İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze’de 35 binden fazla masum sivili öldürmesi, 1 milyondan fazla insanı göçe zorlaması ve insani yardımların dahi girişine izin vermemesi, dünyanın Filistin’e yönelik bakışını etkiliyor.
Avrupa’da Norveç, İspanya ve İrlanda Filistin’i resmi olarak tanıma kararı aldı. Ayrıca birçok ülkenin de bu adımları takip edeceği biliniyor.
Netanyahu hükümeti, Avrupa’daki bu kararların ardından Filistinlilere misilleme yaparak, işgalci yerleşim yerlerinin genişletileceğini duyurdu. İsrail, 20 yıl önce Batı Şeria'da boşaltılan bir dizi yaşam birimini yeniden faaliyete geçirerek ve Filistin Yönetimi’ne ekonomik-siyasi yaptırımlar uygulayarak kararlara karşılık verdi.
Öte yandan İsrail hükümeti, işgalci yerleşim yeri projesi için planlanan alan olan “E1” bölgesi de dahil olmak üzere Batı Şeria'daki İsrail işgal yerleşimlerinde 10 bin konut biriminin kurulmasını planlıyor. Bu yeni işgalci yerleşim yeri Kudüs'ü, doğusundaki Batı Şeria'da bulunan bir dizi işgal birimine bağlamayı hedefliyor.
Ancak Netanyahu hükümetinin attığı adımlar bunlarla da sınırlı değil. Hükümet, yeni yetkiler almayı da planlıyor. Buna göre yapılacaklar şöyle;
- Filistin Devleti'ni tanıyan her ülke için Batı Şeria'da yeni bir işgal yeri kurulması.
- Takas fonlarının Norveç üzerinden Filistin Yönetimi'ne aktarılmasını gerektiren anlaşmanın iptal edilmesi.
-Filistin Yönetimi yetkililerinin tüm VIP geçişlerini kalıcı olarak iptal edilmesi.
-Yetkili makamlara ve ailelerine ekonomik yaptırımlar uygulanması.
-Limanlara gelen mallardan elde edilen vergi gelirlerinin Filistinlilere aktarılmaması.
İsrail’in attığı bu adımlar, tsunami olarak tanımlanan Filistin Devleti’nin tanınması karşı hazırlıksız ve plansız olduğunun bir göstergesi olarak okunuyor.
Bir İsrail politikası: Nefes aldırma, hayal ettirme
İsrail’in neden korktuğunu anlamak için 1947 yılında Birleşmiş Milletler tarafından alınan Filistin'i Yahudi ve Arap olmak üzere iki devlete bölme kararına yakından bakmak gerekiyor.
Esasen sahada olan gerçeklik, toprak bütünlüğü olan ve bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulmasının İsrail tarafından bugüne kadar atılan adımlarla neredeyse yok edildiğine işaret ediyor.
Şimdi gelin İsrail’in iki devletli çözümü adım adım nasıl yok ettiğine yakından bakalım.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, iki aylık yoğun müzakerelerin ardından 29 Kasım 1947'deki ikinci oturumunda Filistin Özel Komitesi'nin çoğunluğu tarafından sunulan bölme planını 181 (II) sayılı kararıyla kabul etti.
O dönem "taksim" kararı olarak bilinen 181 sayılı karar, 33 devletin lehte, 13 devletin ise aleyhte oy kullanmasıyla kabul edildi. 10 devlet ise çekimser kaldı.
Söz konusu karar, bölgede İngiliz mandasının kaldırılması ve ordusunun tedricen geri çekilmesi ile Filistin topraklarının 3'e ayrılmasını öngörüyordu.
Arap devletinin kurulacağı bölüm, Batı Celile, Akka, Batı Şeria ile Usdud’un (Aşdod) kuzeyinden güneyde Refah kentine kadar uzanan güney sahili ve Mısır sınır şeridi boyunca çölün bir kısmını içine alan 11 bin kilometrekarelik bir alana tekabül ediyordu.
Yahudi devletinin kurulacağı bölüm ise Hayfa'dan Tel Aviv'e kadar uzanan sahil şeridi, verimli topraklara sahip Doğu Celile, Taberiye Gölü, işgal altındaki Filistin topraklarının kuzeydoğu sınırı ve Necef (Negev) Çölü'nün çoğunluğunu kapsayan 15 bin kilometrekareye yakın bir alandan oluşuyordu.
Kudüs ve Beytüllahim ile bunlara komşu diğer bölgelerin yer aldığı 3. bölümün ise uluslararası vesayetle yönetilmesi öngörülüyordu.
İsrail, BM'nin taksim kararını dikkate alarak 14 Mayıs 1948'de sınırlarını açık bir şekilde ilan etmediği İsrail Devleti'ni kurduğunu duyurdu. Kararın Filistinlilere devlet kurma hakkı verdiği ikinci kısmı ise görmezden geldi.
BM kararı, İsrail'in yayılmacı politikaları nedeniyle tam anlamıyla hayata geçirilmedi. Yahudi örgütleri, 1948'de Filistin topraklarının çoğunu kontrolü altına aldı.
Böylece Filistin topraklarının dörtte üçü İsrail'in hakimiyetine geçti. Buna karşılık Ürdün Batı Şeria'da, Mısır da Gazze'de yönetimi ele geçirdi.
Ancak İsrail bununla yetinmeyip 5 Haziran 1967'de Batı Şeria, Doğu Kudüs, Gazze, Mısır'daki Sina Yarımadası ve Suriye'deki Golan Tepeleri'ni de işgal etti.
BM Güvenlik Konseyi (BMGK) Kasım 1967'de aldığı 242 sayılı kararla İsrail'in işgal ettiği topraklardan çekilmesini istedi.
Ancak söz konusu kararın üzerinden geçen yıllara rağmen İsrail halen bu topraklardan çekilmeye yanaşmıyor; Batı Şeria'da işgal ve Gazze'de abluka devam ediyor. Kudüs ve Golan Tepeleri’ndeki İsrail işgali de sürüyor.
İsrail'in 1967'deki savaşın ardından işgal ettiği Batı Şeria'da, halihazırda yaklaşık 250 yasa dışı Yahudi işgal birimi bulunuyor. Bu işgalci yerleşim birimlerinde 500 binden fazla Yahudi işgalci yaşıyor.
Uluslararası hukuka göre, işgal altındaki topraklarda bulunan tüm Yahudi işgal birimleri yasa dışı kabul ediliyor.
Filistin’in bir "devlet olarak tanınma"sı neden korkutuyor?
Orta Doğu’da sorunların anası olarak tanımlanan bu mesele, uzun bir tarihi geçmişe sahip ve sorunun temelinde toprak, kimlik ve egemenlik gibi karmaşık ve zor konular yer alıyor.
İsrail’in İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyaya anlattığı bir hikaye ve güçlü, sistematik bir propaganda makinası var. Bugüne kadar Batı’da İsrail tezlerinin aksine görüş bildirmek ya da işlediği kanunsuz eylemlerden dolayı suçlamak neredeyse imkansızdı.
Bu durum, Filistin tezlerinin anlatılmasına, anlaşılmasına ve hak verilmesine engel teşkil ediyordu. Ancak 7 Ekim’den bu yana Gazze’de yaşananlar bu gerçeği değiştirmeye başlamış gibi görünüyor.
Zira önce üniversitelerde öğrencilerin, akademisyenlerin Filistin için seslerini yükseltmesi ve ardından Norveç, İspanya ve İrlanda’nın adımları, Tel Aviv’de büyük bir endişeye neden oldu.
Filistin'i tanıma furyasının devam etmesi, İsrail'in işgal altındaki topraklarda yürüttüğü politikaların eleştirilmesine ve Filistinlilerin haklarını ihlal ettiğini belirten uluslararası toplumun sesinin yükselmesine yol açabilir.
Bu durum İsrail'in dış ilişkileri ve güvenliği üzerinde baskı oluşturabilir.
İsrail'in korkusu: Filistin Devleti kurulursa ne olur?
Filistin Devleti’nin tanınmasının ardından gündeme gelecek ve tartışılacak en önemli konu ise fiili olarak devletin kurulması. İsrail, iki devletli çözümü akamete uğratmak için bugüne kadar yapılan tüm anlaşmaları işlevsiz kıldı. Öyle ki, Filistin Yönetimi ile imzaladığı Oslo Anlaşması bile uygulanmadı.
İsrail, iki devletli çözümü yok eden, güvenlik ve istikrarı etkileyen zor ve karmaşık bir atmosfer yaratan tek taraflı tüm uygulamalarına devam ediyor.
İsrail’in, işgal altındaki Filistin topraklarında uyguladığı Apartheid sistemi, orantısız şiddet, öldürme, ev yıkımları, tehcir, işgalci yerleşim şiddeti ve Mescid-i Aksa'nın statüsüne yönelik ihlalleri sürerken, uluslararası meşruiyete göre iki devletli çözüm seçeneğini koruyacak siyasi bir ufuk görünmüyor.
Ancak yine de Filistin Devleti’nin kurulması fikri İsrail için büyük bir korku vesilesi. Peki, İsrail hangi sebeplerle Filistin Devleti’nin kurulmasına karşı çıkıyor.
Güvenlik: İsrail, Filistin Devleti'nin kurulmasının, kendilerine yönelik güvenlik risklerini artırabileceğinden endişe ediyor. Öyle ki, kendisine sınır bir Gazze’ye dahi tahammül edemeyen Tel Aviv, bağımsız ve toprak bütünlüğü olan bir devleti, kendi varlığı için büyük bir tehdit olarak görüyor.
Toprak: Filistin Devleti'nin kurulması, Filistinlilerin işgal altındaki topraklarının en azından bir kısmını geri alması anlamına geliyor. Coğrafi bütünlüğe sahip bir Filistin Devleti, İsrail’in toprak kaybetmesi anlamına geliyor. Kurulduğu günden bugüne sürekli istilacı bir politika güden İsrail, işgalci yerleşim yerleriyle Filistinlilerin köyleri arasında bile bağlantı bırakmamaya çalışıyor.
Uluslararası Durum: Filistin Devleti'nin kurulması, uluslararası alanda İsrail'e yönelik baskıyı artırabilir. Özellikle bugüne kadar yaptığı katliamlar ve soykırım suçlamalarıyla yüzleşebilir. Halihazırda İsrail, işgal ettiği topraklarda tek otorite olduğunu iddia ediyor ve güç kullanma yetkisinin yalnızca kendisinde olduğu iddiasıyla öldürmeye, yıkmaya devam ediyor.
Filistin Devleti’nin kurulması İsrail'in mevcut politikalarını sürdürmesini zorlaştırabilir. Tüm bunlar İsrail'in uluslararası izolasyon veya ekonomik yaptırımlarla karşı karşıya kalmasını sağlayabilir.