Eski ABD Başkanı Donald Trump, görev süreci boyunca birçok skandala imza atmış bir isim. Evanjelik bir Hristiyan olması bu skandalların boyutunu daha radikal seviyelere çıkarmasına da sebep oldu.
Kudüs'ü İsrail'in "başkenti" olarak tanıması ve ülkesinin Tel Aviv'deki büyükelçiliğini resmen Kudüs'e taşıması bunlardan biriydi.
Ancak, Trump bununla da yetinmedi. İsrail-Filistin meselesine sözde bir çözüm önerisi de sundu. Zira, “Yüzyılın Barış Planı” diye adlandırdığı bu plan, İsrail'i önceleyen perspektifiyle Filistin davasını ortadan kaldırmayı hedefliyordu.
Öyle ki Trump, İsrail-Filistin meselesine "çözüm getirme" iddiasıyla hazırladığı "Refaha Giden Yol" başlıklı tek taraflı sözde barış planını, Beyaz Saray'da düzenlediği basın toplantısında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile açıklamıştı.
Gazze tamamen İsrail ablukasına alındı
7 Ekim’den beri Gazze’yi bombardıman altına alan İsrail, aslında bu planın da gerisinde bir noktada olduğunu ortaya koydu. Filistin topraklarını işgal edip Filistinlileri yerlerinden ederek büyük bir hukuksuzluğun resmini çiziyor.
Gazze’ye aralıksız saldıran İsrail, o gün de aslında “barış” adı altında çizilen haritaları uygulama niyetinde değildi. Zira, zaten haritalara bakıldığında bu planda da bir “çözüm” değil, İsrail’in isteklerinin yer aldığı net bir şekilde görülüyordu.
Peki, 181 sayfalık sözde barış planı neyi anlatıyordu? Gelin detaylara bakalım.
İlk olarak Filistinlilerin geri dönüş hakkı, Doğu Kudüs, yerleşim birimlerinin kaldırılması gibi taleplerini görmezden gelen sözde barış planı, tarihi Filistin topraklarında "iki devletli çözüm" imkanını tamamen ortadan kaldırıyordu.
Plana göre kurulacak “Filistin Devleti”nin başkenti Doğu Kudüs’ün banliyölerinden Ebu Dis Mahallesi ya da Doğu Kudüs’ün kuzeyindeki Şuafat Mülteci Kampı'ndan Kefr Akab Mahallesi'ne uzanan bölge olacaktı. Kudüs ise İsrail’in başkenti kabul edilecekti.
İsrail yönetiminin uzun zamandır “yük olarak gördüğü” İsrail vatandaşı yaklaşık 300 bin Filistinlinin yaşadığı ve Ummul Fahm ile Kefr Kasım gibi büyük şehirlerden oluşan El-Muselles bölgesi de “müstakbel Filistin Devleti'ne” devredilecekti.
Trump’ın haritası, plana göre İsrail’in öngörülen sınırlarını gösteriyordu. Haritada, beyaz daireler şeklinde gösterilen alanlar İsrail’in büyük kolonilerinin yerlerini işaret ediyordu. Haritada, kahverengi bölgelerse Filistin topraklarını simgeliyordu. Gazze ve Batı Şeria’yı birbirine bağlaması öngörülen tünel de haritada kesik çizgilerle belirtilmiş.
Filistin parçalanmış bir haritaya dönüştürüldü
Bu planın açıklanmasının ardından İngiltere merkezli Middle East Eye, Filistin’in nasıl bir görünüme bürüneceğini çizdi. Bu haritaya göre, parça parça bölgelerden oluşan ve toprak bütünlüğü olmayan bir Filistin, İsrail’in ortasında kalmış gibi görünüyordu.
Trump’ın haritasında, bazı Filistin bölgeleri köprüler ve tünellerle bağlantılandırılmıştı. Ancak geçmişte de Batı Şeria ve Gazze arasında kullanılabilecek bir yolun inşası gündeme gelmiş, yol için çalışmalar da yapılmıştı. İsrail ise hiçbir zaman bu yolların kullanılmasına izin vermedi.
Öte yandan, Trump’ın planında Filistinli topluluklar arasındaki bütün yollar “ana yol” (major road) olarak gösterilmişti. Fakat gerçekte bu yollar kolaylıkla kapatılabilecek, müdahale edilebilecek ince koridorlar biçiminde yer alıyordu. Öyle ki İsrail, bu yollar üzerinde kontrol noktaları kurarak, istediği an geçişleri engelleyebiliyor.
Yahudi yerleşim birimleri meşrulaştırıldı
Filistin yönetiminin iki devletli kalıcı barışın sağlanması için sunduğu şartlar arasında, Batı Şeria'daki 250'den fazla yasa dışı Yahudi yerleşim biriminin boşaltılması geliyordu.
İsrail ise 400 binden fazla yasa dışı Yahudi yerleşimcinin kaldığı bu birimleri, kendisine bağlamayı amaçlıyordu.
Trump'ın sözde barış planında, yasa dışı Yahudi yerleşim birimleri sorununa da Filistinlilerin taleplerine kulak tıkanarak İsrail'in istediği şekilde "çözüm önerisi" getirilmişti.
ABD'nin sözde barış planı kapsamında, Batı Şeria'daki yasa dışı Yahudi yerleşim birimlerinin "İsrail toprağı" olması öngörülüyordu.
Uzun yıllardır devam eden yasa dışı Yahudi yerleşim yerlerini tek kalemde "İsrail'in toprağı" olarak kabul eden planın, sadece bu maddeden dolayı bile Filistin tarafından kabul edilmesi beklenemezdi.
Filistinli mültecilere geri dönüş hakkı verilmedi
İsrail'in 1948'den bu yana yerlerinden ettiği 6 milyonu bulan Filistinli mültecinin geriye dönüş haklarını ellerinden alan plan, bu yönüyle de tepki toplamıştı.
Başbakan Netanyahu, sözde barış planının açıklandığı basın toplantısında yaptığı konuşmada, "Filistinli mültecilerin sorunu İsrail dışında çözülmelidir" diyerek, yerlerinden edilen Filistinliler için geri dönüş hakkı verilmesine ilişkin beklentilere kapıları kapatmıştı.
Hamas’ın silahsızlandırılması istenmişti
ABD'nin tek taraflı planı, İsrail'in "egemen bir ülke" olarak Akdeniz'deki sınırlarını da tanıyordu. Ayrıca, Gazze'deki Hamas etkisinin tamamen sona erdiği güne kadar bu bölgeye yardım yapılmamasını da öngörüyordu.
Gazze’nin Hamas etkisinden arındırılması ve "silahsızlandırılmasını" öngören planda geniş şekilde "Hamas'ın İsrail-Filistin meselesinin çözümünde engel olduğu" iddia ediliyordu.
Aynı şekilde Filistin'in tamamen "silahsızlandırılması" ve sadece kolluk kuvvetlerine sahip olması arzu edilen planda, Filistin'in bölgesel tehditler karşısında savunulmasında ABD'nin rol oynamaya hazır olduğu ifadesi de yer alıyordu.