İslamiyet’in doğuşundan sonraki asırda, 8. yüzyılda inşa edilen cami, geleneksel Çin üslubunu İslam motifleri ve ibadethane işlevleriyle birleştiren mimarisiyle dünyanın en nadide eserlerinden kabul ediliyor.
Doğu ile Batı arasında yalnızca ticaretin değil aynı zamanda fikirlerin ve inançların da etkileşim rotası olan tarihi İpek Yolu, İslamiyet’in Çin topraklarında tanınmasına ve yayılmasına aracılık etti. Şian Ulu Cami, bu mirasın canlı örneği olarak varlığını sürdürüyor.
İmparatorluk başkentinde İslam etkisi
Şaanşi eyaletinin merkezi Şian şehrindeki Ulu Cami, ilk kez 742 yılında, Çin'in imparatorluk hanedanlarından Tang devrinde inşa edildi.
O dönemde “Chang’an” adıyla anılan imparatorluk başkenti, İpek Yolu ticaretiyle dünyanın en kalabalık, kozmopolit ve zengin şehirlerinden biri haline gelmişti. Orta Asya’dan, İran’dan ve Arabistan’dan Çin topraklarına gelen tüccarlar İpek Yolu ticaretinde önemli rol oynuyordu.
Çin’de İslamiyet ilk kez İpek Yolu’nu kullanan Müslüman tüccarlar aracılığıyla tanındı ve yayıldı. Tang devrinde ülkenin güneyindeki liman şehirleri Guangcou ve Çüencou’da ilk camiler kuruldu.
Tang başkenti Chang’an'da, kentin “Batı Pazarı” olarak adlandırılan bölgesi, Müslüman tüccarların ticaret yaptığı, konakladığı ve yaşadığı bir yer haline gelmişti. Zamanla İslam’ı benimseyen yerli Çinliler ile birlikte bölgede yoğun bir Müslüman nüfusu oluştu.
Dönemin Tang İmparatoru Şuanzong, 742’de Müslüman topluluğu için bir ibadethane kurulması talimatını verdi. Cami, aynı yıl Şian’ın Müslüman Mahallesi’deki bugünkü yerinde kuruldu.
Sonraki yüzyıllarda Song Hanedanı devrinde de kullanılan cami, birkaç kez yıkılıp yeniden onarıldı. 13. yüzyılda Yüen Hanedanı, 14. yüzyılda Ming Hanedanı döneminde yeniden inşa edilerek bugünkü halini aldı.
Çin Müslümanları Huiler
Ulu Cami, tarihi şehrin batı bölümündeki Müslüman Mahallesi’nde, bugün de geleneksel pazar yeri olan bir bölgede bulunuyor. Bölgede Çin’in yerli Müslüman nüfusu Huiler yoğun yaşıyor.
Huilerin nüfusu, Çin genelinde, kuzeybatı bölgeleri ağırlıklı olmak üzere 10 milyonu aşıyor. Şian şehrinde ise 20 bin kadar Hui’nin yaşadığı tahmin ediliyor.
Bir Hui’yi ilk bakışta Çin’deki hakim etnik gruba mensup bir Han Çinlisi’nden ayırt etmek zor. Etnik olarak Hanlarla aynı özelliğe sahip Huiler, dil olarak aynı bölgesel lehçelerle Çince konuşuyor.
İslamiyet'e özgü giyim kuşam bu etnik grubun ayrıcı özelliği. Erkeklerin başındaki takkelerden ve kadınların baş örtülerinden Hui oldukları ayırt edilebiliyor ancak yeni nesillerde dini ve kültürel farklara dair işaretlerin azaldığı gözleniyor.
Huiler, Orta Asya’dan, İran’dan ve Orta Doğu’dan gelen İpek Yolu göçmenleri ile dini ve kültürel ortaklıkların yanı sıra evlilikler yoluyla geçen genetik mirası da paylaşıyor.
İslam’ın Çin kültürü ile barışçı etkileşiminin yarattığı bu kültürel grup, kutsal kitapları Kur’an’a, dini gelenek ve vecibelere bağlılıkla sahip çıkıyor. Camiler, Hui toplulukları için ibadethane olmanın ötesinde grup kimliğini, kültürel ve sosyal bağları kuran ve sürdüren mekanlar niteliğinde.
Çin’deki modern öncesi camilerin en büyüğü
Çin’deki modern öncesi camilerin en büyüğü olan Ulu Cami, ülkedeki diğer tarihi ve dini yapılarda olduğu gibi, dört tarafı duvarlarla çevrili, cepheleri iç avlulara dönük kısımlardan oluşan bir külliye şeklinde tasarlanmış.
Art arda dört avludan oluşan yerleşke, Çin’in geleneksel kuzey-güney yönlü mekan düzenlemesinin aksine kıbleye dönük olarak, doğu-batı doğrultusunda uzanıyor.
1230 metrekare alanda kurulu cami külliyesinin avluları, geleneksel Çin arkları, hatlı ve süslemeli taş kemerler ve geçitlerle birbirinden ayrılıyor.
Avluya girişte Çin’in son imparatorluk hanedanı Çing devrinden kalma, “payfang” denilen abidevi bir kapı takı ziyaretçileri karşılıyor. Avlu boyunca yürürken karşınıza imparatorluk plakaları, Kur'an’dan ayetlerin yazılı olduğu dikili taşlar, oyma kemerler çıkıyor.
Geleneksel Çin bahçesi şeklinde tasarlanmış ağaçlı iki avluyu taş kemerleri izleyerek geçtikten sonra üçüncü avlunun ortasında “Kalbin Huzuru Pagodası” yükseliyor. Üç katlı, sekizgen kule biçimindeki pagodanın geçmişte minare işlevini yerine getirdiği, müezzinlerin ezanı buraya çıkarak okuduğu tahmin ediliyor.
- Çin mimarisinin İslam'la buluşması
Çin'in geleneksel mimari formlarını İslam’a ait ibadethane işlevleriyle bir araya getiren Ulu Cami, cami mimarisinin Çin kültürüne uyarlanmasının en parlak örneklerinden biri.
Kıbleye dönük mihrabın ve mescidin düzeni dünyanın diğer ülkelerdeki camilerine benzerken, minare gibi tamamlayıcı unsurlarda ve külliye işlevlerinde Çin’e özgü yapılar öne çıkıyor.
Dördüncü avlunun ortasındaki altıgen biçimli “Zümrüdüanka Kamelyası” cemaatin namaz öncesi oturup hasbıhal ettikleri bir nokta.
Namaz vakti gelip ezan okunduğunda buradaki cemaat, taş döşeli patikadan geçerek en içteki mescit avlusuna ulaşıyor. Önünde küçük bir sebilin olduğu avluya adım attığınızda sizi tamamı ahşaptan yapılmış görkemli mescit karşılıyor.
Çivi çakılmadan, tahtaların iç içe geçirilerek bağlandığı geleneksel Çin ahşap ustalığı ile inşa edilen mescidin, çivit mavisine boyanmış uca doğru kıvrık tahtalardan oluşan çatısı da geleneksel tarzda. Mescidin kapısına Arapça ve Çince kitabeler aşılmış.
- Kuran’ın satır satır ahşaba nakşedildiği mescit
Biri diğerinin içine açılan iki odadan oluşan mescit, 1000 kişilik bir cemaatin birlikte namaz kılabileceği büyüklükte.
Dıştaki odanın duvarları Kur'an’ın 30 cüzünün nakşedildiği 30 ahşap panelle kaplı. Kur'an ayetleri ve Çince meali mescit duvarlarında satır satır okunabiliyor.
Taşa oyulmuş mihrabın olduğu içteki odada ise hat sanatının ve ahşap süslemeciliğinin yetkin örnekleri görülüyor.
Ulu Cami’de namaz vakti imamın duası bahçedeki kuş cıvıltılarına karışırken ahşabın derin kokusu kalplere huzur veriyor.