Yakın tarihinin büyük bir kısmında cunta tarafından yönetilen Burma, 2011'den itibaren yaşadığı demokratikleşme deneyiminin ardından şubat ayı darbesiyle yeniden askeri yönetime dönüş yaptı.
Sokakta devam eden darbe karşıtı protestolar, ülkenin sivil yönetime dönmesini istiyor. Fakat darbe zihniyetinin yanı sıra ülkede çözüm bekleyen başka ciddi sorunlar da var.
Onlarca farklı ırk ve dilin olduğu ülkede sömürgecilik döneminden sonra ortak kimlik geliştirilememesi, darbeler dahil ülkede birçok farklı sıkıntıya yol açan temel sorun konumunda.
Peki birkaç yıl öncesine kadar Batı'da askeri yönetimin pençesinden kurtulup demokratikleşme yoluna adım atan başarılı örneklerden biri olarak gösterilen Myanmar'da işler neden ters gitti?
Uzmanlara göre, 1989'dan önce Burma adıyla anılan ülkede darbe zihniyetini besleyen daha derin sosyal ve toplumsal sorunlar söz konusu.
Foreign Affairs dergisinin yayımladığı “Burma'nın Saklı Tarihi” isimli kitabın özetinde Myanmarlı yazar Thant Myint-u, ülkedeki demokratikleşme deneyimine rağmen çeşitli ırk ve dil mozaiğine sahip toplumdaki ırkçı yaklaşımın 2011'den sonra yapılan tüm reformlara rağmen ortadan kaldırılamadığına dikkat çekiyor.
Myanmar'daki asıl sorunun sömürgecilik döneminden sonra ortak kimlik oluşturulamaması olduğunu belirten yazar, daha önce askeri yönetime karşı gösterdiği mücadele nedeniyle Nobel ödülüne layık görülen lider Aung San Suu Çii'nin, ordunun Müslüman Arakanlılara karşı işlediği ihlallere karşı çıkmamasına değiniyor ve bunun, ülkedeki mevcut toplumsal ve sosyal sorunları gözler önüne serdiğini anlatıyor.
Bağımsızlıktan sonra ortaya çıkan kimlik sorunu
Hint Okyanusu’nun kenarındaki eski İngiliz kolonisi Burma, sömürgecilik döneminde İngiltere'nin Hindistan'da uyguladığı idari modelin bir kopyasıyla yönetildi. Daha sonra oluşturulan ülke sınırları ise bölgenin coğrafi ve etnik yapısıyla uyumlu çizilmedi.
Yapay sınırları nedeniyle Myanmar'ı "harita çizerlerinin hayal ettiği bir ülke"ye benzeten İngiliz Antropolog Edmund Leach 1963'teki yazılarında, “Burma, modern siyasi haritalardaki şekliyle doğal bir coğrafi ve tarihi birlik oluşturmuyor. Tamamen 19'uncu yüzyılın sonlarındaki askeri İngiliz diplomasisi ve emperyalizmin kolaylaştırıcı idari tutumunun ürünü” ifadelerini kullanmıştı.
Bunun sonucunda Burma, 1948'de bağımsızlığına kavuştuğu ilk günden itibaren bir çöküşe doğru ilerlemeye başladı.
Anayasa ilkeleri hayata geçirilmedi
1947 yılında Burma hükümet lideri Aung San'ın (Aung San Suu Çii'nin babası) ülkedeki diğer etnik topluluk (Kaçin, Çin ve Şan) liderleri ile imzaladığı Panglong Anlaşması, ülkede Burma Birliği’nin kurulması ve yeni bir bağımsız devletin ortaya çıkmasını sağladı.
Ülkede 1948’de yürürlüğe giren anayasa, Burma’yı bağımsız ve egemen bir devlet olarak tanımlamış; adalet, eşitlik ve özgürlük prensiplerine dayalı sosyal düzenin sürdürülmesini hedef olarak belirlemişti. Ayrıca bu anayasa, tüm vatandaşların sosyal, ekonomik ve siyasi güvenliklerini garanti altına almıştı. Ancak bu hedeflerin hiçbiri hayata geçirilemedi.
Burman etnisitesinin kontrolündeki merkezi yönetim ve ordu, bağımsızlıktan kısa süre sonra diğer etnik grupların ayaklanmaları ve ortaya çıkan komünist örgütlerin isyanlarıyla karşılaştı.
Ordu kargaşaları gerekçe gösterdi, yönetime el koydu
Ülkedeki karışıklık 1962 yılında yaşanan darbeye zemin hazırlarken, isyancılar darbeden sonra ayrılık ve öz yönetim talepleri benimsemeye başladı. O tarihten bu yana Myanmar'da çekişmeler bitmek bilmedi.
Uzmanlara göre, tarihi perspektiften bakıldığında Myanmar'daki darbe zihniyetini bir sorundan çok ülkedeki kimlik sorununun sonucu olarak görmek mümkün.
Siyaset Bilimcisi Mary P. Callahan, Burma'daki cunta yönetiminin, arz ettiği tüm tehlike ve ters sonuçlara rağmen, daha önce bir merkezi yönetimin altına girmeyen geniş taşra bölgelerde devlet kurma çabalarının, karşılaştığı zorluklar ışığında olası çözümlerden biri olarak değerlendirildiğini ifade ediyor.
Askeri yönetim ülkenin adını Burma'dan Myanmar'a değiştirdi
1989’da askeri yönetimin inisiyatifiyle Burma'nın adı Myanmar olarak değiştirildi. Bu isim, ülkedeki en büyük etnik grup olan Myanma'dan (Burmanlar) geliyor.
İsim değişikliği, toplumdaki etnik çeşitliliğe yönelik izlenen baskıcı tutumu anlamak açısından önemli bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor.
Ülkede yaşayan 54 milyon kişinin üçte ikisini Myanma (Burman) etnik grubuna dahil olanlar oluşturuyor. Resmi olarak Bangladeş'ten gelen sığınmacılar olarak kabul edildikleri için vatandaşlık hakkından mahrum bırakılan Arakanlı Müslümanları saymazsak geri kalan üçte birlik nüfusta çok sayıda ırk ve dil karşımıza çıkıyor. Bunların başında Şanlar, Karenler, Rakhineler, Monlar, Kayahlar ve Kaçinler geliyor.
Birleşmiş Milletlerin (BM) Myanmar ismini tanımasına rağmen Myanmarlı muhalifler ve askeri rejime karşı olan bazı Batı ülkeleri bu ismi tanımamakta ısrar etti ve çoğu zaman Burma adını kullanmayı sürdürdü.
Budist rahiplerin ayaklanmalardaki rolü
Ülkenin yaklaşık yüzde 90’ını Budistler oluşturuyor. Budist rahipler 1948’de ülke İngiliz kolonisiyken bağımsızlık hareketinin başını çekmişti. Bağımsızlık hareketinin askeri lideri ise şubat darbesiyle yönetimden uzaklaştırılan Aung San Suu Çii'nin, bir ulusal kahraman sayılan babasıydı.
1962’deki darbeden sonra ordu yıllar içinde çıkan çok sayıda isyan ve protesto hareketlerini bastırmıştı.
Ülkedeki en büyük protesto dalgası ise yaklaşık 30 yıl önce, 1988’de yaşandı. Öğrencilerin öncülük ettiği, Budist rahipler tarafından da aktif olarak desteklenen demokratikleşme hareketi, ordu tarafından kanlı şekilde bastırıldı. Bu süreçte 3 bine yakın kişinin öldüğü tahmin ediliyor.
Suu Çii'ye Nobel ödülü
1990’da askeri rejim altında ilk bağımsız seçimler yapıldı ancak Aung San Suu Çii’nin Ulusal Demokrasi Birliği adlı partisinin seçim zaferi tanınmadı. O tarihten sonra ev hapsinde tutulan politikacı 1991’de Nobel Barış Ödülü aldı.
Daha sonra girişilen her muhalefet hareketi de kanlı biçimde bastırıldı, çok sayıda politikacı askere karşı muhalefet hareketini ülke dışında örgütlemek için sürgüne gitti.
Myanmar’ın askeri rejimi uluslararası alanda ise insan hakları ihlalleri nedeniyle izole edildi. ABD ve Avrupa Birliği (AB), ülkeye karşı ekonomik ambargo başlattı.
Rusya ve Çin Myanmar'daki askeri rejimi korudu
Batı tarafından izole edilen Myanmar rejimi, Rusya ve Çin tarafından destek buldu. BM Güvenlik Konseyinin Myanmar'a karşı yaptırım kararı girişimleri 2 ülkenin vetosuna takıldı. Bunun nedenlerinden biri Çin'in Myanmar'ın en önemli müttefiki ve ticaret ortağı olmasıydı.
Hindistan da petrol ve doğal gaz açısından zengin olan Myanmar’ın önemli ticaret ortaklarından biri. Petrol ve doğal gaz gibi yeraltı zenginliklerine sahip olmasına rağmen dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Myanmar'da ekonomik sorunlar sokaklara sık sık yaşanan ayaklanmalar şeklinde yansıdı.
Myanmar'da darbe geleneği ve Tatmadaw yönetiminin yükselişi
Tatmadaw olarak adlandırılan askeri dikta rejimi, bağımsızlıktan önce ortaya çıkan Japon tehdidine karşı verdiği mücadele ile önemli rol üstlendi. Ayrıca Tatmadaw, bağımsızlık sonrası dönemde ayrılıkçılar ve komünistlere karşı verdiği mücadele ile Myanmar’da önemli bir aktör olarak belirdi.
Bu kapsamda, silahlı kuvvetler kendisini ülke birliği, düzeni ve istikrarının tek muhafızı olarak gördü.
Ve Tatmadaw, “Devrimci Konsey” adı altında 1962’de darbe yaparak yönetime el koydu.
Darbe sonrasında Devrimci Konsey, Myanmar tipi sosyalizm ilan etti ve ulus inşa etme programını açıkladı.
1974’te yeni bir anayasa kabul edildi ve anayasal hükümetin seçilmesi için genel seçimler yapıldı. Seçimler sonrasında Tatmadaw, Burma Sosyalist Program Partisi BSPP’nin siyasi liderliğini kabul etti. Ancak bu durum çok uzun sürmedi.
1988’de Tatmadaw’ın yaptığı darbe ile Hukuk Devleti ve Düzeni Restorasyon Konseyi, ülke yönetimine bir kez daha el koydu.
2007'de Safran Devrimi
Tatmadaw uzun süre boyunca hiçbir siyasal tartışmaya izin vermedi. Ülke içerisinde yaşanan yoksulluk ve açlık dahil her türlü kitlesel sorunu sansürledi.
Askeri cuntanın anti demokratik uygulamaları, artan ekonomik sorunlar ve petrol fiyatları, toplumun rejime karşı harekete geçmesine neden oldu ve toplum Safran Devrimi olarak bilinin eylemleri 2007’de ülkenin en büyük şehri Rangoon’da başlattı. Bu eylemlere Budist rahiplerin de katılması eylemlerin kitlesel boyutunu artırdı.
2008’de yaşanan doğal afetle ise yeni bir siyasi kriz ortaya çıktı. Seylan Nergis Kasırgası olarak adlandırılan bu doğal afet sonrası Myanmar büyük bir maddi ve manevi hasara uğradı.
Kasırga felaketinden sonra askeri cunta yönetiminden uzlaşmacı tavır
BM'nin Myanmar’a yardım göndermek istemesi üzerine askeri rejim tecrit politikalarından geri adım atmamak için direndi. Ancak rejim karşıtlarının bu olay karşısında toplumsal desteğini artırması ve rejimin hem içeriden hem de dışarıdan demokratik reformlar yapması konusunda baskı altında kalması ülkede değişimin kıvılcımı oldu.
2008’de referandumla onaylanan anayasadan sonra 2010’da düzenlenen seçimleri, askeriyenin etkisi altındaki Birlik, Dayanışma ve Kalkınma Partisi (USDP) kazansa da ülkedeki askeri yönetimin etkinliği kısmen azaldı.
Demokratikleşme adına büyük bir adım olarak görülen genel seçimlere rağmen, Tatmadaw’ın siyaset üzerindeki etkinliği yine de devam etti.
Batı'nın yaptırımlarından kurtulmak için demokratikleşme süreci başlatıldı
2015’te yapılan seçimlerde Ulusal Demokrasi Birliği Partisi (NLD) oyların çoğunluğunu kazanarak, hem Pyithu Hluttaw olarak adlandırılan Alt Meclis hem de Amyotha Hluttaw olarak nitelendirilen Üst Mecliste sandalyelerin çoğunluğunu elde etti. Böylece ülke daha demokratik bir görünüm kazandı.
Ancak askeriyenin yasama organı olan meclisteki varlığının anayasa ile güvence altına alınması ve her iki meclisteki üyelerin üçte birinin atamayla gelmesi, Myanmar siyasi hayatının demokratikleşme bağlamında hala pek çok engelle karşı karşıya olduğunu gösterdi.
Askeri rejim böylece başlattığı demokratikleşme hareketini Batı'nın ülkeye uyguladığı yaptırım ve izolasyondan kurtulmak için kullandı. Ancak aynı zamanda yönetime müdahale imkanını da elden bırakmamış oldu.
"Demokratikleşme hareketi sürdürülebilir değildi"
Myanmarlı yazar Thant Myint-u, ülkede başlatılan ve Batı'nın memnuniyetle karşıladığı demokratikleşme hareketinin sürdürülebilir olması için gerekli adımların atılmadığına şu ifadelerle dikkat çekiyor:
"Ülkede demokratik değişimin sürdürülebilir olması için gerekli zeminin hazır olup olmaması konusunda ciddi bir değerlendirme yapılmadı. Hatta Myanmar'ın askeri dikta rejiminin elinden kurtarılması için demokrasinin en iyi seçenek olup olmadığı sorusu bile ele alınmadı."
Yazarın kitabında yer alan bu ifadeler, Myanmar'daki değişimin ne kadar kırılgan ve yüzeysel olduğunun altını çiziyor.
Aung San Suu Çii'nin ahlaki çöküşü
Belki Thant Myint-u'in bu görüşleri, Batı tarafından desteklenen lider Aung San Su Çii'nin ordunun Arakanlı Müslümanlara karşı işlediği ihlallere karşı çıkmaması hatta uluslararası mahkemelerde askerleri savunmasının arkasındaki nedenleri açıklıyor.
Ülkede birden ortaya çıkan ifade özgürlüğü, muhtelif ırkların arasındaki gerginliği artırdığı gibi ülkede süregelen ırk, din ve ulusal kimlik sorununu yeniden su yüzüne çıkardı.
Bu sorunun tezahür ettiği bölgelerin başında gelen Rakhin (Arakan) eyaletiydi. Eskiden bu yana Budist Rakhinler ile Müslüman Arakanlılar arasında mevcut olan gerginlik yeniden yükselişe geçti.
2012'den sonra Müslüman Arakanlılar, Budist çeteler ve ordu tarafından ağır ihlallere ve göç ettirme politikasına maruz kaldı. Milyonlarca Arakanlı Bangladeş'e sığınmak zorunda bırakıldı.
Ancak demokrasi dalgasıyla yönetime gelen Aung San Suu Çii, ihlallerin durdurulması için hiçbir adım atmadı.
2017'de ülkede 'ırk temizliği' iddialarını reddeden Aung San, 2019'de Lahey'deki uluslararası mahkemede ordunun başlattığı operasyonların "Rohingyalı milislerin oluşturduğu tehdidi bertaraf etmek için gerekli olduğunu" savundu.
Aung San'ın bu tutumu özellikle Batı'daki saygınlığı ve popülaritesini iyice düşürdü.
Ülkede yeniden askeri cunta yönetimi
Şubatın başında gerçekleşen darbe ile Aung San, savunduğu askerler tarafından görevden uzaklaştırıldı. Askeri yönetim karşıtı protestolar halen devam ediyor. Yüzlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan bu protestoların sivil yönetime dönüş talepleri henüz yankı bulmuş değil.
Fakat Thant Myint-u'e göre Myanmar'da gerçek anlamda bir ilerleme yakalamak için hem devlet kurumlarında hem de kavramlarda yapısal değişiklik gerekiyor.
Çünkü "bağımsızlıktan bu yana Burma'yı, Burma dili ve kültürüyle birleşmiş bir grup halk olarak gören devlet zihniyeti ve politikası başarısızlığını kanıtladı ve gelecekte de başarısız kalmaya mahkum."