İsrail’in Gazze’deki katliamları sırasında Lübnan Hizbullah’ı ile İsrail arasında başlayan çatışmalar, ABD ve Fransa’nın arabuluculuğunda yapılan ateşkesle son buldu. Bir yılı aşkın süredir düşük yoğunluklu devam eden çatışmalar, Hizbullah’ın elindeki çağrı cihazlarının patlatılması ile yeni bir evreye girmişti.
Hizbullah’ın Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın öldürülmesi ise iki aktör arasındaki çatışmaların en yoğun dönemini başlatmıştı. Gazze’de binlerce masumu katleden İsrail, özellikle başkent Beyrut’u yoğun bir bombardımana tutuyordu.
Hizbullah bu yoğun çatışma döneminde önemli askeri komutanlarını kaybederken, İsrail’de ise özellikle kuzeyde büyük bir istikrarsızlık yaşandı.
Uzun bir süredir devam eden uluslararası aktörlerin çabaları nihayetinde ABD Başkanı Joe Biden’ın açıkladığı bir ateşkesle sonuçlandı.
ABD Başkanı, Lübnan Silahlı Kuvvetlerinin önümüzdeki 60 gün boyunca Lübnan'ın güney sınırına konuşlanarak bu bölgenin kontrolünü sağlayacağını, bölgede Hizbullah unsurlarının bulunmayacağını ve bu süreç zarfında İsrail askerlerinin kademeli şekilde bölgeden geri çekileceğini belirtti.
Biden, ABD'nin Fransa ve diğer müttefikleriyle birlikte "bu ateşkes anlaşmasının tam olarak uygulanmasını sağlamak için İsrail ve Lübnan ile çalışma sözü verdiklerini" ifade etti.
Bu süreçte Lübnan'da herhangi bir Amerikan askerinin görev almayacağını da kaydeden Biden, İsrail'e ise her anlamda destek olmaya devam edeceklerini söyledi.
İsrail ile Hizbullah arasındaki "yıkıcı çatışmalara" bir son verilmesinin bölge açısından çok önemli olduğunu vurgulayan Biden, Gazze konusunda da somut gelişmeler beklediklerini kaydetti.
Esasen ateşkes daha çok tarafların askeri kabiliyetlerinin limitlerini ve savaşın maliyetlerinin ne kadar sürdürülemez olduğunu gösteren önemli bir gösterge oldu.
Zira, 7 Ekim sonrası başlayan çatışmalarda iki tarafın da önemli kayıpları oldu.
Hizbullah askeri ve siyasi komuta kademesini ve askeri mühimmat birikimini görece kaybederken, İsrail de benzer şekilde savaşın etkilerini şehirlerinde hissetmeye başladı.
Bu durum İsrail’de siyasi istikrarsızlıklar ve toplumsal gösterilere neden oldu. Ayrıca İsrail’in Lübnan’daki hedef gözetmeksizin gerçekleştirdiği kural tanımaz askeri eylemleri İsrail’in uluslararası anlamda yaşadığı meşruiyet krizini daha da derinleştirdi.
Bu bağlamda Güvenlik Analisti Dr. Hurşit Dingil, Hizbullah’ın hassas güdümlü mühimmatları daha sık kullanmaya başladığını, söz konusu füzelerin menzillerinin 300 km’yi aşmayan (Fatih-110) balistik füzeler olduğunu belirtiyor.
Hasan Nasrallah suikastından sonra Hizbullah’ın sahada strateji değişikliğine gittiğine dikkat çeken Dingil, Hizbullah’ın daha çok bölge bazlı askeri komuta hiyerarşisi üzerinden İsrail’e yönelik saldırılar yaptığını dile getiriyor.
Öte yandan Dingil’e göre, Hizbullah 30 yılı aşkın bir sürede kazandığı askeri mühimmatın önemli bir kısmını, askeri kabiliyetlerin kullanılmasında ve geliştirilmesinde rol oynayan insan kaynaklarını önemli ölçüde kaybetti.
Bu savaş sadece Hizbullah açısından değil, İsrail açısından da sürdürülebilir bir durum olarak görülmüyordu. Zaten, çatışmaların başlarında uzmanlar, her iki aktörün de sınırlı bir çatışma kapasitesinin olduğunu belirtiyordu.
Esasen yapılan ateşkes de bu durumu teyit etti. Zira, çatışmaların sürdürülmesinin zorluğunu İsrail de yaşıyor.
Güvenlik Analisti Hurşit Dingil de bu konuya dikkat çekiyor ve İsrail’in en önemli hedeflerinden birisi olan Litani nehrinin güneyine geçemediği gibi çok sayıda S/İHA ve 60’ı geçen tank, zırhlı araç, dozer kayıplarıyla görece büyük zayiatlar verdiğini belirtiyor.
Öte yandan katil İsrail, Hizbullah’la savaşında daha çok hedefli suikastlarla askeri komuta kademesini ortadan kaldırmaya çalıştı. Bunda da kısmen başarılı oldu.
Ancak Dingil’e göre suikastlar İsrail’in tam anlamıyla hedeflerini gerçekleştirmesine yetmedi. Zira Hizbullah İsrail şehirlerini etkileyecek kamikaze İHA ve balistik füze saldırılarını sürdürebildi.
Ayrıca savaş maliyetlerinin İsrail yönetimini ve toplumunu etkileyecek bir pozisyona gelmesini sağladı.
İsrail ile Hizbullah çatışmasında dolaylı tarafların en önemlisi şüphesiz Tahran’dı. Zira, hem mühimmat hem de insan kaynağı bakımından Hizbullah’ın en büyük destekçisiydi. Öyle ki, hem çağrı cihazlarının patlatılmasında hem de Hizbullah’ın yönetim kadrosuna yapılan saldırılarda İranlı askerler ve sivil diplomatlar da ya öldürüldü ya da yaralandı.
İşte, bu nedenle Hizbullah’ın İsrail ile yaptığı ateşkesin bir ayağının da Tahran’a uzandığı düşünülüyor.
Bölgeyi yakından takip eden Dingil, söz konusu ateşkesin, Tahran ile Washington arasında devam eden nükleer müzakerelerle yakından ilgili olduğunu dile getiriyor. Çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın Batı’ya verdiği sıcak mesajlar da biliniyor.
Eski ABD Başkanı Barack Obama döneminde yapılan Nükleer Anlaşma’dan çekilen Donald Trump’ın yeniden Beyaz Saray’a dönüyor olması da İran’ın politikalarını gözden geçirmesine yol açmış olabilir.
Zira ABD ile İran arasında örtük ya da açık nükleer müzakerelerde İran’ın bölgedeki vekil güçleri, asimetrik tehditler ve balistik füze- S/İHA programının önemli başlıklardan olduğu biliniyor.
Dingil’e göre, ABD ile İran arasındaki müzakerelere bağlı olarak, verilen tavizler ve olası kazanımlar doğrultusunda İran’ın bölgedeki vekil güçlerinin tasfiyesini ya da zayıflatılmasını hızlandırmaya yönelik adımlar attığı çıkarımı yapılabilir.