İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden (AB) ayrılık sürecini resmen başlatan Lizbon Anlaşması'nın 50. maddesinin işletilmesiyle dağılma senaryolarının konuşulduğu Birlik'te gözler şimdi de AB'nin işleyişine itiraz eden diğer ülkelere çevrilmiş durumda.
Avrupa Birliği, yakın tarihe kadar eski kıtanın 28 farklı ülkesini bir çatı altında toplaması ve oluşturduğu devasa ekonomik büyüklükle bir başarı hikayesi olarak görülüyordu. Ancak ekonomik krize karşı alınan tedbirlerin yeterli etkiyi yapmaması, AB’nin üye ülkelerin iç işleyişine ilişkin belirleyici bir konumda olması, Brüksel’deki bürokratik yapıya ilişkin eleştiriler, sığınmacı krizi ve aşırı sağ akımların ülkelerin gündemlerine hakim olması, Birlik üzerinde kara bulutların dolaşmasına neden oldu.
İngiltere, iç siyasetin de etkisiyle eleştirileri görmezden gelmedi ve referanduma giderek AB’den ayrılma kararı verdi. Dün Lizbon Anlaşması'nın 50. maddesinin işletilmesiyle tahminen 2 yıl sürecek ayrılık süreci de resmen başlamış oldu. Ancak AB'ye yönelik eleştirilerin yüksek sesle dile getiriliyor olması, Birlik'ten kopuşların devam edebileceğine işaret ediyor. Brexit'in aslında AB'nin sonu için başlangıç olduğuna yönelik düşünceler, diğer ülkelerin açıklamalarında açıkça görülebiliyor.
AB'nin iki lokomotif ülkesi sayılan Almanya ve Fransa dışında neredeyse tüm ülkeler, Birlik içerisindeki karar alma süreçleri ve işleyişe itiraz ediyor. Macaristan, Polonya, Danimarka, İsveç ve Finlandiya kurumsal işleyişe; İtalya ve Yunanistan gibi ekonomik sorunlarla boğuşan ülkeler ise paranın yönetilme biçimine yönelik yüksek sesli itirazlarda bulunuyor.
AB'ye en sert muhalefeti yapanlardan Macaristan Başbakanı Viktor Orban, uluslar üstü federal söylemleri "illüzyon" olarak nitelendiriyor ve Brüksel'deki yöneticilerin gerçeklerden bihaber, izole bir yaşam sürdüklerini bu nedenle yaşananlara hakim olamadıklarını ileri sürüyor. AB içinde farklılıklara ve ulus yapılarına dikkati çeken Danimarka ve Finlandiya gibi ülkeler, Birliğin güvenlik, ekonomi gibi alanlara yoğunlaşması gerektiğini belirtiyor.
Avrupa Birliği'nde ayrılık rüzgarlarının esmesine neden olan en önemli faktör kuşkusuz sığınmacı akını oldu. Neredeyse tüm ülkelerde iç siyasi dengeleri değiştiren ve aşırı sağ partilere taban kazandıran krizde Avrupa Birliği çözüm üretemedi. Yunanistan ve İtalya'daki 160 bin sığınmacıyı kota sistemiyle Birlik ülkelerine dağıtma kararı da sonuç vermedi ve Birlik üyesi ülkelerin büyük kısmı sığınmacı almaktan kaçındı. Türkiye ile 18 Mart 2016'da imzalanan sığınmacı mutabakatı, krizin daha da derinleşmesine engel oldu.
AB'nin çözüm üretmekte ve vatandaşlarını ikna etmekte yetersiz kaldığının, kuruluşundan itibaren ilk defa ciddi bir şekilde sorgulandığı dönemde, küresel değil ulusal düzeyde korumacı politika yürüteceğini söyleyen Donald Trump'ın ABD'de başkan olması da AB'nin geleceğini tehlikeye atan bir diğer unsur oldu.
Avrupa Birliği'nin işleyişine ciddi itirazları olan ve bu konuda zaman zaman çekilme tehdidinden sakınmayan bazı ülkeler ve itiraz noktaları şu şekilde oldu:
Polonya, ulusal parlamentoların güçlendirilmesini istiyor
Polonya Başbakanı Beata Szydlo, özel bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada, AB'nin Brexit sonrası vizyonunu belirleyecek Roma Bildirgesi'ni, kendileri için öncelikli olan noktaları kapsamaması durumunda kabul etmeyeceklerini belirtti.
Szydlo, "AB'nin bütünlüğü, NATO ile yakın iş birliğinin savunulması, ulusal parlamentoların rollerinin güçlendirilmesi ve ülkeleri birleştiren ortak pazar ilkeleri, Polonya için öncelik arz eden konulardır." dedi.
Dışişleri Bakanı Witold Waszczykowski de yerel bir gazeteye yaptığı açıklamada, iki vitesli Avrupa'nın "felaketin, bölünmenin ve ayrılmanın formülü" olduğunu dile getirdi ve kendi isteklerini diğer ülkelere dayatan devletler egemenliğinin söz konusu olamayacağını söyledi.
Macaristan, federal Avrupa istemiyor
Sığınmacı krizinde sert tutumuyla bilinen Macaristan hükümeti özellikle Avrupa Birliği'nin bu krizde gerekli adımları atmadığını iddia ediyor. Macaristan Başbakanı Viktor Orban başta olmak üzere hükümet yetkilileri, Brüksel'de görev yapan bürokratlara daha fazla yetki verilmemesi gerektiğini savunarak "Federal Avrupa" fikri yerine AB'nin ulusal devletler üzerinde kalması gerektiğini savunuyor.
AB yöneticilerinin "gerçek" dünyadan izole bir şekilde yaşadıklarını, hayati konularda her ülkenin kendi kararını alabilmesi gerektiğini savunan Orban, ''Brüksel'deki yöneticiler dünyadan izole bir şekilde, fildişi kulelerde yaşıyorlar. Gerçeği bilmiyorlar ve ne konuştukları hakkında fikirleri bile yok. Kiminle yaşamak isteyip istememe konusunda karar verme hakkını Macarlardan almak istiyorlar. Bu hakkı yabancı bir ülkeye, Brüksel isimli bir şehre vermek istiyorlar.'' dedi.
Avrupa'nın tekrar başarılı olabilmesi için "Federal Avrupa" fikrinden vazgeçmesi gerektiğini söyleyen Orban, ''Bütün bunların sebebi Brüksel'in, uluslar üstü Avrupa isimli ütopyanın esiri olması. Bu bir illüzyon. Bir Avrupa halkı yok bilakis Avrupa halkları var. Avrupa rekabet gücünü tekrar kazanmak istiyorsa federalizm illüzyonundan vazgeçip çok kutupluluğa yönelmeli.'' ifadelerini kullandı.
Siyasi konularda nadiren açıklamalarda bulunan Macaristan Cumhurbaşkanı Janos Ader de Polonya ziyaretinde, Macaristan ve Polonya'nın "Avrupa Birleşik Devletleri" fikrine karşı olduğunu belirterek "Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda ile ABD benzeri bir Avrupa istemediğimiz konusunda hemfikiriz." şeklinde konuştu.
Danimarka, daha küçük Avrupa istiyor
AB’nin işleyişine yönelik eleştirileriyle dikkati çeken Danimarka Başbakanı Lars Lökke Rasmussen, Avrupa’nın ciddi bir kader anı yaşadığını belirterek AB’nin güvenlik, göç ve ekonomi alanlarında güçlü olması gerektiğini ifade etti.
Rasmussen, AB’nin refah ve çalışma alanlarında kısıtlamalara gitmesi gerektiğini belirterek "AB için önemsiz alanlarda AB küçülmeli ve bir adım geri atmalı, ülkelerin kendi sorunlarını çözmelerine izin vermeli ve ülkelerin farklılıklarına saygı duymalı." değerlendirmesinde bulundu.
Finlandiya, daha fazla ödeme yapmak istemiyor
Avrupa’nın pragmatik bir yön bulması gerektiğini ifade eden Finlandiya Başbakanı Juha Sipila, Finlandiya vatandaşlarının federal Avrupa düşüncesine sıcak bakmadıklarının altını çizdi. Sipila, "Finlandiya'nın çizgisi pragmatik, somut önlemler ve dayanışma. AB eksiklerinin farkına varmalı. Ne vatandaşlar arasında güveni sağladık ne de aldığımız kararları uyguladık. Birlik köklerine (ekonomik ve politik iş birliği) geri dönmeli ve gerekli olan şeylere odaklanmalı." dedi.
Sipila, Finlandiya’nın Brexit’in ardında AB’ye daha fazla ödeme yapmak istemediğini de vurguladı.
İsveç, gelir dağılımından endişeli
Brexit sonrası AB’ye ilişkin kaygılarını dile getiren İsveç Başbakanı Stefan Löfven, İngiltere’nin Birlik'ten ayrılmasının ardından gelirlerin azalacağını, bu nedenle paranın adil kullanılarak daha iyi kontrol edilmesi gerektiğini belirtti. Birlik içerisinde daha uyumlu bir iş birliğine ihtiyaç duyulduğunu ifade eden Löfven, "Halk için, halktan yana ve halkla birlikte bir AB istiyoruz." şeklinde konuştu.
- Hollanda, daha fazla büyüme istemiyor
AB yanlısı tutumuyla bilinen Hollanda Başbakanı Mark Rutte, genişleme rüyasından vazgeçilmesi gerektiğini söyleyerek aksi durumun dağılmaya sebep olacağını ileri sürdü.
Avrupa genelinde sosyal hakların iyileştirilmesi yönünde çağrıda bulunan Hollanda İşçi Partisi (PVDA) lideri ve Sosyal İşler ve Çalışma Bakanı Lodewijk Asscher, Avrupa’daki meslektaşlarına mektup yollayarak üye ülkeler arasında işçi göçünün azaltılmasını talep etti.
Yunanistan, sığınmacı sözünün yerine getirilmesini bekliyor
Yunanistan’ın AB’ye yönelik eleştirilerinin temelinde sığınmacı krizi ve ekonomik kriz sebebiyle içinde bulunduğu kurtarma paketi programı yer alıyor. SYRIZA-ANEL hükümeti, özellikle sığınmacıların AB’ye giriş yaptıkları ülkeyi iltica işlemlerinden sorumlu tutan Dublin Sözleşmesi’nin yeniden yürürlüğe girmesine karşı çıkıyor.
Ülkenin sığınmacı konusunda “son limitine” ulaştığını belirten Göç Politikaları Bakanı Yannis Mouzalas, ancak sembolik sayıda sığınmacıyı geri alabileceklerini ifade etmişti. Atina ayrıca sığınmacıların diğer AB ülkelerine yerleştirilmelerinde çok ağır davranıldığına işaret ederek söz konusu işlemlerin hızlandırılması gerektiğini vurguluyor.
Yunanlar, borç batağındaki ülkenin kreditörler ve Uluslararası Para Fonu (IMF) ile müzakerelerinde AB tarafından yalnız bırakıldığı görüşünde.
İtalya, hem ekonomik bağımsızlık hem de sığınmacı krizinde yardım istiyor
AB’ye İtalya’dan gelen eleştiriler, özellikle mali borç, ekonomi ve göçmen krizi üzerine yoğunlaşıyor. İtalya Başbakanı Paolo Gentiloni, AB’nin geleceğine ilişkin dile getirilen “çok vitesli” ya da “AB Federasyonu” gibi çözüm önerilerinin karışımından varılacak bir tutumu benimseyebileceklerini söyledi.
AB’nin ekonomide genel olarak tasarruftan ziyade büyüme ağırlıklı politika izlemesini yüksek sesle eleştiren İtalya, AB ile bu hususta sıklıkla ters düşüyor. İtalya, AB’den ziyade daha çok Doğu Avrupa ülkeleriyle göçmen krizi konusunda ciddi fikir ayrılığı içinde. Akdeniz’in orta kesiminden her yıl artan oranda kaçak göçmen karşılamak durumunda kalan İtalya, Doğu Avrupa ülkelerinin göçmenlerin Birlik üyeleri arasında yeniden yerleştirme ve paylaştırma politikasına uymaması sebebiyle sesini yükseltiyor.
Visegrad ülkelerinden AB’ye çifte standart eleştirisi
Visegrad ülkeleri olarak bilinen Macaristan, Polonya, Çekya ve Slovakya, Roma’da düzenlenen AB zirvesi öncesi bir araya gelerek Birlik içerisinde eşitlik vurgusu yapmıştı. Konuya ilişkin Polonya Haber Ajansına konuşan Polonya Başbakanı Beata Szydlo, "AB üyesi ülkeler arasında fark gözetmeden iç pazarın güçlendirilmesi, yasama ve yürütmeye ilişkin daha etkin kontrollerin yapılmasını önereceğiz." diye konuştu.
Çekya Başbakanı Bohuslav Sobotka da AB’nin, sığınmacıların üye ülkeler arasında dağıtımında uygulamak istediği "sürekli kota sistemi"nin kabul edilemez olduğunu belirterek konuyu Avrupa Adalet Divanına götürebileceklerini açıkladı.
Tüm bu tartışmalar arasında, AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, içinde AB'nin geleceğine ilişkin 5 senaryoyu içeren Beyaz Kitabı yayımladı. Metinde, bu senaryolar, "aynen devam", "sadece ortak pazar", "daha fazlasını yapmak isteyenler", "daha azını daha verimli yapmak" ve "birlikte daha fazlasını yapmak" başlıkları altında sıralandı.
Aralarında Almanya ve Fransa'nın da olduğu bazı üyeler çok vitesli bir AB öngören "daha fazlasını yapmak isteyenler" senaryosunu desteklerken, Doğu Avrupa ülkeleri, buna Birlik içinde yeni ittifaklara yol açacağı iddiasıyla karşı çıkıyor.