Bu yıl "İslamofobi ve Avrupa'da İnsan Haklarına Saldırı" başlığıyla sunulan ve 2015'ten beri yayımlanan raporun sunumu için gerçekleştirilen çevrim içi etkinliğin moderatörlüğünü Türk-Alman Üniversitesi'nden Doç. Dr. Enes Bayraklı üstlendi.
Raporun yazarları arasında bulunan Georgetown Üniversitesi'nden Prof. Dr. Farid Hafez, Keele Üniversitesi'nden Dr. Amani Hassani ve İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi'nden Amina Smits, etkinliğe konuşmacı olarak katıldı.
Bayraklı, COVID-19 salgınının gölgesinde çıkan raporu 2021 bitmeden yayımlayabildikleri için mutluluk duyduklarını söyledi.
Müslüman karşıtı nefret suçlarıyla belgeleler arasında büyük tutarsızlık var
Prof. Dr. Farid Hafez, 2020'de Almanya'da 146'sı camileri, 48'i ise fiziksel olarak kişileri hedef alan 901 Müslüman karşıtı nefret suçu işlendiğini hatırlattı.
"Bu rakamlar Alman federal polisinden ve hepimiz biliyoruz ki sayılar çok daha yüksek. Fundamental Rights Agency tarafından birkaç yıl önce yapılan bir araştırma, Müslümanlara karşı işlenen nefret suçlarının yalnızca yüzde 17'sinin belgelendiğini gösteriyor."
Müslüman karşıtı nefret suçlarıyla belgelenen sayılar arasında büyük tutarsızlık olduğunu, bu nedenle verileri karşılaştırmanın kesinlikle imkansız olduğunu anlatan Hafez, "Almanya'da Müslümanlara yönelik nefret suçlarının Fransa'dakinden daha fazla olduğunu konuşmak yerine, Fransız polis yetkililerinin genel olarak nefret suçlarını ne kadar ciddiyetle belgelediğini sorgulamak lazım" dedi.
Salgının nefret suçları istatistiklerine hiç etkisi olmadı
Hafez, Almanya'da Pegida gibi Müslüman karşıtı toplumsal hareketlerin, 2020 boyunca salgına rağmen mitinglerini düzenlediğini ve Almanya örneğinin gösterdiği gibi salgının nefret suçları istatistiklerine neredeyse hiç etkisi olmadığını kaydetti.
Avusturya'da aşırı sağcı bir politikacının İslam'a karşı savaşı vurgulamak için salgını kullandığını söyleyen Hafez, "Bu kişi bir etkinlik sırasında 'Koronavirüs tehlikeli değil, Kur'an daha tehlikeli.' dedi. Dolayısıyla, pandeminin İslam düşmanlığını yaymak açısından nasıl kullanıldığı veya görmezden gelindiği konusunda tam bir dinamik olduğunu görüyoruz" dedi.
"Fransa'daki Müslümanları siyasetten arındıracağını savunuyorlar"
Halka açık sayfalarına COVID-19 virüsü yerine Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un fotoğrafını koymayı tercih ettiklerini dile getiren Hafez, Macron'un Müslüman sivil toplum örgütlerine yönelik baskıyı meşrulaştırdığını savundu.
Ayrılıkçı yasayı eleştirenlerin bunun bir zemin oluşturmasından korktuklarını aktaran Hafez, "Haklı olarak, bu yasanın gelecekteki İslami kuruluşların herhangi bir yasal işlem veya yasal süreç olmaksızın faaliyetlerinin yasaklanacağını, böylece Fransa'daki Müslümanları siyasetten arındıracağını, ırkçılık karşıtı sivil toplum örgütlerinin kontrol edileceğini ve hatta Fransa'da uzun süredir var olan başörtüsü yasaklarını genişleteceğini savunuyorlar" değerlendirmesinde bulundu.
Hafez, Fransa'nın bu politikalarda yalnız olmadığını, Avusturya ve Almanya'da da benzer durumların yaşandığını söyleyerek, "Paylaşılan ana fikir, Müslümanların yasayı çiğnemeleri veya şiddet uygulamaları değil. Müslümanların yasayı Avrupa ulus devletlerini yıkmak için kullandıkları ya da başka bir deyişle, bireyler ve STK'ların siyasi sisteme demokratik katılımlarında gizli bir gündemleri olduğuna dair bir miktar şüphe olduğudur" açıklamasını yaptı.
"Müslüman toplumun hükümete güvenme konusunda çok büyük sorunları var"
Amina Smits, 2020'de İslam düşmanlığının Hollanda'daki durumu üzerine konuştu.
İslam düşmanlığı ve genel olarak ayrımcılık ve kutuplaşmanın ülke genelinde yayıldığını ifade eden Smits, insanların salgın nedeniyle pek dışarı çıkmadığını, bu sebeple fiziksel saldırılara daha az rastlandığını ama yine de camilere benzer saldırıların gerçekleştiğini, Müslüman okullarının hem fiziksel olarak hem de medyada hedef alındığını söyledi.
"Sorun, psikolojik olarak sorunlu kişilere indirgeniyor 'genel bir problem yok' deniyor"
Hollanda nüfusunun yaklaşık yüzde 27'sinin her gün ayrımcılığa maruz kaldığını aktaran Smits, "Araştırma, özellikle eğitim ve iş çevrelerinde bu rakamın önemli ölçüde arttığını gösteriyor. Yabancı kökenliler, özellikle Türk ve Faslılar, bu araştırmada çok fazla ayrımcılık ve tacizle karşı karşıya kaldıklarını, aslında hayata aktif olarak katılmak istemediklerini, yapmak istedikleri ya da okudukları alanın dışında bir işe girmeye karar verdiklerini, yalnızca çünkü Müslüman kimlikleri ya da göçmen kökenleri nedeniyle toplumdan ve hayatın belirli alanlarından dışlandıklarını belirtiyorlar" diye konuştu.
Smits, söz konusu İslam düşmanlığına karışan kişiler olduğunda konunun ciddiye alınmadığını şu sözlerle anlattı:
"Ancak konu İslam düşmanlığına fiilen katılan insanlara gelince, onlar genellikle yalnız kurtlar ya da psikolojik sorunları olan insanlar olarak kabul edilirler. Yani Müslümanlara yönelik saldırılarda, saldırganlar çoğu zaman psikolojik sorunları olan kişilerdir. Ne zaman saldırı yapıldığına dair bir haber okusanız, hep aynı şey. Bunlar gözaltına alınıp bir psikologla görüşmesi şartıyla tekrar serbest bırakılıyor. Bu, Müslümanların tehdit olduğu ancak Müslüman olmayanların masum olduğu algısını besliyor. Sorun, bu psikolojik olarak sorunlu kişilere indirgeniyor, 'onlar barış ortamını ve huzuru bozuyor, genel bir problem yok' deniyor."