Zohar Chamberlain Regev, 53 yaşında. İsrail’in Kibbutz’larınden biri olan Kfar Hahoresh’de doğdu ve orada büyüdü. 34 yaşına kadar Kibbutz’da yaşadı. Ailesi İsrail’deki çoğunluk Yahudilerin aksine Filistinlilerle dayanışma içindeydi. Evlatlarını da bu telkinlerle büyüttüler:
“Etrafımızda çok fazla Filistinli aile vardı. Bazıları ailemin yakın arkadaşlarıydı. Ailem beni herkese iyi davranan, adaleti arayan, ırkçı olmayan, kendi ırkını öncelemeyen, herkese eşit davranan” biri olarak büyüttü. Çocukluktan beri ailemle Filistinli ailelerle dayanışma içinde olduğumuzu hatırlıyorum. Filistinlilerin Evleri yıkıldığında gösterilere katılıyorduk birlikte. Bence bu hayata bakışımın oluşmasında, İsrail’in işgalini görmemde önemli bir noktaydı. “
“İsrail’de yaşadıkça soykırımı normalleştiriyorsunuz”
Regev 34 yaşına kadar işgal edilmiş Filistin toprakları dediği İsrail’de yaşadı. Ancak yıllar geçtikçe ve İsrail işgalini genişlettikçe orada yaşamak zor gelmeye başladı.
“Büyüdükçe daha fazla şey öğrendim ve orada daha fazla yaşamak istemedim. 2004’te İsrail’i terk ettim. Düşünün biz dört aydır her gün yüzlerce insanın, binlerce çocuğun öldürüldüğüne şahit oluyoruz. Ve normal bir hayat sürmeye çalışıyoruz. Bu normal hayatı İsrail içinde sürmek onun bir parçası olmak çok mümkün değildi benim için. Çünkü ya yüzde yüz işgale karşı aktif olacaksın ya da… Orada yaşayan bir İsrailli olarak vergi ödüyorsun, birlikte çalışıyorsun, birlikte yaşıyorsun, Filistinlilerin sahip olmadığı ayrıcalıklara sahipsin… İsrail işgaline karşı biri olarak sürekli bu zıtlıklarla yaşamak, kendi aktivistliğimden taviz vermek istemedim. Orada yaşadıkça işgali, soykırımı normalleştiriyorsunuz. Ve İspanya’ya gittim ve orada 14 yıl yaşadım.”
Regev İspanya’ya yerleşti. Orada da Filistin’in özgürlüğü için çalışmaktan vazgeçmedi. 2008’de İsrail’in Gazze’ye olan saldırılarında yine meydanlardaydı. 2009’da dünyanın pek çok yârinden gelen aktivistlerle Kahire’de buluştu. Gaza Freedom March etkinlikleri kapsamında Gazze’ye uygulanan ablukanın kaldırılması için eylemlere katıldı. Daha sonra İspanya’daki aktivistlerle Gazze ablukasını denizden kırmak amacıyla gemi organize ekibinde yer aldı.:
“2009’da Kahire’den İspanya’ya döndüğümde Gazze’ye yönelik ablukayı kırmak için gemilere katılım için kampanya yapmaya başladılar. Ben de başvurdum ve kabul edildim. Sonra ablukayı kırmak için Yunanistan’dan bota bindik. Botumuz durduruldu. 2010’da Mavi Marmara filosu kalktı. Biz 14 yıl sonra hala aynı şey için çabalıyoruz, bu inanılmaz! Düşünün hemen durdurulması gereken bir ablukayı 12 yıldan fazla süredir yaşıyoruz. “
“Yahudiliğe hiçbir zaman inanmadım… Müslüman olmaya karar verdim”
Zohar Chamberlain Regev İspanya’dan sonra Filistin’de Beytüllahim’e yerleşti. Burada 2.5 yıl gönüllü çalışmalar yaptı. Mülteci kamplarında ailelerle yaşadı. Bu süreçte Müslüman olmaya karar verdi:
“Sonra orada karar verdim ki benim İslam aslında ruhsal yolculuğum olmalı. Hiçbir zaman Yahudiliğe inanmadım. Yaşam ve dini pratiklerini yapmadım. Ama Yahudi olarak büyüdüm Yahudilik benim kültürümdü. Ama daha sonra inanç yolculuğumda başka bir yola girmek istedim. İslam benim yeni yolum oldu. Yani bu kişisel bir tercih oldu. “
Regev’in ailesi dindar değildi, Müslümanlarla sorunları yoktu. Ancak kafalarında birçok soru işareti vardı.
“Belki biraz da korkuları vardı. Babam çok dindar bir insan değildi hatta dinlerin insanları ayırdığını düşünürdü. Ben de ‘her zaman öyle olmak zorunda değil’ dedim. Aslında İslam diğer dinlere saygı duyuyor. Yahudi ve Hristiyan dinlere ve peygamberlere saygı duyuyor. Bu insanları bir araya getirmenin bir yolu aynı zamanda. Annem de onlardan uzaklaşacağımı mesafe koyacağımı düşündüğü için endişeliydi. Sonra annem de fark etti ki İslam hangi dinden olurlarsa olsunlar anne babaya saygıyı önemsiyor. Annem bundan dolayı çok mutlu oldu. Ben bir Müslümanla evlendim ve eşimin annesi bana İslam’ı anlatıyordu. Sürekli her gün bana anneni arayıp hal hatır sormam gerektiğini söylüyor ve teşvik ediyordu. Annem bunu fark edince çok memnun oldu. “
Müslüman olmak istiyordu ancak o zamana kadar ateist olan Regev için inanmak zordu. Bunu annesinin desteğiyle aştı:
“Benim için çok zordu çünkü İslam’a geçene kadar inançsızdım. İnanmak için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bu sadece ‘tamam ben inanmaya karar verdim’ gibi bir şey değil. Öyle olmuyor. Neye inanmam gerektiğini düşünmem gerekiyordu. Annem bana ‘nasıl inanmadığını söylersin sen çok şeye inanıyorsun. Sen adalete inanıyorsun, adaletsizlik için bir şeyler yapman gerektiğine inanıyorsun. Sonra ben İslam ile ilgili öğrendiklerimle bağlantı kurdum. Cihat’ın ne anlama geldiğini öğrendim. Hatta 2001 yılında ikiz kulelere saldırı olduğundan bunu İslam’a nefrete dönüştürdüler. İslam’ın şiddet dini olduğu iddia ettiler. Ben daha sonra okumalarımda anladım ki cihat şiddet değildi. Cihat öncelikle kendinizin kötü düşünceleriyle başa çıkmanızdır. Ve bir yerde bir adaletsizlik gördüğünüzde orada bir şeyler yapmanız gerektiğidir. “
“7 Ekim saldırılarına şaşırmadım çünkü o isyan 75 yıllık zulmün sonucu”
Regev 7 Ekim’de Filistinli örgütlerin saldırısını 75 yıldan fazla süren İsrail zulmüne karşı bir isyanı olarak değerlendirdi.
“Benim ailem bile 7 Ekim saldırıları ile şok yaşadılar. Ben dedim ki ‘şok mu oldunuz, nasıl şok oldunuz? Her şey yıllardır gözünüzün önünde oldu.’ Sadece Gazze ablukasından bahsetmiyorum. 75 Yıl süren işgalden devam eden Nekbe’den bahsediyorum. Böyle bir isyanı beklemeliydiniz… “
Zohar Chamberlain Regev, 2000 yılında Gazze’yi ziyaret etti. Regev Gazze Şeridi’nde, ablukadan önceki hayatın bile zor olduğunu söylüyor:
“O zaman hala Yahudi yerleşimciler vardı orada. Bizi yüksek bir binaya götürdüler. Yahudi yerleşimcilerin yaşadığı yerleri gösterdiler. Bütün yeşil alanları tarım arazilerini güzel sahil yerlerini yerleşimciler işgal etmişlerdi. Ve oraya giden yollarda kontrol noktaları vardı. O zaman hala umudumuz olduğu zamanlardı. Bize havaalanını gösterdiler. Şimdi havalananını da havaya uçurdular muhtemelen.“
Regev Filistin meselesinin her şeyden önce insani bir mesele olduğunu söylüyor. İsrail’de doğup büyümüş biri olarak da karşı çıkmanın bir sorumluluk olduğunu vurguluyor:
“Benim için Filistin meselesi her şeyden önce insani bir mesele. Bir İsrailli olarak da kendimi sorumlu hissediyorum. Çok küçük yaşlarda bize Yahudi soykırımı yani holokost hikayeleri anlatıldı. Ben Kibbutzlarda büyüdüm. Ve Kibbutzlar soykırımdan sağ kurtulanlar tarafından inşa edildi. Macaristan’dan kollarında numaralarla yüzlerce insan vardı bizim Kibbutz’da. Sürekli Holokost hikayeleri dinliyorduk. Bu hikayelerde bize orada Holokost yapılırken dünyanın sessiz olduğunu anlatıyordu. Benim için bu hikayelerden çıkardığım sonuç ‘zulüm karşısında sessiz olmamaktı’ bir şeyler yapmak zorundayız. Gazze’de insanlara çok korkunç şeyler yapılıyor. Biz orada olanları çekinmeden açıkça konuşmak zorundayız. “
“Kibbutz hayatı adaletli ama evrensel olmadıkça anlamsız”
Regev İsrail’in işgalini genişletmesinin bir parçası olan Kibbutz’da büyüdü. Kibbutz hayatını kendi içinde adil olarak anlatan Regev, ancak evrensel olmadıkça anlamsız olduğunu belirtiyor:
“Siyonizm’in toprakları işgal etmek için pek çok yolu var. Bunlardan biri, bir grup insanın adil ve eşit bir toplum oluşturma vizyonu. Kibbutz’da fakir insan yok. Herkes ne yaparsa başkalarıyla birlikte parasız paylaşıyor ve başkalarından alıyor. Çok ideal. Ama bir sorun var; sosyalizm eğer sadece bir grupta uygulanırsa olmaz. Evrensel olmalı. Ben 1970’lerde büyüdüm. O zamanlar Kibbutz çok komünaldı. Biz hep birlikte büyük bir yemek odasında akşam yemeklerini yerdik. Herkes çalışırdı ama para kazanmak için değil. Çok az para olurdu küçük ihtiyaçlar için. Paraya ihtiyacınız olmazdı zaten, bir şeye para ödemezdiniz. Bu sistemde adaletsizlik var, orada etrafımızda Filistinliler vardı. Onlar da gelir bizimle çalışırdı. Ama bizimle aynı haklara sahip değillerdi. Babam şunu fark etti ve biraz şaşırdı; Filistinliler geliyor Kibbutzlarda çalışıyor ama bizimle aynı yerde yemek yemiyordu. Onlar kendi yemeklerini getiriyor ve dışarıda yiyorlardı. Babam bunu dile getirdiğinde komşulardan ‘onlar bizle yemek istemiyorlar’ gibi bir cevap aldı. Ama babam ‘hayır’ dedi bu ‘misafirperverlik değil’ değil onları içeri davet etmek zorundasınız. Babam gençti ama oradaki yaşlı insanlar babamı dinledi. Babam hümanist bir insandı, Siyonist değil. Öyle olunca durum değişti Filistinlilerle aynı sofraya oturduk. Bence şunu anlamak lazım. İnsanlar iyi niyetli olsa bile bir şeyi adaletsizlik üzerine inşa ettiklerinde o sadece kötülük getirir.”