Floyd'un ölümünün görüntülerinin medyaya yansımasıyla ABD'de yayılan protestolar, kısa sürede Avrupa'ya sıçradı.
Avrupa'da halk, ırkçılık ve adaletsizliği protesto ederken, aynı zamanda sömürgeci geçmişi hatırlatan heykel, büst ve müzeler de mercek altına alındı.
Özellikle Avrupa Birliği'nin (AB) kurulmasının ardından sömürgeci tarihi ve savaşlarını geçmişe gömerek dünyaya "demokrasi ve insan hakları dersleri" vermeye çalışan kıtanın, kanlı bir sömürgeci geçmişi bulunuyor.
"Avrupa sömürgeciliği" olarak bilinen dönemin başlangıcı, keşiflerin başladığı 15. yüzyıla uzanıyor. Bu dönemde, yeni yerler keşfeden Avrupalıların "kolonilerini" ekonomik ve askeri çıkar için sömürdüğü belirtiliyor.
Afrika'nın doğal kaynakları için birbirleriyle yarışa giren ve savaşan Avrupa ülkelerinin bir kısmı 1900'lerin başlarına, diğerleri 1970'lere kadar sömürü faaliyetlerine devam etti.
Öyle ki 1957'de Avrupa Ekonomik Topluluğu kurulduğunda bazı Avrupa ülkeleri hala sömürgeciliği sürdürüyordu.
Avrupalı ülkeler, sömürge faaliyetlerini "meşrulaştırmak" için bölgeye "medeniyet götürme" yalanına ve misyonerlik faaliyetlerine sığındı. Böylelikle yüzyıllarca yerel halklar, doğal kaynaklarının sömürülmesine, topraklarına el konulmasına, asimilasyona maruz bırakıldı.
İngiltere
İngilizler, 16. yüzyılda denizaşırı sömürgeye ve köle ticaretine başladı. 1783'e gelindiğinde Britanya, Amerika ve Batı Hint adalarındaki sömürgelerle büyük bir imparatorluğa dönüştü.
Bu ilk imparatorluk, ABD'nin doğuşunu sağlayan Amerikan Devrimi'yle sona erse de İngilizler, 19. yüzyılda Hindistan ve Afrika'da işgalleriyle yeni bir imparatorluk kurdu.
Halen bazı sömürgelere sahip olan İngilizlerin imparatorluğu, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki bağımsızlık hareketleriyle sona erdi.
1922'de zirvesine ulaştığında Britanya İmparatorluğu, dünya nüfusunun 5'te 1'ini ve dünya toplam alanının ise 4'te 1'ini yönetiyordu.
Yaklaşık 500 yıl süren sömürgecilik dönemi; köle ticareti, kölelerin sömürgelerde kullanılması, katliamlar, kıtlıklar ve toplama kamplarındaki zulümlerle dolu.
Öncelikle İngiltere, köle ticareti 1800'lerde yasaklandığı bu alanda en baskın güçtü. 16. yüzyıldan 1807'ye kadar olan dönemde yaklaşık 12,5 milyon insanın Afrika'dan Amerika ve Karayiplere köle olarak taşındığı tahmin ediliyor.
İngiltere'nin kölecilik tarihinde, 17. ve 18. yüzyıllarda köle ticareti ya da köleler tarafından üretilen ürünlerin satışıyla hem İngiltere hem de binlerce İngiliz ailesi zenginleşti. "İnsan" olarak görülmeyip, "mal" olarak alınıp satılan köleler, sahipleri tarafından sık sık "cezalandırılıyor", hatta öldürülüyordu. Kölecilikle ilgili yasalar, daha çok köle sahiplerinin haklarını içeriyordu.
İngiltere, köle ticaretinin yanı sıra sömürgelerde işledikleri katliamlarla da biliniyor. Tarih boyunca birçok katliama imza atan İngilizler, son yüzyılda da durmadı.
İngiltere ile bugünkü Güney Afrika Cumhuriyeti'nin kurulu olduğu bölgede yaşanan 2. Boer Savaşı (1899-1902) sırasında İngilizler, çoğunlukla kadınlar ve çocukları kamplarda topladı. Az yiyecek verilen aşırı kalabalık kamplarda, yaklaşık 28 bin Boer (Hollandalıların soyundan gelenler) ve bilinmeyen sayıda siyah Afrikalı öldü.
Hindistan'ın Amritsar kentinde 13 Nisan 1919'da, İngiliz sömürge yönetimine karşı yapılan barışçıl gösteriler, katliamla bastırıldı. İngiliz yetkililerin emriyle askerler, mühimmat bitene kadar ateş etmeye devam etti ve sadece 10 dakikada yaklaşık 1000 protestocu öldürüldü. Tarihe "Amritsar Katliamı" olarak geçen katliam emrini veren Brigadier Dyer, İngiliz halkının kendisine bir teşekkürü olarak parayla ödüllendirildi.
Avukat Cyril Radcliffe 1947'de, Hindistan ile yeni oluşturulan Pakistan arasındaki sınırı, bir öğle yemeği sırasında çizdi. Onun kısa zamanını alan çizime göre, 10 milyondan fazla insan evinden oldu ve yaşanan şiddet olaylarında 1 milyon kadar insan öldürüldü.
İngiliz sömürgesi altındaki Kenya'da bağımsızlık amacıyla başlatılan Mau Mau İsyanı (1951-1960) sırasında, binlerce Kenyalı öldürüldü ve kötü muameleye tabi tutuldu.
Bu ölüm ve kötü muameleleri mahkemeye taşıyan Kenyalılara bir kez daha katliamla karşılık verildi. Kikuyu kabilesi üyeleri, toplama kamplarında sistematik işkence ve ciddi cinsel saldırıya maruz kaldı. Bu toplama kamplarında 100 bin kişinin öldüğüne inanılıyor.
Britanya İmparatorluğu döneminde, Hindistan'dan milyonlarca ton buğday İngiltere'ye ihraç edildiği için 12-29 milyon arasında Hint açlıktan öldü.
En son 1943'te dönemin Başbakanı Winston Churchill, İngiliz askerlerine ve Yunanistan gibi ülkelere Hintlerin ürünlerini gönderirken, 4 milyon kadar Bengalli açlıktan hayatını yitirdi.
Churchill, Bengal kıtlığıyla ilgili bir açıklamasında, "Hintlerden nefret ediyorum. Hayvan gibi bir dine sahip, hayvan gibi insanlar. Kıtlık, tavşan gibi üredikleri için kendilerinin hatasıydı." dedi.
İspanya ve Portekiz'in imparatorluk geçmişleri, acımasız ve kanlı sömürgecilikle dolu
İspanya ve Portekiz, imparatorluk dönemlerine denk gelen 16. ve 19. yüzyıllar arasında başta Amerika ve Afrika kıtalarında çok sayıda ülkeyi sömürgesi yaptı.
1400'lü yılların sonunda Orta Amerika'daki Maya, Aztek ve ardından İnka imparatorluklarını fetih politikasıyla ortadan kaldıran İspanya imparatorluğu, 19. yüzyılın başlarına kadar Orta ve Güney Amerika'da egemenliğini devam ettirdi.
Bölgedeki altın madenleri ve diğer zenginlikleri hedef alan İspanyolların işgalleri çok acımasız ve kanlı olduğu bilinirken, bizzat Peru'yu işgal eden İspanyol Francisco Pizarro'nun belge ve günlüklerinde, İnka halkına soykırım yapıldığı ifade ediliyor.
İspanya'nın 1898'e kadar sürdürdüğü Güney Amerika'daki sömürgeciliğinde, Karayipler'deki Küba ve Porto Riko da önemli bir yer aldı. İspanya'nın Afrika topraklarında bilinen en büyük sömürgeleri ise Ekvator Ginesi ve Batı Sahara oldu.
Ekvator Ginesi'nde 1778'den 1969'a kadar egemenlik kuran İspanya, bölgedeki bazı katliamların sorumlusu olarak gösterildi.
İspanya'nın Pasifik'teki en büyük sömürgesi ise Filipinler oldu. Filipinler, 1521'den itibaren 300 yıl boyunca İspanya İmparatorluğu'nun parçası olarak kaldı.
Portekiz
Portekiz İmparatorluğu, 16. yüzyılda denizlerde kurduğu üstünlükle ticari ve stratejik sebeplerden 1500-1822'de egemenliği altında tuttuğu Brezilya'da sömürgeci politikalar yürüttü.
Ticaret politikasını, Afrika kıyılarında yoğunlaştıran Portekiz, diğer Avrupa ülkelerinin aksine 1950 ve 1960'lı yıllarda Afrika'daki sömürgelerini bırakmadı.
Angola, Mozambik ve Gine Bissau'daki egemenliğini bırakmamak için 1961-1974'te kanlı sömürge savaşları yapan Portekiz, bu ülkeleri iç savaşlarına terk ederek bölgeden çıktı.
Almanya
Almanya 1884’ten 1. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar Afrika kıtasında Alman Güneybatı Afrikası (Bugünkü Namibya), Alman Doğu Afrikası (Ruanda, Burundi, Tanzanya), Togoland (Togo) ve Kamerun bölgelerini sömürge altında tuttu.
Bugünkü Namibya topraklarında yer alan Alman Güneybatı Afrikası'nda 1904-1907'de Alman General Lothar von Trotha'nın emriyle katliam yapıldığı, bunun Herero nüfusunun büyük çoğunluğunun ve Nama nüfusunun yarısının yok olmasına sebep olduğu ifade ediliyor.
Tarihi belgelere ve yayımlanan raporlara göre, Heroro nüfusunun yüzde 80'i ve Nama nüfusunun da yüzde 50'si 1904-1907'de sürgünlerde ve toplama kamplarında yaşamını yitirdi.
Toplama kamplarında hayatını kaybedenlerin kafa taslarını ülkeye getiren ve bilimsel deneyler için kullanan Almanların, Herero ve Namalara karşı işlediği katliam, "20. yüzyılın ilk soykırımı" olarak nitelendiriliyor.
Alman Doğu Afrikası'na Vali olarak atanan Hermann Wilhelm Leopold Ludwig Wissmann, Alman İmparatorluğu'nun ilk Şansölyesi Otto von Bismarck'ın emriyle ayaklanmaları bastırarak, karşı çıkanları öldürttü, bölgeyi talan ettirdi ve tarlaları ateşe verdirdi.
Diğer bölgelerde olduğu gibi Ruanda da en verimli bölgeleri işgal eden Almanlar, yerel nüfusu buralarda çalışmaya zorladı ve ülkenin kaynaklarını yağmaladı.
Almanya, Afrika dışında bugünkü Papua Yeni Gine, Marshall Adaları, Samoa’nın batısı ile Çin’de Kiautschou bölgesini de sömürgeleştirmişti.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Versay Antlaşması ile Almanya'nın tüm sömürgeleri elinden çıktı.
Belçika
Belçika, diğer Avrupa ülkelerine göre daha geç sömürgeciliğe başlasa da şimdilerde Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Ruanda ve Burundi olarak bilinen Afrika ülkelerinde kanlı bir iz bıraktı.
Cani uygulamalarıyla zaman içinde "Kongo Kasabı" olarak anılacak Belçika Kralı 2. Leopold, 1885 tarihli Berlin Konferansı sonrasında Kongo'yu kendi mülkü ilan etti.
Belçika’nın yaklaşık 70 katı olan bölgeyi "Özgür Kongo Devleti" ilan eden Leopold, Henry Morton Stanley’i görevlendirerek "ülkeye medeniyet götüreceğini" iddia etti.
Kongo'nun fildişi ve kauçuk gibi zengin doğal kaynaklarının sömürülmeye başlandığı Leopold döneminde, kotalarını dolduramayan yerlilerin kendilerinin ve çocuklarının elleri ile ayakları olmak üzere uzuvları kesildi.
Brüksel'deki sarayına "Afrika Müzesi" açan Leopold, Kongo'dan getirdiği kişileri, "insanlar için düzenlenen hayvanat bahçesinde" sergiledi.
Kongo'da Leopold'un uyguladığı insanlık dışı uygulamalarda, şiddet, açlık ve hastalık nedeniyle toplumun yarısının, bazı kaynaklara göre yaklaşık 10 milyon kişinin hayatını kaybettiği düşünülüyor.
Kongo, Belçika’dan bağımsızlığını 1960’ta kazanarak, Kongo Demokratik Cumhuriyeti oldu.
Belçika, diğer bir sömürgecilik macerasına ise şimdilerde Ruanda ve Burundi olarak bilinen ülkelerde atıldı.
Milletler Cemiyetince 1. Dünya Savaşı'nın ardından Almanya'dan alınarak 1922-1962'de bu iki ülke Belçika kontrolüne verildi.
Belçika, iki ülkede yoğun şekilde ırk ve etnik ayrıma dayanan politikalar izledi.
Ruanda'da, "Avrupai görünümlü" Tutsilerin ırk olarak Hutulardan daha üstün olduğuna inanan Belçika, gruplar arasındaki ayrımı derinleştirdi.
Belçika’nın Ruanda’daki etnik politikalarının 1994'te yaklaşık 850 bin kişinin canına mal olan Ruanda Soykırımı'nın temelini oluşturduğu düşünülüyor. İki ülke, 1962'de Belçika'dan bağımsızlığını kazandı.
Fransa
Fransa, 1524'te başlattığı sömürgecilik faaliyetleriyle Afrika'nın batısında ve kuzeyinde 20'den fazla ülkede hakimiyet kurdu. Afrika'nın yüzde 35'i 300 yıl boyunca Fransa'nın kontrolünde kaldı.
Senegal, Fildişi Sahili ve Benin gibi ülkeler, o yıllarda Fransa'nın köle ticaret merkezleri olarak kullanıldı ve bölgedeki tüm kaynaklar sömürüldü.
Fransa'nın dünya savaşlarında bağımsızlık vaadiyle kendi saflarında savaştırdığı ülke halklarının başlattığı ayaklanmalar da şiddetle bastırıldı.
Bölgede 5 asır süren sömürge dönemi ve bağımsızlık savaşları, 2 milyondan fazla Afrikalının hayatına mal oldu.
2. Dünya Savaşı bitmeden kısa zaman önce "bağımsızlık" vaadiyle Fransa saflarında savaşan Cezayirlilerin başlattığı gösterilerde, binlerce Cezayirli, Fransız askerlerince öldürüldü.
Tarihe "8 Mayıs 1945 Setif ve Guelma" katliamı olarak geçen olaylardan Cezayir'in bağımsızlığını kazandığı 1962'ye kadar şiddet olayları, sistematik şekilde devam etti. Cezayir Bağımsızlık Savaşı'nda yaklaşık 1,5 milyon kişi, Fransızlar yüzünden hayatını kaybetti.
Fransa'nın, 1830'dan beri Cezayir toplumunu kültürel anlamda da bir soykırımla baş başa bıraktığı biliniyor.
Cezayir'in kendi mahalli kimliğinin dışında 300 yıllık Osmanlı tarihinin de büyük ölçüde ortadan kaldırılmasına neden olan Fransa, ülkede birçok kültürel ve dini eseri kendi tasarrufunda istediği gibi dönüştürdü.
Paris yönetimi, bugüne kadar sömürgeci politikaları nedeniyle devlet olarak Cezayir'den resmen özür dilemezken, Cezayir Mücahitler Bakanlığı, sömürge yılları ve sonrası dönemle ilgili 4 dosyanın iki ülke arasında hala beklemede olduğunu belirtiyor.
Fransa, yüzlerce belge ve eser içeren Cezayir arşivini ise ülkeye geri göndermeyi kabul etmiyor.
Fransa, asırları aşan sömürgeciliğinde 2 milyondan fazla Afrikalının öldüğü katliamlar nedeniyle hala özür dilemezken, Afrika'da hakimiyetini devam ettirebilmek için sömürgeci yollara başvurmaya devam ediyor.
İtalya
1861'de İtalya Krallığı olarak siyasi birliğini sağlayan İtalya, İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz, Hollanda’nın aksine sömürgecilik hareketlerine daha geç başladı.
İngiltere ve Fransa'nın Afrika’yı kendi arasında bölüşmesinde araya giren İtalya, ilk olarak Etiyopya’yı (Habeşistan) almak üzere 1800'lü yılların sonunda girişimleri olsa da sonuç alamadı.
Aynı yıllarda Eritre'den toprak satın alan İtalya, 1890'da bu ülkeyi tamamen işgal ederek kolonisi haline getirdi.
1900'lerin başında yürüttüğü gizli diplomasiyle Osmanlı'nın Afrika kıtasında kalan son toprağı Trablusgarp'ı gözüne kestiren İtalya, burayı almak için Eylül 1911’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti.
Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal (Atatürk), Kurmay Binbaşı Enver'in (Enver Paşa) de olduğu subaylarını gönderen Osmanlı, yerel halkla İtalyan güçlerine uzunca süre direndi.
İtalyanlar, amaçlarına 1912'de İsviçre'de imzalanan Uşi (Ouchy) Anlaşması ile ulaşarak Trablusgarp'ı işgal etti. Osmanlı Devleti Trablusgarp'tan çekilse de İtalyanlar uzunca bir süre burada yerel halkın direnişiyle karşılaştı.
Özellikle "Çöl Aslanı" lakabıyla bilinen Ömer Muhtar ve lideri olduğu Senusi birliklerinin direnişi İtalyanları zorladı.
İtalyanlar, Libya'yı kontrol etme çabaları sırasında yüzbinlerce Libyalının ölümüne, onbinlercesinin yerinden edilmesine neden oldu.
1800'lü yıllarda (Etiyopya) Habeşistan'ı almayı denese de başarılı olmayan İtalya, 1935-1936’da ikinci kez Etiyopya'yı alma girişiminde bulundu ve bu sefer, Eritrelilerle Etiyopya'yı işgal ederek sömürgesi haline getirdi.
Faşist lider Benito Mussolini liderliğindeki İtalya, 1936'da "İtalyan Doğu Afrikası" adıyla bugünkü Etiyopya, Somali, Eritre ve Kenya’nın bir kısmını kapsayan bölgede en büyük kolonisini kurdu.
İtalyan Doğu Afrikası da 1941'de yıkılırken, 1941-1949'da İngilizler bölgeye hakim oldu.
Birleşmiş Milletler kararıyla 1949'da "Somali İtalyan Güven Bölgesi" kurulurken, İtalyanların nüfuzu Somali'nin 1960’ta bağımsızlığını kazanmasına kadar sürdü.
Faşist lider Benito Mussolini’nin gözde komutanlarından olan Eritre, Libya ve Etiyopya’da genel valilik de olmak üzere pek çok görevde bulunan Mareşal Rodolfo Graziani, buralarda yaptığı katliamlarla biliniyor.
Libya direnişinin sembol ismi Ömer Muhtar'ın asılmasından, burada kurduğu toplama ve çalışma kamplarında binlerce kişinin ölümünden dolayı "Fizan Kasabı" olarak anılan Graziani, 30 bini aşkın Etiyopyalı'nın öldürülmesi emrini veren kişi olarak biliniyor.
İtalyan ordusunun, Etiyopya’da giriştiği kimyasal silahlı katliamların arkasındaki isim olarak da Graziani ismi öne çıkıyor.
Hollanda
Hollanda, Amerika kıtasından Asya'ya, Afrika'dan Güney Amerika'ya kadar birçok bölgede sömürgecilik yaptı.
17. yüzyıldan itibaren Afrika kıtasının sömürge oluşturmaya başlayan Hollanda; Fildişi Sahili, Gana, Güney Afrika, Angola, Namibya ve Senegal'de birçok koloni kurarak bu ülkelerdeki doğal ve insani kaynakları kullandı.
En eski sömürgelerinden biri olan Gana'ya 16. yüzyılda giden Hollandalılar başta altın olmak üzere Gana’nın yeraltı madenlerini sömürdü. Gana'da 1642'de inşa ettikleri Elmine Kalesi ile de Gana'dan Amerika ve Avrupa kıtalarında binlerce Afrikalıyı köle olarak kaçırdı.
Namibya sahillerine 1793'te gelen sömürgeci Hollandalılar, ülkenin en gözde limanı olan Walvis Bay Limanı'nı ele geçirdi ve bu tarihten itibaren burayı "köle limanı" olarak kullanmaya başladı.
Tarihçilere göre, 1795'te Hollanda'nın köle ticaretinin merkezi Güney Afrika'nın başkenti Cape Town'un nüfusunun 3'te 2'si kölelerden oluşuyordu.
Hollanda'nın, Afrika'daki sömürge izlerinden en bilineni Khoikhoi halkına yönelik katliamları oldu. Hollanda, 1659, 1673 ve 1674-1677'de Khoikhoi’yi köleleştirmek için büyük katliamlar yaparak binlerce Afrikalıyı öldürdü, evlerine ve arazilerine el koydu ve köle olarak kaçırdı.
Hollanda, Asya’daki köle ticaretini de elinde bulunduruyordu. Madagaskar, Endonezya, Hindistan ve Sri Lankalı köleler çalıştırıldı. Bazı dönemlerde sömürgelerdeki bir Hollandalıya yaklaşık 200 köle düştüğü görüldü.
Endonezya, 350 yıl Hollanda sömürgesinde kaldı. 1947'de Endonezya'nın bağımsızlık mücadelesi sırasında binlerce Endonezyalı, Hollanda askerlerince öldürüldü.
Hollanda, Endonezya'nın bağımsızlık ilanını tanımadığı gibi sömürge yönetimini devam ettirmek amacıyla Cava ve Sumatra adalarına asker çıkardı ve yaptığı katliamlarla savaş suçu işledi.
Ayrıca 1740'da Hollandalı askerleri, Batavia sahil kentinde 10 binden fazla yerli Çinliyi katletti.