7 Ekim’den bu yana dünyanın dört bir tarafından canlı yayınlanan büyük bir katliama imza atan soykırımcı İsrail yönetimi, ne Gazze’deki esirleri geri alabildi ne de düşman ilan ettiği Hamas’ın direniş gücünü yok edebildi.
Başbakan Binyamin Netanyahu ve aşırı sağcı savaş kabinesi, Gazze Şeridi’nde 40 binden fazla masum sivili katletmesine rağmen siyasi hedeflerine ulaşabilmiş değil. Üstelik Lübnan cephesi dolayısıyla kuzeyde yaşayan işgalci yerleşimciler de göç etmek zorunda kaldı. Filistinlilerin evlerini, topraklarını işgal edenlerin aşırı sağ hükümetin en büyük destekçileri olduğu düşünüldüğünde, durum daha net anlaşılıyor.
Gazze’de siyasi hedeflerine ulaşmaktan uzak Netanyahu ve ortakları, yeni hedefler belirleyerek kaosu ve savaşı genişletmeyi düşünüyor. Bunu Lübnan cephesinde kısmen başarmış durumdalar. Ancak bir hedefleri daha var: Batı Şeria.
İsrail'in Batı Şeria'ya yönelik saldırıları, mevcut aşırı sağcı İsrail hükümetinden önce, 2022'den bu yana neredeyse her gün gerçekleşiyor. Filistin şehirlerini, mülteci kamplarını ve köylerini hedef alıyor, araçları yakıyor, köylülerin mallarına zorla el koyuyor, altyapıyı yok ediyorlar.
Filistinlilerin hayatlarını her alanda zorlaştıran soykırımcı yönetim, bölgedeki en ufak sesleri bile kısmaya çalışıyor. Katar Merkezli Al Jazeera’nin muhabiri Şirin Ebu Akile’nin doğrudan başından vurularak öldürülmesi, Türk-ABD vatandaşı Ayşenur Ezgi Eygi'nin yine doğrudan hedef alınması bu baskının en belirgin göstergesi.
İsrail ordusunun saldırıları ve işgalci yerleşimcilerin saldırıları sonucunda 2022'den bu yana Batı Şeria'da binden fazla Filistinli öldürüldü.
Askeri baskınlar, İsrail'in 1967'den beri yasa dışı olarak işgal ettiği Batı Şeria ile Filistin devletinin kurulmasını kabul etmek yerine güç kullanarak başa çıkma politikasından kaynaklanıyor. Batı Şeria’daki İsrail baskısının ana odak noktasını, Filistin direniş gruplarının İsrail'e meydan okuyacak kadar güçlenmemesi oluşturuyor.
Batı Şeria'daki Filistinli silahlı grupların ateş gücü, Gazze'deki grupların ateş gücüne hiç benzemiyor ve İsrail, uzun zamandır Filistin Yönetimi ile güvenlik konularında iş birliği yapmak da dahil olmak üzere, bu durumun böyle kalmasını sağlamak için çalışıyor.
İşgalci yerleşim yerlerinde yaşayan İsrailliler, özellikle köylerde ve kırsal bölgelerde yaşayan Filistinlilere düzenli olarak saldırıyor, taciz ediyor ve bazen de onları topraklarından ayrılmaya zorluyor.
Teknik olarak Ramallah'taki Filistin Yönetimi'nin kontrolü altında olsa da Batı Şeria'nın büyük bir kısmı İsrail tarafından yönetiliyor ve polis gözetiminde bulunuyor. İsrail güçleri işgal altındaki Filistin topraklarının herhangi bir yerine, istedikleri şekilde girebiliyor.
İsrail askerleri Batı Şeria'nın her yerinde kalıcı olarak konuşlandırılmış durumda. İşgalci yerleşimler ve sadece İsraillilere hizmet eden yollar bölgeyi çaprazlamasına kesiyor ve kısmen toprak bütünlüğü olan bir Filistin Devleti ihtimalini devre dışı bırakıyor. Uluslararası Adalet Divanı yakın zamanda İsrail'in işgal altındaki Batı Şeria'da ve işgal altındaki Doğu Kudüs'te varlığını sürdürmesini "yasa dışı" ilan etti.
İsrail, Batı Şeria'yı işgalini sıklıkla güvenlik gerekçeleriyle açıklamaya çalışyor. Ancak Netanyahu ve diğer önde gelen İsrailli politikacılar iki devletli çözümü reddediyor, açıkça işgalci İsrail yerleşimlerinin artırılması çağrısında bulunuyor. "Yahudiye ve Samarya" adını verdikleri bölgenin İsrail için merkezi önemini sürekli vurguluyor.
Ayrıca Batı Şeria'daki inşaatların denetimi ve polislik sorumluluğu, İsrail'in en tartışmalı ve işgalci yerleşimci yanlısı iki bakanın elinde.
Maliye Bakanı Bezalel Smotrich yakın zamanda Batı Şeria'daki inşaatın genel kontrolünü üstlenirken, Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ise polislik görevinden sorumlu. Her ikisi de İsrail'in Filistin topraklarında daha fazla genişlemesi lehine adımlar atıyor. Yine her iki aşırı sağcı bakan da bölgedeki Filistinlilere yönelik yerleşimci şiddetini desteklemekle suçlanıyor. Hem Smotrich hem de Ben-Gvir zaten işgalci yerleşimci.
Bugünlerde ise Batı Şeria'daki saldırılar devam ederken; Dışişleri Bakanı Katz, Filistinlilerin Batı Şeria'dan "geçici tahliyesi" çağrısında bulundu. Bu da İsrail'in Filistinlileri bölgeden zorla yerinden etmeye çalıştığı endişesini artırdı.
Analistlere göre bu, İsrail'in daha geniş kapsamlı stratejisinin bir parçası. Hemfikir olunan konu, çok uzun bir süredir İsrail'in Batı Şeria'nın büyük kısmını ilhak etmeyi ve etnik temizlik yapmayı planladığı gerçeği.
Bölgeyi yakından takip eden uzmanlara göre, işgal altındaki Batı Şeria büyük bir ayaklanmanın eşiğinde. Öyle ki, İsrail İç Güvenlik Servisi Şin Bet Başkanı Ronen Bar başkanlığındaki İsrail'in Güvenlik İşleri İçin Küçültülmüş Bakanlar Kurulu (KABİNET) “Üçüncü bir intifadanın eşiğindeyiz” açıklamasıyla olayların tırmanabileceğine dair uyarıda bulundu.
Olası bir İntifada (ayaklanma-isyan) İsrail içlerine de sıçrayacağı için Gazze ve Lübnan cephelerinden farklı olması bekleniyor.
Tel Aviv'in kalbindeki Gush Etzion Mahallesi, Hebron, Cenin ve Nablus'ta son zamanlardaki gerçekleşen eylemler, bu farklılığın en büyük örneklerini teşkil ediyor.
Bilindiği üzere geçtiğimiz yıllarda İsrail’in işgal altında tuttuğu şehirlerde başlayan eylemler büyük bir kaosa neden olmuştu ancak İntifada olarak anılmamıştı.
Birinci ve İkinci İntifada’da yaşananlar göz önüne alındığında, yeni bir İntifada’nın İsrail’i epey zorlayacağı görülebiliyor.
Birinci İntifada, 8 Aralık 1987'de Gazze'de patlak verdi ve 13 Eylül 1993'e kadar işgal altındaki Filistin topraklarına hızla yayıldı. Çocuklar ve gençler tarafından katil İsrail ordusuna taşlarla meydan okunduğu için "Taş İntifadası" olarak bilindi.
İkinci veya El-Aksa İntifadası, İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasında imzalanan Oslo Anlaşmaları'nın ardından yaşanan gelişmeler ve İsrail rejiminin devam eden baskıcı politikalarına karşı 28 Eylül 2000'de patlak verdi. İntifada’nın fitili, güçlü bir güvenlik ekibiyle Mescid-i Aksa yerleşkesine giren Ariel Şaron tarafından ateşlendi.
O sırada orada bulunan binden fazla Filistinli bunu kabul edilemez bir provokasyon olarak gördü. Bu intifada 8 Şubat 2005'e kadar sürdü.
Bugünlerde konuşulan Üçüncü İntifada ise son yıllarda İsrail ile Filistin direnişi arasında artan gerginlik, sistematik şiddet, İsrail içerisindeki siyasi kutuplaşmanın artması nedeniyle gündemde.
Batı Şeria'daki işgal güçlerinin, hem düzenli birlikler hem de silahlı, aşırı sağcı, işgalci yerleşimciler tarafından uygulanan şiddet, İsrail'in çeşitli bölgelerinde ve işgal altındaki topraklarda yoğunlaştı.
Batı Şeria'daki direniş grupları ise, ailelerini, evlerini ve topraklarını korumak için bu şiddete yanıt veriyor.
İsrail halihazırda silahlı baskı, keyfi tutuklamalar ve suikastlarla hem halk direnişini hem de silahlı mücadeleyi durdurmaya çalışıyor. Batı Şeria’dan son zamanda artarak gelen haberlerin nedeni de bu.
Batı Şeria'da bir intifadanın patlak vermesi, siyasi geleceği için mücadele eden Başbakan Binyamin Netanyahu'nun vaat ettiği tam zaferi elde edemediği bir durumu ortaya çıkarabilir. Hatta durumu daha da kötüleştirebilir.
Netanyahu ne Hamas'ı Gazze'de hezimete uğratabildi ne de İsrailli rehineleri kurtarabildi. Üstelik kuzeydeki işgalci yerleşimciler evlerine dönemiyor. Nihai kertede Üçüncü İntifada’nın başlaması, Netanyahu ve aşırı sağ ortaklarının siyasi gelecekleri için kötü bir son olabilir.