Uzun yıllar Osmanlı Devleti’nin Şam Vilayeti'ne bağlı bir bölge olan Lübnan, 1916’da Fransa ve İngiltere arasında yapılan Sykes Picot Anlaşması ile Fransız nüfuz bölgesinde kaldı. Fransızlar 1920’de Suriye ile Lübnan sınırını belirleyerek Büyük Lübnan Devleti’nin kurulduğunu açıkladı.
Fransız Manda Yönetimi 1926’da etnik ve dini kimliğe dayalı ve bugün birçok sorunun temel nedeni olarak gösterilen ilk anayasayı hazırladı. Cumhurbaşkanının Maruni Hristiyan, başbakanın Sünni Müslüman ve meclis başkanının Şii olduğu bu sistem bağımsızlığın kazanılmasının akabinde sağlanan "Ulusal Pakt" ile kanunlaştırıldı.
Ülkede 1975-1990 arasında yaşanan iç savaşın sonrasında ise siyasi gruplar yeni bir sistem üzerine anlaşmaya varamadı ve Lübnan eski sistemle yönetilmeye devam etti.
Çok kimlikli toplumsal yapısına göre şekillenen siyasi sisteme sahip 4 milyon nüfuslu Lübnan, her parlamento seçiminin ardından hükümet kurma sürecinde bakanlıkların dağılımı ve cumhurbaşkanının seçimi konusunda aylarca süren anlaşmazlıklara sahne oluyor.
Uzlaşmaya varılamadığından 2 buçuk yıl boyunca cumhurbaşkanı olmayan dönemden de geçti, aylarca hükümetsiz kaldığı da görüldü. Lübnan'daki bu sistem halkın siyasi tabakaya yönelik öfkesine neden oluyor.
Bugünlerde de ülkede cumhurbaşkanlığı krizi yaşanıyor. Büyük bir ekonomik krizin ortasındaki Lübnan'da Cumnhurbaşkanı bir türlü seçilemiyor. Milletvekilleri, ekim sonunda görevini tamamlayan Cumhurbaşkanı Mişel Avn'ın halefini seçmek için eylülden bu yana mecliste beş oylama yaptı ancak hepsinde başarısız oldu. Ülkede cumhurbaşkanı koltuğunun birkaç ay daha boş kalacağı tahmin ediliyor.
Söz konusu sistem ülkede ekonomik ve sosyal reform taleplerinin karşılanması konusunda işlevsiz kaldı. Dahası, devletin en temel görevleri yerine getirememesinin arkasında sebep olarak gösterilmeye başlandı.
Fransızların kötü mirası
Lübnan 22 Kasım 1943’te Fransız Manda Yönetimi'nden bağımsızlığını kazandı. Ancak Fransız askerleri ülkeyi 1946 yılında terk etti.
Birçok farklı etnik ve dini grubun yaşadığı Lübnan’da yönetim sistemi de bunun üzerine inşa edildi.
Peki tüm bu tıkanıklara yol açan siyasi yapı nasıl ve ne zaman uygulamaya konuldu? Hükümetlerin kurulması ya da cumhurbaşkanı seçimleri neden aylar sürüyor?
Sistemin temel taşı: Fransız işgalinden sonra devreye giren Ulusal Pakt
Fransız işgali döneminde Lübnan anayasası, ülkenin siyasi ve iktisadi denetimine Fransa’nın tam olarak hakim olacağı şekilde hazırlanmıştı. Bu çerçevede yapılan anayasa, vatandaşlık hukukundan ziyade din ve mezhepler arası egemenlik dağılımı üzerinde yükseldi.
Fransız manda yönetiminin sona ermesinden sonra ülkedeki siyasi sistem, 1943 yılında üzerinde uzlaşılan (yazılı olmayan) Ulusal Pakt doğrultusunda kuruldu.
Bu sistemde cumhurbaşkanlığı makamı Maruni Hristiyanlara tahsis edilirken, başbakanlık Sünni, parlamento başkanlığı ise Şii kesime verildi. Parlamento, Hristiyanlar ile Müslümanlar arasında 6/5 oranında bölüştürüldü. Bu sistemdeki en geniş yetki cumhurbaşkanının elindeydi.
Lübnan'ın çok unsurlu dini ve etnik yapısında Sünni, Şii, Alevi ve Dürziler Müslüman kesimi oluştururken, Hristiyan kesim Maruni, Rum Katolik, Ermeni Ortodoks, Ermeni Katolik, Süryani Ortodoks, Süryani Katolik, Keldani, Aşuri, Kıpti Ortodoks ve Kıpti Katolik gibi mezheplerden meydana geliyor.
Din ve mezheplere dayalı sistem siyasi istikrar getiremedi
Klasik siyaset bilimi tanımlarındaki sınıflandırılmalara uymayan nevi şahsına münhasır bu siyasi yapı Lübnan'a istikrar getiremedi.
Bunun nedenlerinden biri Müslüman nüfusun Hristiyan nüfusa oranla daha hızlı artmasıydı. Müslüman cemaat liderleri cumhurbaşkanlığının ve dolayısıyla nihai iktidarın Hristiyanların elinde olduğu bir sisteme karşı çıkmaya başladı.
Bir başka sorun ise 1948'de İsrail'in kurulmasından sonra Filistinli sığınmacıların Lübnan'a akın etmesiyle baş gösterdi. Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Lübnan'ın içinde artan gücü, Hristiyanlar ile Müslümanlar arasındaki ilişkileri gerginleştirdi. Bu sorun dini gruplar arasında bölünmeye yol açtığı gibi aynı zamanda siyasi anlamda cepheleşmelere de neden oldu.
Artan gerginlik sonucu 1975 yılında ülke iç savaşa sürüklendi. 15 yıl süren bu savaş, Suudi Arabistan'ın Taif kentinde varılan anlaşmayla sona erdi.
İç savaştan sonra siyasi sistem Taif Anlaşması ile güncellendi.
Bu gerginliğin etkisi ve iç savaşı bitirme girişimleriyle Lübnan'daki siyasi sistemde bazı değişiklikler yapıldı.
22 Ekim 1989'da Suudi Arabistan'ın Taif kentinde imzalanan anlaşmayla savaşan Lübnanlı aktörler parlamentonun Hristiyanlar ile Müslümanlar arasında 6/5 oranı yerine yarı yarıya bölüştürülmesini kabul etti.
Hristiyanların elinde olan Cumhurbaşkanlığı makamının yetkileri de önemli ölçüde azaltıldı. Bu yetkilerin bir kısmı Sünni başbakanın liderliğindeki kabineye devredildi.
1990'ın ağustos ayında Lübnan Parlamentosu'nda yasalaşan Taif Anlaşması doğrultusunda, 1943'teki bağımsızlıkta uygulamaya konulan anayasada ilk temel değişiklik yapıldı. Böylece bugüne dek geçerliliğini koruyan yeni anayasa kararlaştırıldı.
Ancak Taif Anlaşması'nda hayata geçirilemeyen bazı maddeler de oldu. Lübnan'da reform yapılması ve savaş sırasında barışın tesis edilmesi için Lübnan'a giren Suriye ordusunun ülkeden çıkması için oluşturulan çerçeve planlandığı gibi işlemedi.
Mayıs 1991'de Lübnan ordusu kurulduktan sonra ülkedeki tüm milisler anlaşma doğrultusunda silahını bırakırken Hizbullah silah bırakmayan tek taraf oldu.
Savaş sırasında barışın tesisi için Lübnan'a giren Suriye ordusu da Taif Anlaşması'nın öngördüğünün aksine ülkeden çıkmadı.
1991'de savaşın sona ermesinin ardından göreceli olarak istikrara kavuşan Lübnan'da hem Hizbullah'ın silahı hem Suriye ordusunun varlığı siyasi aktörler arasında gerilim kaynağı olmaya devam etti.
Taif Anlaşması'nın öngördüğü reformların çok az bir kısmı hayata geçirilirken, ülkedeki mezhepçi bölüşmelere dayalı siyasi sistem, birlik ve berberlik duygusunun gelişmesinin önüne geçti. Devlet kurumlarında ise yolsuzluk yüksek düzeye ulaştı.
Cemaatin kimliği Lübnan kimliğinin önüne geçiyor
Lübnan’ın siyasal yapısı zayıf ve yapay, sosyal yapısı da oldukça karmaşık. Zaman zaman birbiriyle çatışan etnik ve dini grupları bir arada tutabilecek meşru ve güçlü bir devlet çatısı oluşturulamadı.
Cemaatçi toplum kurgusu, güçlü bir Lübnan kimliğinin oluşmasını engelledi. Siyasal niteliği olan her işin cemaat kotasına bağlanmak zorunda olması parçalı yapıyı gittikçe derinleştirdi.
Lübnan’daki tek milli kurum Lübnan ordusu. Ancak bu ordunun gücü çok sınırlı. Öyle ki ülkedeki silahlı milislerle kıyaslandığında ordunun onlarla eşit hatta belki daha zayıf imkanlara sahip olduğunu söylemek mümkün.
Dış müdahalelerin gölgesinde iç bölünmüşlük derinleşti
Lübnan'ın zayıf siyasi ve sosyal yapısı ülkeyi dış müdahalelere açık bir hedef haline de getirdi. Suriye ordusu, 2005'te eski Lübnan Başbakanı Sünni lider Refik Hariri suikastından sonra oluşan baskı sonucu Lübnan'dan çekilmek zorunda kalsa da Suriye'nin Lübnan siyaseti üzerindeki etkisi devam ediyor.
Şii Hizbullah'ın İran ve Suriye'nin desteğiyle son yıllarda ülkedeki siyaset sahnesinde konumunu güçlendirmesinden sonra, İran'ı tehlikeli bir rakip olarak gören ve Hizbullah'ın yükselmesinden rahatsız olan Suudi Arabistan Lübnan'a yardımları büyük oranda kesti. Bu adımdan en çok etkilenen kesim Sünniler oldu.
Diğer taraftan siyasi analistler ve hukuk uzmanları, cumhurbaşkanı seçimi konusunda ortaya çıkan sorunun anayasadan değil yurt dışından yeşil ışık bekleyen politikacıların anayasayı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmasından kaynaklandığı konusunda hemfikir.
Beyrut patlaması ve Fransa
Lübnan'ın başkenti Beyrut Limanı'nda 4 Ağustos 2020'de patlayıcı maddelerin bulunduğu depoda önce yangın çıktı ardından tüm kenti sarsan çok güçlü bir patlama meydana geldi.
Cumhurbaşkanı Mişel Avn, patlamaya 6 yıldır limandaki bir depoda tutulan 2 bin 750 ton amonyum nitratın yol açtığını söyledi.
Patlamada 200'den fazla kişi hayatını kaybetti, yaralanan 6 bini aşkın kişiden 1000'den fazlası engelli hale geldi, 300 bin kişi de yerinden oldu. Fransa patlama sonrası ekonomik olarak da dar bir boğaza giren Lübnan'a yardım sözü veren ilk ülke oldu. Emanuel Macron iki defa Beyrut'u ziyaret etti. Ancak somut hiçbir adım atılmadı.
Beyrut Limanındaki patlamanın ardından ekonomi her geçen gün daha kötüye gitti. Sonrasında başlayan KOVİD-19 salgını ise krizi derinleştirdi. Ülke hem siyasi hem de ekonomik krizi birlikte yaşamaya başladı.