Donald Trump’ın yeniden Beyaz Saray’a adım atması, Avrupa için şimdiden sıkıntılı senaryoların habercisi gibi görünüyor. “Önce Amerika” politikasının stratejik ve ekonomik etkileri bir yana, Trump’ın öngörülemez üslubu, transatlantik bağları daha önce görülmemiş bir şekilde sarsabilir.
NATO’nun zayıflatılması, sağ popülist hareketlerin cesaretlenmesi ve potansiyel bir transatlantik ticaret savaşının kıvılcımı... Avrupa’nın, Trump’ın ikinci başkanlığında karşılaşabileceği risklerden sadece birkaçı.
Üstelik işler bununla sınırlı değil. ABD-Çin ticaret savaşında Avrupa, iki taraf arasında sıkışıp kalma riskiyle karşı karşıya. Washington’dan, Çin’le ekonomik bağlarını koparması için baskı görürken; ABD pazarından dışlanan Çin mallarının Avrupa’ya akın etmesi, kıtanın ekonomisi üzerinde ciddi bir baskı yaratabilir. Tüm bunlar, ekonomik büyümede ABD ve Çin’in gerisinde kalan Avrupa’yı kırılgan bir döneme sürükleyebilir. Almanya ve Fransa’nın siyasi krizlerle sarsıldığı, sağ popülistlerin güç kazandığı bir Avrupa’da ortak bir duruş sergilemek hiç de kolay olmayacak gibi görünüyor.
Trump’ın Ukrayna’ya yönelik “onurlu olmayan” bir barışı dayatması ya da Avrupa mallarına gümrük vergileri koyması, kıta için büyük bir sınav anlamına gelecek. Ancak Avrupa’nın tarihi, bu tür krizlerde ortak bir cephe oluşturma konusunda pek umut verici değil.
Şimdi asıl soru şu: Avrupa, bu tür meydan okumalara karşı stratejik bağımsızlığını geliştirebilecek mi? Konunun detaylarını İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Tarık Oğuzlu ile konuştuk.
Donald Trump’ın yeniden başkanlık koltuğuna oturacak olması, Avrupa’nın hem güvenlik hem de ticaret alanında zorlu bir döneme gireceğinin sinyallerini veriyor. ABD’nin Ukrayna’ya verdiği desteği çekmesi, Avrupa’yı Rusya karşısında savunmasız bırakabilir. Aynı zamanda Trump’ın ticaret politikalarındaki sert adımları, Avrupa’nın ekonomik çıkarlarını ciddi şekilde sarsabilir. Prof. Dr. Oğuzlu’ya göre, bu yeni dönemin Avrupa için hem tehditler hem de fırsatlar barındırdığı açık.
Prof. Dr. Oğuzlu, Trump’ın Avrupalılara uzun süredir aynı mesajı verdiğini belirtiyor: “Kendi güvenliğinizi artık kendiniz sağlayın. Bunun için yeterince paranız, pulunuz ve kapasiteniz var.”
Bu mesaj, Trump döneminde kaba ve sert bir şekilde ifade edilirken, Demokratlar döneminde daha diplomatik bir üslupla gündeme geldi. Ancak sonuç değişmedi. Oğuzlu, NATO üyelerinin çoğunun bu baskılar sonucunda savunma harcamalarını ulusal gelirlerinin yüzde 2’sine yükselttiğini vurguluyor.
Trump’ın Ukrayna konusunda “savaşları bitirme” söylemiyle hareket edeceğini belirten Oğuzlu, bunun Avrupa için riskler barındırdığını ifade ediyor:
“Trump, Ukrayna-Rusya savaşında hızlı bir barış istiyor ancak bu barış, Ukraynalıların ve Avrupalıların içine sinecek bir barış olmayabilir. Trump, Ukrayna’nın NATO üyeliğini desteklemez ancak ikili anlaşmalar yoluyla Ukrayna’ya asgari düzeyde bir güvenlik garantisi verebilir.”
Trump’ın ticaret politikaları, Avrupa’nın diğer büyük sınavı. Prof. Dr. Oğuzlu, ABD’nin ticaret açığını kapatmak için gümrük vergilerini artırmasının, Avrupa ekonomisini zayıflatabileceğini söylüyor:
“Avrupa, ABD’ye mal satan bir ticaret devi. Ancak Trump’ın bu süreçte attığı adımlar, Avrupa’nın ABD pazarındaki rekabet gücünü azaltır ve Çin’le olan ilişkileri yeniden şekillendirebilir.”
Oğuzlu, Trump döneminde ABD-Avrupa ilişkilerinin gerilmesiyle Çin’in Avrupa ile yakınlaştığını hatırlatıyor. Ancak Ukrayna savaşıyla birlikte bu denklem değişmiş durumda.
“Avrupa, ABD’nin Rusya karşısında yanlarında olmasını istiyor. Aynı zamanda Çin ve ABD arasında bir bloklaşma istemiyor çünkü ticaret devleti olarak herkese açık bir küresel düzeni tercih ediyorlar.”
Prof. Dr. Oğuzlu, Trump’ın Avrupa için tehdit gibi görünen politikalarının aslında kıtayı kendi ayakları üzerinde durmaya teşvik ettiğini belirtiyor:
“Trump, Avrupa’ya güvenliğini ve ekonomisini kendi çabalarıyla sağlaması gerektiğini sert bir şekilde hatırlattı. Bu belki de Avrupa’nın bağımsızlık arayışını hızlandıracak bir fırsat olabilir.”
Sonuç olarak, Trump’ın başkanlık dönemi, Avrupa’nın ABD’ye bağımlılığını azaltma ve kendi stratejik bağımsızlığını artırma yönünde bir dönüm noktası olabilir. Ancak bu süreç, kıtanın ciddi zorluklarla karşı karşıya kalacağı gerçeğini değiştirmiyor.