James McAuley, Washington Post’ta kaleme aldığı, "Fransa sistematik ırkçılıkla mücadele yerine İslam'da reform uğraşında” başlıklı yazıda, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un bu ay başında "İslamcı ayrılıkçılıkla" mücadele planını açıkladığını anımsattı.
Planda güya yabancı etkisini azaltmak için Müslüman topluluklara yurt dışından aktarılacak fonlara kısıtlama getirme, Fransızca eğitimi almış imamlar yetiştirmek için sertifika programı ve daha başka önlemlerin de olduğuna belirten McAuley, "Macron kendi deyimiyle ‘Fransa’da İslam Aydınlanması olabilecek bir İslam’ inşa etmek ve paralel bir toplum yaratmayla sonuçlanan cumhuriyet değerlerinden sapmaların önünü kesmek istiyor" ifadesini kullandı.
McAuley, Hz. Muhammed’in karikatürlerini öğrencilerine gösterdikten sonra öldürülen ortaokul öğretmeni Samuel Paty’ye yönelik saldırının Fransa’nın ruhuna yapılmış olarak nitelendirildiğini, Macron’un da Paty’nin cenazesinde "cumhuriyetin sureti haline geldi" dediğini hatırlattı.
"Fransa, Müslümanların yabancılaştırılması üzerinde durmak yerine, İslam’ın pratiklerini etkilemeyi planlıyor"
Paty’nin öldürülmesinin ardından Fransa İçişleri Bakanlığının nefreti körükledikleri gerekçesiyle, aralarında İslamofobi'yle mücadele eden ana akım bir grubun da olduğu 50 kadar Fransız-Müslüman kurumun lağvedileceğini açıkladığını hatırlatan McAuley, şunları kaydetti:
"Bu metot terörden ziyade başka bir problemi çözmek için tasarlanmış gibi gözüküyor. Özellikle şehirden uzak gettolar ve banliyölerde yaşayan Fransız Müslümanların yabancılaştırılması üzerinde durmak yerine, hükümet, 1400 yıllık bir geçmişe ve 10 milyonu Batı’da olmak üzere 2 milyar barışçıl takipçiye sahip bir inancın pratiklerini etki altına almayı hedefliyor."
McAuley, Fransa’nın sekülarizm vizyonunun, ülkenin etnik ve kültürel olarak bugünden çok daha homojen olduğu zamanlara ait olduğunu aktararak, bu vizyonun zamanla İslam’ın kamusal alandaki görünürlüğünü sınırlandırmak gibi hukukta yeri olmayan bir yoruma kavuştuğunu vurguladı.
"Fransa’nın Cezayir’deki utanç verici yenilgisinden sonra Fransız vatandaşları İslam'ın kamusal alandaki varlığını ülkenin seküler özüne bir saldırı olarak görmeye başladı." yorumu yapan McAuley, başörtüsü ve nerede giyileceği mevzusunun kamusal hayatın en rahatsız edici tartışmalarından biri haline geldiğini ifade etti.
James McAuley, şu değerlendirmeyi paylaştı:
"Fransızlar başörtüsüne karşı mücadeleyi, aynı vatanı paylaştıkları insanların dini baskıdan kurtulup özgürleşmesinin bir yolu olarak gördü. 2004’te yürürlüğe giren bir kanunla başörtüsü lise düzeyinde yasaklandı, 2010’da çıkarılan bir başka yasayla da dışarıda peçeli çarşaf giymek 'ulusal güvenlik' gerekçesiyle yasaklandı. Müslüman kadınlar başörtüsünü yasak olmayan sınırlar içinde takıp Fransa toplumunun bir parçası olmaya teşebbüs ettiklerinde bile eleştiri oklarının hedefi oluyor. Örneğin geçen yıl, Sağlık Bakanı Agnes Buzyn, piyasaya koşuya uygun başörtüsü çıkaran Decathlon spor giyim markasını yermiş, 'Bunu bir Fransız markanın yapmamasını yeğlerdim' demişti."
McAuley, bu türden ifadelerin ve sağcı bazı beyaz Fransızlar arasındaki ön yargının sonucu olarak, birçok Fransız Müslümanın ana akımdan uzak, bir bakıma karşı-toplum içinde yaşadığını dile getirdi.
Müslümanlar sürekli kamu denetimiyle karşı karşıya
McAuley, iş pozisyonlarına ve belirli konut projelerine başvurularda halen fotoğraf istendiğinin, farklı renkten insanlara bilinçli veya bilinçsiz bir ön yargıyla bakıldığının altını çizerek Müslümanların sürekli bu kamu denetimiyle karşılaştığını ifade etti.
Fransız kanunlarının 1978’den bu yana ırksal, dinsel ve etnik istatistik verilerinin toplanmasını yasaklaması nedeniyle ayrımcılığın varlığını ispatlamanın zor olduğuna işaret eden McAuley, Fransız-Tunuslu yazar Hakim El Karui’nin "Tüm bunların Fransa’daki Müslüman toplum üzerindeki 'ayrımcılık (seperatism)' fenomenine katkı yaptığı ve kendini Fransız olarak hissetmeyen önemli bir azınlık var, ya reddedildiklerinden ya da böyle bir arzuları olmadığından." yorumunu paylaştı.
McAuley, Fransa’nın büyümesine yardımcı olduğu tecrit ve dışlanma problemlerinin Macron’un teklif ettiği kanunun hedefledikleriyle yakından ilişkili olduğunu vurgulayarak, Paty’nin ölümünün ortaya çıkardığı çiğ nefretin, durup düşünmeye çok az fırsat verdiğini belirtti.
Fransız politikacıların sert sekülarizm yorumlarında ısrarcı olmaya başladığına dikkati çeken McAuley, İçişleri Bakanı Gerald Darmanin’in süpermarketlerdeki helal yiyecekleri, saldırıya yol açan ayrılıkçı fikirleri besleyen "cemaatçi mutfak" olarak tanımladığını, Eyfel çevresinde yürüyen iki Müslüman kadının "pis Araplar" diye aşağılanarak bıçaklandığını hatırlattı.