Bir gece vakti kaçtılar. Sıcacık yuvalarını bırakıp yerin altına saklandılar. Neden? Beşşar Esed rejiminin bombardımanı yüzünden. Ölüm gelip bulmasın diye sessizce nefes alan binlerce aileden bir kaçı...
Önce Serakib’den kaçıp Kefer Nuran’a, ardından işte bu toprağın altına... Oradan oraya derken gidecek yerleri kalmadı. Toprağı kazıp yuva yaptılar.
Kocaman dünyada yerin üstünde yaşayacak alan bulamamak, saklanmak... Nasıl bir çaresizlik? Zeytin ağaçları şahit, ben şahidim. Piknik yapacakları, koşup oynayacakları yerlere mezar kazar gibi yuva kazmışlar. Yardım kuruluşları gelip yiyecek yemek, çocuklara ilaç verir diye bekliyorlar. Tırnakları toprak dolmuş çocukların, elleri nasır tutmuş babalar ellerinde kürek, “İşte burada yaşayacağız” demekten başka çaresi olmadığını haykırıyor. Ama sessizce... "Sesimizi iyi insanlar duysun ama Esed zalimi bizi bulmasın".
Çocukların tek isteği bir çadır
Toprak kokuyor yer ve gök, ağaçlar bile utanıp zeytin vermiyor da kimse bu sessiz çığlığı duymuyor. Dudakları titriyor Ahmed’in... Ne parka gidemediği ne de uykusu geldiği için ağlıyor. Yeni bir ayakkabı ya da ikinci bir oyuncak için değil mahzunluğu; açlıktan, hastalıktan, çocuk olamamaktan... "Ne istiyorsun?" diye sorduğumuzda Muhammed’e cevabı sadece "Çadır" oluyor.
"En kötü evde yaşamak, yerin altına saklanmaktan iyidir"
Gözleri yaşlı anneler çaresiz. Elleri, kolları bağlı, kara kara düşünüyorlar.
"Burada yılan, böcek çok. Biz bombardımandan kaçtık, geldik. Ama geceleri yılanlardan korktuğumuz için uyumuyoruz. Çocuklarımızın hepsi hastalandı. Bize bir çadır versinler yeter. Yemek versinler. En kötü evde yaşamak, göçmen olmaktan, yerin altına saklanmaktan iyidir."
"Kazdık burayı mezar gibi"
"Ben Serakibliyim. 10 çocuğum var. Onlar da benimle yaşıyor. Düşünün ki ben onlara burada bakıyorum. Başka gidecek yerimiz yok. Çok korkuyoruz. Rejim her yeri bombalıyor. Bakın, kafamızı çıkarmaya korkuyoruz. Kazdık burayı mezar gibi. Ne vereceğim çocuğuma? Yarasını nasıl temizleyeceğim? Nasıl yaşatacağım, ne yedireceğim?"
Çok şey yazılır, az kalır. Ben de çok şey yazdım, hiçbiri bu ateşi anlatamadı. Ama bir çocuk bana baktı, her şeyi anlattı. Dedim, "Sana söz çocuk: Ne anlattıysan bende kalmayacak; dağa taşa, köre sağıra duyuracağım. Sen bu topraklara sığamadın, ben de seni unutturmayacağım".