Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde yaşanan nefret suçu Batı’nın ayrımcı politikalarından birini daha gözler önüne serdi. Aşırı sağcı Danimarka-İsveç vatandaşı Rasmus Paludan, tüm tepkilere rağmen Kur’an-ı Kerim’i yakmak için iznini aldı ve radikal rolüne bürünüp protestosunu yaptı.
Fakat aslında bu protestonun yapılmasına izin veren yetkililer ifade özgürlüğü adı altında nefret suçunun işlenmesine müsaade etmiş oldular. Öyle ki, yine İsrail'in Stockholm Büyükelçiliği önünde Tevrat yakılması eylemini engelleyenler İsveç makamlarıydı çünkü eylem fikir özgürlüğü olarak görülmedi.
Ortaya çıkan tartışma ise İsveç ile Türkiye arasındaki zaten gergin olan ilişki zemininde ifade özgürlüğü konusunda ciddi sorular oluşturuyor. Yani, Batı’nın Kur’an-ı Kerim ve Tevrat’ın yakılması hususuna verdiği bu iki ayrı karar, iki yüzlü bir politikayı aşikar yapıyor.
Paludan yargılanabilir mi?
İşin çelişkili yanı ise İsveç'te bu tür bir protesto rejiminin yanı sıra, "bir nüfus grubuna karşı ajitasyon"u, yani nefret söylemini yasaklayan bir dizi başka yasanın da olması. Ancak protestocu halihazırda izin aldığı için eylemi gerçekleştirebilir. Fakat bu suçu fikir özgürlüğü adı altında işlemiş olması kimseyi cezai sorumluluktan muaf yapmaz. Bu yüzden de, nefret suçu işleyen Paludan’ın yargılanması beklenebilirdi.
Peki ne oldu? Üst düzey İsveçli politikacılar protestoyu kınadılar ve saygısız bir provokasyon olarak gördüler. Bu tepkisiz tutumun işaret ettiği bir diğer konu, Avrupa’da aşırı sağ popülizminin ne kadar etkili olduğu.
Batı’nın fikir özgürlüğü anlayışını ve İsveç’te yaşanan iki yüzlü politikanın hukuksal zeminini Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Uluslararası Hukuk Öğretim Üyesi Dr. Onur Uraz ile konuştuk.
“İfade özgürlüğü kısıtlama veya yaptırımlara tabii”
Dr. Uraz öncelikle Avrupa’da ifade özgürlüğünün ortak bir zeminde belirlenen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. Maddesi’ne işaret ediyor ve bu hükmün ifade özgürlüğüne sağladığı çerçeveyi çiziyor.
“İlgili maddenin ikinci fıkrası ise ifade özgürlüğünün aynı zamanda görev ve sorumluluklar getirdiğini belirtiyor. Bu bakımdan da taraf devletlerin, yasayla öngörülmesi ve demokratik bir toplumda gerekli olması ve ‘ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması’ gerekçelerinden birine dayanması kaydı ile ifade özgürlüğünün kullanılmasını formalite, şart, kısıtlama veya yaptırımlara tabi tutulabileceğini belirtiyor.”
“Müdahalenin orantılı olması gerekiyor”
Yani yasaya göre kısıtlama ve yaptırım devletlere verilmiş bir hak. Ancak Dr. Uraz, yapılan müdahalenin de orantılı olması gerektiğinin altını çiziyor:
“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarınca ortaya konulduğu üzere böyle bir kısıtlamanın güvenilirliği için özgürlüğe müdahale amacının meşru olması, demokratik bir toplumda böyle bir müdahalenin gerekli olması yani zorunlu bir toplumsal gereksinimin doğması, ve yapılan müdahalenin orantılı olması gerekiyor.”
“Devletler kısıtlamalardan kaçınmayı tercih edebilir”
Dr. Uraz bu noktada başka bir hususa da dikkati çekiyor ve “AİHS’in devletlere kısıtlama yapma yönünde bir alan tanıdığı ve fakat bu yönde bir zorunluluk getirmediğini” söylüyor. “Öyleyse taraf devletler tıpkı ABD’de olduğu gibi ifade özgürlüğüne devlet müdahalesinden mutlak veya mutlaka yakın bir şekilde kaçınmayı tercih edebilir” diyor Uraz.
Bu noktada ABD örneğini veriyor ve ABD Anayasası’nın her türlü ifadeye karşı devlet müdahalesini yasakladığını hatırlatıyor:
“Bu sebeptendir ki ABD’de İncil veya bayrak yakma gibi eylemlere herhangi bir yaptırım uygulan(a)madığı görülüyor.”
Her olayda aynı tutum bekleniyor
Avrupa da bu özgürlüğü tanıyarak yasayı uygulayabilir. Ancak Uraz, bu uygulamaların genel olması gerektiğini belirtiyor.
“Bu çerçevede bir Avrupa devleti de aynı genişlikte bir özgürlüğü kendi yargı alanında tanıyabilir. Fakat eğer böyle bir özgürlük tanınacaksa bunun genel geçer bir şekilde tanımlanması ve uygulanması gerekir.”
İsveç’te nefret söylemi suç
Bu bağlamda İsveç’te yaşanan iki hadisede aynı tavrın uygulanmadığı anlaşılıyor. Zira, ifade özgürlüğüyse aynı tutumun sergilenmesi gerektiği açık. Uraz, bu örnekleri belirterek, İsveç’te nefret söyleminin ABD’den farklı olarak suç olduğuna dair yasa olduğunu da söylüyor.
“İsveç Anayasası kendi topraklarında oldukça geniş bir ifade özgürlüğünü getirmeyi hedeflemiş ve çok sınırlı sayıda kısıtlamayı ‘İfade Özgürlüğüne İlişkin Temel Kanun’ ile öngörmüştür. Bu kısıtlamalardan biri nefret söyleminde bulunmak. İlgili kanun ABD’den farklı olarak nefret söylemlerinin ırksal kışkırtma/tahrik boyutuna vardığı durumları suç haline getirerek yasaklamıştır.”
Tevrat’ı yakmak isteyen engellendi
Dr. Uraz, Paludan’ın fiilinin de İsveç’teki bu yasaya aykırı olan kapsama girdiğini belirtiyor. Fakat öte yandan Tevrat’ı yakmak isteyen protestocu ironik olarak engelleniyor:
“Dahası birkaç gün sonra şahsen tasvip etmediğimiz, antisemittik ve İslam’a açıkça aykırı bir davranış olan Tevrat’ın İsrail’in İsveç Büyükelçiliği önünde yakılması eylemi girişimi bu madde kisvesi altında İsveç otoritelerince engellendi.
Bu eylemi yapmak isteyen protestocu hem Paludan’ın davranışına bir misilleme yapmak istediğini hem de İsrail’in Filistin’e ilişkin politikasına karşı duruşunu ortaya koymak istediğini belirtmiştir. Her ne kadar her olayın kendi özelinde değerlendirilmesi hukuken esas olsa da, kanaatimizce tamamen politik olan sebeplerden yola çıkarak dini toplulukların değerlerinin küçümsenmesi, bu gruplara karşı infial yaratılması amacının her iki olayda da güdüldüğü vakidir.
Hal böyle iken ya iki eyleme de izin verilmesi, yahut iki eylemin de engellenmesi ve/veya cezalandırılması gerekmektedir. İsveç otoritelerinin bu noktadaki yaklaşımı maalesef, en kibar tabiri ile, ikili bir uygulama teşkil etmiştir.”
“Paludan’ın fiili salt bir nefret ifadesi”
Son olarak, Dr. Onur Uraz, ifade özgürlüğünün ne mutlak bir şekilde korunmasını ne de soykırım inkarını suç haline getirmeyi amaçlayan yasalar gibi suç sayılmaması gerektiğini belirtiyor.
“Salt nefrete hizmet eden ifadelerin yasaklanması, rahatsız edici bilgi veya ifadelerin ise aynı güçte bilgi ve ifadelerle çürütülmesi esas olmalı. Kanımızca Paludan’ın fiili salt bir nefret ifadesi olup, demokratik bir toplumun sınırlarının dışında bırakılmalı.”