ABD 2003 yılında Saddam Hüseyin’in kimyasal silah ürettiği iddiasıyla Irak’ı işgale başlarken, bu işgalin uzun yıllardır uğraştığı İran’a alan açacağını biliyor muydu?
Bu soru Irak’tan çekilmenin planlandığı Obama döneminden bu yana soruluyor. Herkesin üzerinde fikir yürütebildiği ama net bir cevabın olmadığı sorulardan birisi bu.
Saddam Hüseyin’in demir yumrukla yönettiği ülkede 2003’ten bu yana İran yanlısı gruplar askeri, ekonomik ve siyasi alanlarda varlıklarını artırdı. Aradan geçen 20 yılda Irak istikrar yüzü görmedi. Parlamenter sistemle yönetilen ülkede üstü kapalı ya da kapalı kapılar ardında hep hem İran’ın hem de ABD’nin rızasını alabilecek hükümetler arandı. Bu arayış ülkeyi kimi zaman kaosa kimi zaman ise sonu gelmez siyasi çekişmelerin içine sürükledi.
Son 20 yılda iki aktör arasında sıkışan Irak’ın muhasebesi bir tarafa, bugünlerde Bağdat yönetimi iki güç arasındaki çekişmeden en az zararla çıkmanın yollarını arıyor.
Zira, Donald Trump döneminde İran ile yapılan nükleer anlaşmadan çekilen ABD, Biden yönetimiyle her ne kadar müzakerelere dönse de henüz kayda değer bir ilerleme sağlanabilmiş değil. Üstelik ABD yaptırımları her alanda Tahran yönetimini sıkıştırıyor.
Zaten uzun yıllardır Tahran ile Washington arasında yaşanan silahlı gerilimlerin merkezi olan Irak, ekonomi kaynaklı krizlerin de muhatabı. ABD yönetimi, Bağdat yönetiminin İran’ın yaptırımları delmesinde önemli bir rolü olduğunu düşünüyor.
Bu nedenle de Irak’a yönelik bazı ekonomik tedbirleri hala elinde bir koz olarak tutuyor.
Irak nasıl bir yol izliyor?
Uzun bir siyasi istikrarsızlık döneminin ardından iş başına geçen Sudani hükümeti, ülkeyi hem İran’la sorunlar yaşayan komşu Arap ülkeleriyle yakınlaştırmak hem de kronikleşmiş sorunlara çözüm bulmaya çalışıyor.
Hükümetin önündeki sorun başlıklarından en önemlisi ise şüphesiz İran. Geçtiğimiz günlerde düzenlenen ABD-Irak Yüksek Koordinasyon Komitesi’nden dışarıya yansıyanlar da Bağdat’ın iki güç arasında kalmama çabasını gösteriyor.
Amerikalı heyete Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Irak heyetine Dışişleri Bakanı Hüseyin başkanlık etti. Görüşmelerde Bağdat’ın İran’dan temin ettiği enerji başta olmak üzere birçok konu görüşüldü.
Bu toplantıdan bir hafta sonra İran Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan, bir insan hakları konferansına katılmak üzere Cenevre’ye gitmeden önce, geçen ayın başlarında Washington’da bulunan Iraklı mevkidaşı Fuad Hüseyin’den ABD tarafının ‘nükleer anlaşmayı yeniden canlandırmaya hazır’ olduğunu belirten bir mesaj aldığını açıkladı. Ancak bu iddia Washington tarafından hemen yalanlandı.
Bağdat ise, Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin’in nükleer meseleyle ilgili olarak Washington’dan Tahran’a bir mesaj iletip iletmediği konusunda sessiz kalmayı tercih etti. Irak Dışişleri Bakanlığı veya Başbakanlık tarafından da herhangi bir açıklama yapılmadı.
Süreç Bağdat yönetiminin iki güç arasında arabuluculuk girişimlerinde bulunduğunu gösteriyor ancak bu ne kadar kabul gördüğü tartışmaya açık. İran yönetiminin de Irak’tan bu yönde taleplerde bulunduğu sık sık basına yansıyor.
Irak hükümeti, ülkedeki karmaşık sistem gereği Tahran’ın bazı adımlarını görmezden geliyor. Nakit para trafiği de bunların başında. ABD’li yetkililer sık sık bu konuda Bağdat yönetimini uyarıyor.
Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin’in ABD’de bulunduğu sırada sarf ettiği sözler ise durumu açıklamaya yetiyor: Yolsuzlukla mücadele DAEŞ’le mücadeleden daha zor.
Petrol zengini Irak’ın birçok kentinden yıllardır elektrik kesintileri rutin bir hal almış durumda. İşsizlik, istikrarsızlık, gruplar arasında çatışmaya varan gerilimler ve önü alınamayan yolsuzluk ülkenin belini büküyor.
Yeni Irak hükümeti de hem içeride başlattığı büyük yolsuzluk soruşturmaları ile hem de ABD-İran arasında denge kurma politikası ile sorunları aşmaya çalışıyor.
Irak başarılı olur mu?
Geçtiğimiz 20 seneye bakıldığı zaman bu soruya kolayca “evet” demek oldukça zor. Zira, eski rejimi devirmiş ve yeni sistemi kendisi kurmuş ABD, ülkenin yeni bir İran’a dönüşmesini istemiyor. Hatta Irak’ın İsrail’in güvenliğini tehlikeye atanda ‘Şii Hilali’nin bir parçası olmasını da istemiyor.
Ancak bu isteklerin gerçekleşmesi oldukça zor. Zira Irak’ta etkin grupların birçoğunun İran ile organik bağları mevcut. Öyle ki Irak siyasi yelpazesinde ön plana çıkan kişilerin pek çoğu, 1980 ile 1988 yılları arasında cereyan eden İran-İran Savaşı’nda Tahran saflarında cephede savaşmış kişiler.
Diğer taraftan İran da Bağdat’ın “ABD uydu devleti” olmasını istemiyor. Irak topraklarındaki ABD askeri varlığını kendisi için doğrudan tehdit olarak algılıyor. En önemlisi ise İran, Bağdat’ı Şam ve Beyrut ile birlikte Şii Hilali’nin önemli bir parçası olarak görüyor.
Dolayısıyla Irak’ın ABD ile İran arasında yaşanan sürtüşmenin en büyük kaybedeni olacağı aşikar. İki güç arasındaki çekişmenin tonu, Irak’ın kaynaklarını doğru kullanmasını, istikrarını ve kalkınmasını doğrudan etkileyebilir.