seçimlerle gelinip gidiliyordu. Krallık döneminde siyasal rekabet canlıydı.
1952 darbesinden sonra siyasi yaşam sekteye uğradı. Ancak tarihi boyunca mücadele devam etti.
"Halkın demokrasiye hazır olmadığı savı rejimlerin öne sürdüğü bir gerekçe"
Bence, bölge halkının demokrasiye henüz hazır olmadığı iddiası, despot rejimlerin kötü tutumlarını gerekçelendirmek için ortaya koyduğu bir sav. Ancak bu görüş gerçeği hiç bir şekilde yansıtmıyor. Biz daha iyi bir yaşamı hakeden bir milletiz. Haklarımızı ve özgürlüğümüzü elimize almayı hakediyoruz."
2019'dan itibaren Sudan, Cezayir, Lübnan ve Irak'ta da yaşanan halk ayaklanmaları Arap Baharı'nın ikinci dalgası olarak nitelendirildi. Bu ülkelerdeki gelişmeler, ilk dalgayla kıyasla daha az kanlı gerçekleşti. Ancak aynı zamanda etkisi yine kısıtlı kaldı. Bu ayaklanmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Kısır döngü mü yoksa doğru yolda atılan adımlar mı?
"Ben bu ayaklanmaların doğru yolda ilerlediğini düşünüyorum. Bazı yerlerde tökezlese de birinci dalganın hatalarından ders çıkardığı kanaatindeyim. Başkanlığını eski Tunus Cumhurbaşkanı Munsif Marzuki'nin, Başkan Yardımcılığını ise Yemenli dostum (insan hakları savuncusu) Tevekkül Kerman hanımla beraber üstlendiğimiz Arap Konseyinde bu konuda çok geniş çalışmalarımız oldu. Birinci dalga ile ikinci dalganın arasında mukayeseye baktığımızda daha doğru bir yola girildiğini görüyoruz."
Arap Baharı hangi ülkelerde yaşandı?
Tunus: Protestolar 17 Aralık 2010'da başladı. Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali yaklaşık 1 ay sonra ülkeden kaçtı. 23 Ekim 2011'de ülkede devrimden sonra ilk seçim yapıldı. Parlamento seçimleri, Nahda Hareketi Partisi'nin ağırlıkta olduğu Troyka hükümetini göreve getirirken, 12 Aralık 2011'de düzenlenen cumhurbaşkanlığı seçimleri, Munsif Marzuki'yi Kartaca Sarayı’na taşıdı. Tunus bugün sivil savaş ya da darbe yaşamadan demokratikleşme sürecini devam ettiren tek Arap ülkesi olarak nitelendiriliyor. Sık sık hükümet değişikliğine sahne olan Tunus, 10 yıl içinde ekonomide sıçrama yakalayamadı. Bugün Cumhurbaşkanı koltuğunda Kays Said otururken, Başbakanlık görevini ise Hişam Meşişi yürütüyor.
Libya: Ülkede protestolar 14 Ocak 2011'de başladı. Birleşmiş Milletler'in (BM) Libya'da uçuşa yasak bölge uygulanmasını desteklemesinden sonra NATO 19 Mart'ta ülkede askeri müdahale başlattı. Ağustos 2011'de Trablus muhaliflerin eline geçtikten sonra bilinmeyen bir yerde saklanan ülkenin lideri Muammer Kaddafi Ekim 2011'de kaçarken öldürüldü. Yüksek düzeyde kontrolsüz silahın bulunduğu ülkede siyasi süreç oturtulmaya çalışılırken 2014 yılında doğu ile batı bölgeleri arasında derinleşen ihtilaflar sivil savaşı körükledi. Ülkedeki otorite boşluğundan faydalanan darbeci general Halif Hafter, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır'ın da desteğini arkasına alarak, 2014'ten bu yana Trablus'u ele geçirmek için çok sayıda hamle yaptı. BM tarafından tanınan meşru Ulusal Uzlaşı Hükümeti (UMH), 2019 yılında Türkiye ile imzaladığı askeri iş birliği anlaşmasından sonra Hafter lehine olan güç dengesini ters çevirebildi ve sahada önemli kazanımlar elde etti. 2020 yılının ekim ayında varılan kapsamlı ateşkes anlaşmasından sonra taraflar yeniden müzakere masasına oturdu ve BM arabuluculuğunda yürütülen siyasi diyalog görüşmeleri, 6 Şubat'ta ülkeyi 2021'in sonuna kadar yönetecek yeni bir yürütme kadrosu üzerinde anlaşmayla sonuçlandı.
Mısır: 25 Ocak 2011'de başlayan kitlesel protestoların baskısıyla, ülkeyi 30 yıl boyunca yöneten Hüsnü Mübarek, 11 Şubat'ta görevden ayrılarak yönetimi askeri meclise devretti. Müslüman Kardeşler Teşkilatının adayı Muhammed Mursi, Mayıs 2012'de düzenlenen cumhurbaşkanlığı seçimini kazanarak ülkenin ilk seçilmiş cumhurbaşkanı oldu. Ülkeyi yaklaşık 1 yıl boyunca yöneten Mursi, Haziran 2013'te dönemin savunma bakanı Abdülfettah es-Sisi liderliğindeki askeri darbe ile görevden uzaklaştırıldı. Darbeden sonra kendini cumhurbaşkanı olarak seçtiren Sisi, anayasa değişikliği de sağlayarak koltukta kalabilme süresini uzattı. Birçok dava kapsamında yargılanmaya başlanan Mursi ise 2019 yılında çıkartıldığı mahkeme salonunda hayatını kaybetti. İnsan hakları savunucuları ve muhaliflere karşı uygulanan baskı politikalarının yoğunlaştığı ülkede çok sayıda siyasi tutuklu, tutulduğu hapishanede yaşamını yitirdi.
Bahreyn: 4 Şubat 2011’de başlayan protestolarda, ülkede anayasal ve siyasi reformun yanı sıra sosyoekonomik adalet talepleri de öne sürüldü. Şii çoğunluğa sahip ülkeyi yöneten Sünni Kral Hamad bin İsa Al Halife, ayaklanmaları bastırmak için komşu Körfez ülkelerinden destek istedi. 14 Mart'ta Suudi Arabistan Bahreyn'e askeri güç gönderdikten sonra ülkede protestolar kontrol altına alındı. Mahkemelerde yargılanan Şii muhalefetin liderleri ağır cezalara çarptırıldı.
Yemen: 11 Şubat 2011'de başlayan protestolar hızla tüm ülkeye yayıldı. Görevi bırakmayan ve protestoları şiddetle bastırmaya çalışan Yemen Başkanı Ali Abdullah Salih 3 Haziran 2011'de bir suikast girişimine uğradı. Ağır şekilde yaralanan Salih tedavi için gittiği Suudi Arabistan'dan 3 ay sonra ülkeye sürpriz bir dönüş yaptı ve ilk konuşmasında ülkeyi erken seçime götüreceğini açıkladı.
Kasım 2011'de Ali Abdullah Salih'e dokunulmazlık verilmesi karşılığında ülkede hızlı bir yetki transferi gerçekleştirmek için anlaşma sağlandı. Aynı yılın aralık ayında Salih ile muhalefet, geçici hükümet konusunda anlaştı. 27 Şubat 2012'de resmi olarak istifasını açıklayan Salih yetkilerini Başkan Yardımcısı Abdurrabu Mansur Hadi'ye devretti. İran tarafından desteklenen Şii Husiler 2014'te başkent Sana'da darbe yaptıktan sonra devrik lider Ali Abdullah Salih ile sahada ittifak kurarak ordunun Salih'e yakın kanadının yardımıyla ülkenin kuzeyinde büyük alanları hakimiyetine geçirdi. Suudi Arabistan liderliğinde bir koalisyon Hadi'nin güçlerini Husilere karşı desteklemek amacıyla 2015 yılında Yemen'de askeri operasyon başlattı. Halen devam eden operasyonlar, Husileri geriletmek konusunda başarılı olmadığı gibi Hadi'nin safındaki güçlerin bölünmesine yol açtı. Koalisyonun en önemli ortaklarından Birleşik Arap Emirlikleri tarafından desteklenen ayrılıkçı Güney Geçiş Konseyi’nin 2020'de güneydeki Aden kentinde öz yönetim ilan etmesi, ülkedeki iç savaşta bir cephe daha açtı. Savaşan taraflar arasında çözüm girişimleri bugüne kadar sonuç vermedi. Bugün Yemen'de dünyanın en büyük insani krizlerinden biri yaşanıyor. İç savaş, kıtlık, ve kolera ile COVID-19 gibi salgınlar sivilleri kuşatmış durumda. BM raporlarına göre, Yemen'de yaklaşık 30 milyonluk nüfusun yüzde 80'i yardıma muhtaç. Dördüncü derecede yetersiz beslenmeden muzdarip Yemenlilerin sayısının 2021'in ilk yarısında 5 milyona çıkması bekleniyor.
Suriye: 18 Mart 2011'de başlayan protestolar hızla tüm ülkeye yayıldı. Beşşar Esed rejiminin protestoları şiddetle bastırma çabası, ülkeyi kan gölüne dönüştürdü. Yakın tarihin en şiddetli iç savaşlarından birine sahne olan ülkede yaşamını yitirenlerin sayısının 500 civarında olduğu tahmin ediliyor. 13 milyondan fazla kişi ise evini terk etmek zorunda kaldı. BM arabuluculuğunda yürütülen siyasi çözüm girişimleri yerinde seyrederken otorite boşluğundan faydalanan DEAŞ ve PKK-YPG gibi terör örgütleri ajandasını uygulamak için zemin buldu. ABD ve Rusya'nın da müdahalesiyle DEAŞ’ın görünen varlığı sona erdirilirken, PKK-YPG terör örgütü Fırat'ın doğusunda işgal ettiği bölgelerde de-facto bir yönetim dayattı.
Arap Baharı'nda ikinci dalga:
Sudan: 2018'in aralık ayında başlayan ekmek zammı protestoları hızla tüm ülkeyi sardı. Aylar süren protestolardan sonra ülkeyi 30 yıl boyunca yöneten Ömer el-Beşir ordunun müdahalesiyle görevden uzaklaştırıldı. Ordu generalleri 2 yıllık bir geçiş süreci başlattı. Eylemlerde bir taraftan Beşir'in devrilmesi kutlanırken, diğer yandan sivil yönetim talepleri sürdü. Temmuz 2019'da muhalefet ile ordu arasında varılan anlaşmayla 3 yıllık bir geçiş süreci kararlaştırıldı. Abdullah Hamdok liderliğinde sivil hükümet kurulurken, oluşturulan Yüksek Egemenlik Konseyinin başına General Abdülfettah el-Burhan getirildi.
Lübnan: Ekim 2019'da başlayan hükümet karşıtı protestolar dönemin başbakanı Saad Hariri'nin istifasına neden oldu. Aralık 2019'da Hassan Diab liderliğindeki kurulan yeni hükümet Ağustos 2020'de Beyrut Limanı'nda meydana gelen devasa patlamadan sonra istifa etmek zorunda kaldı. Ülkede yeni hükümet kurma çabaları bugüne kadar devam ediyor. Dünyanın en çok borçlanan devletlerden biri olan Lübnan, siyasi istikrarsızlığın da etkisiyle büyük bir mali krize sürüklendi. Borcunu ödeyemeyecek noktaya gelen ülkede banka sektöründe milyonlarca dolar 'buharlaştı'. Parasını bankalara yatıran vatandaşlar büyük mağduriyet yaşarken ülke IMF'den yeniden borç almak için müzakere masasına oturdu.
Irak: 2019'un ekim ayında alevlenen hükümet karşıtı protestolar, ülkenin orta ve güney kesimlerini etkisi altına aldı. Ayaklanmaların baskısıyla istifa etmek zorunda kalan Başbakan Adil Abdulmehdi'nin yerini Mustafa Kazımi aldı. İran karşıtı sloganlara da sahne olan eylemlerin çok sayıda etkili figürü silahlı saldırılarla suikasta uğradı. Protestolar ülkede COVID-19 salgını nedeniyle getirilen kısıtlamalarla ivme kaybetse de hala etkinliğini koruyor.
Cezayir: Şubat 2019’da Abdulaziz Buteflika'nın kötü giden sağlığına rağmen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde beşinci dönem aday olması üzerine kitlesel protestolara sahne oldu. Binlerce kişinin katıldığı gösteriler giderek ivme kazandı ve ordunun da müdahalesiyle Buteflika'yı koltuğundan etti. Buteflika'nın istifasına rağmen gösteriler, "yolsuzluğa bulaşanlardan hesap sorulması, Buteflika'nın yakın çevresinin görevden uzaklaştırılması ve sistemde köklü değişiklikler" talebiyle devam etti. Bu süreçte eski başbakanlar ve ülkenin en zengin iş adamlarına uzanan çok sayıda yolsuzluk soruşturması açıldı, eski dönemin nüfuzlu isimleri hızla gözaltına alınmaya başladı. Sokaktan yükselen itirazlara rağmen 2019'un sonunda ordunun ısrarıyla düzenlenen cumhurbaşkanlığı seçimlerini Abdulmecid Tebbun kazandı. COVID-19 pandemisi sonucu getirilen kısıtlamalar nedeniyle protestolar ivme kaybetse de halkın reform beklentileri devam ediyor.