Tunus’ta koalisyon hükümetinin Başbakanı İlyas el-Fahfah’ın hakkındaki yolsuzluk iddiaları nedeniyle istifa etmesinin ardından ülkede sular durulmuyor.
Nahda, Demokratik Akım, Halk Hareketi, Yaşasın Tunus ve Ulusal Islah Bloku'ndan oluşan geniş bir koalisyonun Başbakanı Fahfah’ın istifası, Tunus’ta siyasi krizlerin başlangıcı oldu.
Cumhurbaşkanı Kays Said tarafından hükümeti kurma görevi İçişleri Bakanı Hişam el-Meşişi’ye verildi.
Meşişi, bürokrat ve partilerinden istifa etmiş kişilerden kurduğu hükümetine güvenoyu alabildi ve göreve başladı. Ancak siyasi kriz bitmedi.
Başbakan Meşişi, geçen ay kabinesinde değişikliğe gitti ve bazı bakanları değiştirdi. Bakanlar Meclis’ten güvenoyu aldı ancak Cumhurbaşkanı Said, yeni bakanları çağırıp, yeminlerini ettirmedi.
Teamül olarak gerçekleşmesi gereken bu olay, ülkede anayasal tartışmaları da beraberinde getirdi. Kays Said, yeni bakanlar hakkında yolsuzluk iddiaları olduğunu ve kadın-erkek eşitliğine dikkat edilmediğini ileri sürdü.
Cumhurbaşkanı ayrıca, değişikliğin Anayasa’ya aykırı olduğunu dile getirdi. Ülke artık bir siyasi krizin içerisindeydi. Meşişi, krizi aşabilmek için kabineye yeni aradığı üyelerden bazılarını değişti ve 2 kadın bakanı da atadığını açıkladı.
Ancak Kartaca Sarayı’ndan yine olur alamadı. Kays Said, değişiklik yapılmadan önce Bakanlar Kurulu’nda isimlerin istişare edilmesi ve bundan Cumhurbaşkanı’na bilgi verilmesi gerektiğini gerekçe göstererek tekrar itiraz etti.
Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin fitilinin bir seyyar satıcı tarafından ateşlendiği Tunus, diğer Arap Baharı ülkelerine göre demokratik olarak önemli adımlar attı. Sivil anayasayı kabul etti, yönetimde çoğulculuğu sağlarken, otoritenin barışçıl yollarla el değiştirdiği parmakla gösterilen bir ülke oldu.
Peki, bundan sonra Kuzey Afrika’nın küçük ülkesi Tunus’u ne bekliyor? Anayasa tartışmalarından sistem tartışmalarına, ekonomik sıkıntılardan dış etkilere kadar birçok soruyu biz sorduk, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORSAM) Başkan Yardımcısı, Doç. Dr. İsmail Numan Telci cevapladı.
Arap Baharı diye bilinen değişim süreci Tunus’ta devam ediyor mu?
Tunus bilindiği üzere Arap devrimleri sürecinin başlangıç noktası. Süreci tecrübe eden ülkelere kıyasla Tunus görece daha dingin bir geçiş süreci yaşadı. Bunda Tunus’un kendine özgü siyasi, toplumsal ve ekonomik dinamiklerinin etkisi olmuştur. Tunus ne Mısır gibi ABD’nin bölge çıkarları ve İsrail’in güvenliği açısından stratejik bir konumda ne de Libya gibi zengin enerji kaynaklarına sahip bir ülke idi. Bununla birlikte Tunus’ta demokratik kurumlar her ne kadar güçlü bir şekilde işlerlik gösteremese de siyasi kültürün olgunlaşmasına katkıda bulunmuş bu da Arap devrimleri sonrası süreçte Tunus’un çatışma ortamından görece uzak bir dönüşüm geçirmesine neden olmuştur.
Bununla birlikte Tunus hala bu dönüşüm sürecini yaşamaya devam etmektedir. Gerek siyaset kadrolarının demokratik tecrübesinin yetersizliği gerekse de dış aktörlerin müdahale girişimleri gibi hususlar Tunus’un istenilen dönüşümü gerçekleştirememesine neden olmuştur.
Kurumların tam anlamıyla çalışır hale gelmesi, özgürlük ve temel hakların toplumun tüm kesimlerine eşit bir biçimde tanınması ve ekonomik sorunların aşılabilmesi gibi konularda yaşanacak gelişmeler Tunus’un devrim sürecini başarılı bir şekilde tamamlayıp tamamlayamayacağını ortaya koyacaktır.
Tunus’ta, Kays Said’in Cumhurbaşkanı seçilmesine rağmen ‘Devrim—Karşı devrim’ çatışmasının bitmediği söyleniyor. Son yaşanan olayların bununla bir ilgisi var mı? (BAE, Suudi Arabistan etkisi de göz önüne alınırsa)
Tunus’taki devrim süreci de dış aktörlerin müdahalesine zaman zaman maruz kalmıştır. Özellikle Arap devrimleri sürecinde karşı-devrimlere öncülük eden Birleşik Arap Emirlikleri’nin Tunus’taki siyasi süreci de kontrolü altına alma yönünde girişimleri olduğu gözlemlenmiştir.
Bu noktada ülkedeki bazı siyasi aktörlerle yakınlaşma girişimleri yapılmış ancak bunda tam anlamıyla başarı elde edilememiştir. Bunun temelde iki nedeninden bahsedilebilir. Öncelikle Tunus’taki Nahda Hareketi'nin ülkedeki dönüşüm sürecine dair tutumu dış aktörlerin müdahalesini engellemiştir.
Nitekim Nahda yönetimin tüm kademelerinde kendisinin öncelendiği bir durumdan ziyade, daha uzlaşmacı ve kapsayıcı bir pozisyon alarak sürecin tıkanmasını önlemiştir. Öte yandan yine Nahda’nın toplumsal anlamda güçlü bir desteğe sahip olması da Tunus’ta dış aktörlerin rolünün sınırlı kalmasına yol açmıştır. Öte yandan BAE’nin Tunus’a müdahalesinin başarısız olmasının bir diğer nedeni de Abu Dabi’nin karşı devrim süreçlerinin desteklenmesinde yetersiz kalmasıdır.
Mısır’dan Libya’ya Suriye’den Yemen’e birçok devrim sürecine müdahil olan BAE, gelinen noktada sınırlarının farkına varmış ve bazı angajmanlarında geri adım atmak durumunda kalmıştır. Bu geri adım stratejik bir geri çekilme olarak da görülebilir. Nitekim uygun zaman ve kapasite elde edildiğinde karşı-devrimci dalga yeniden aktive edilebilecek ve BAE gibi aktörler yine bölgedeki karşı-devrimci politikalarını hayata geçirebileceklerdir.
Tunus’taki son kriz, karşı devrim girişimi bağlamından ziyade ülkedeki demokratikleşme sürecinin bir krizi olarak görülebilir. Kurumların yeni bir siyasi düzlemde birbirlerini tanıdıkları, yeni bir sistemin kuruluşu sürecinde kendi konumlarını konsolide etmeye çalıştıkları ve kimi zaman ideolojik öncelikleri ve dış destekçilerinin de teşvikleri ile pozisyon aldıkları bir ortamın yarattığı siyasi kriz olarak görülebilir.
Bu durum ekonomik sorunlarla da birleşince toplumsal anlamda da karşılık bularak derinleşme potansiyeli barındırabilir. Bu noktada siyasi, sivil ve askeri aktörlerin alacakları pozisyonlar ve protestoların ne yöne evrileceği krizin yönünü de belirleyecektir.
Hükümet ile (Gannuşi dahil) Cumhurbaşkanı arasında yaşanan ‘Anayasal ihlal’ tartışmaları ülkeyi yeni bir krize sürükler mi, hükümet istifa eder mi?
Hükümetin istifası seçenekler arasında. Cumhurbaşkanı geri adım atmayacağını belirtti ve atamaların iptal edilmesini istedi. Hükümet krizin uzamasını istemezse geri adım atabilir. Sokak protestolarının sürmesi de hükümet üzerindeki baskıyı artırabilir. Ekonomik sıkıntıların devam etmesi halkın bir kesimini ciddi anlamda rahatsız ediyor.
Normal şartlar altında Cumhurbaşkanı Kays Said’in daha uzlaşmacı bir tutum içerisinde olması beklenirdi ancak gelinen noktada cumhurbaşkanının bu beklentilerden uzak olduğu söylenebilir. Göreve gelişinden bu yana Kays Said’in siyasi süreçleri yönetmede zorlandığı da görülmektedir. Cumhurbaşkanı’nın bazı konularda daha önceki söylemleriyle çeliştiği de söylenebilir. Bu durum Tunus’un komplike siyasi atmosferi ve kurumlar arası güvensizlik durumuyla da açıklanabilir.
Cumhurbaşkanı Kays Said’in iç siyasete odaklanırken, dış politika anlamında da zayıf bir performans gösterdiği de görülmektedir. Bu da bölgesel ve küresel aktörlerle ilişkilerinde görece yalnız kaldığı izlenimi uyandırmaktadır.
Göreve gelişinden bu yana sınırlı sayıda yurtdışı ziyareti gerçekleştiren Cumhurbaşkanı Said’in demokratikleşme noktasında Türkiye gibi aktörlerin desteğine ihtiyacı olduğu söylenebilir. Bu anlamda Türkiye’nin Tunus’taki siyasi krizin çözümü konusunda ülkedeki tüm siyasi aktörlere eşit mesafede yaklaşarak destek olması faydalı olabilir.
COVID-19 sürecinde yaşanan protestolar Tunus’ta ekonomiden kaynaklı yeni sokak protestolarını tetikler mi?
Ekonomi kaynaklı protestolar büyük ihtimalle devam edecektir. Tunus’ta devrimden bu yana geçen 10 yıl aslında siyasilere verilen bir fırsat olarak görülmekte. Tunuslular bu yıllar içerisinde demokratik yapıyı şekillendiremeyen ve ekonomik sıkıntıları çözemeyen siyasi aktörlere karşı tepkili. Bu durum derinleşme potansiyeli barındırıyor.
Tunus, Zeynel Abidin Bin Ali’nin görevden ayrılmasıyla birlikte geçen sürede ciddi ekonomik sorunlarla karşı karşıya kaldı. Son olarak COVID-19 temelli ortaya çıkan protestolar, büyük oranda bu son 10 yıllık birikimin bir uzantısı olarak da resmedilebilir. Çünkü 14 Ocak’ta sokağa çıkma yasaklarına karşı başlatılan gösterileri temelde uzun zamandır artan genç işsizliğe ve kötü yaşam koşullarına karşı bir tepki maiyetinde okumak mümkün.
Geçtiğimiz yıl Kasım ayında Başbakan Hichem Mechichi tarafından Tunus ekonomisini canlandırma ve çok sayıda yeni iş kolu yaratma noktasında pek çok taahhüt gelmişti. Ancak gelinen noktada özellikle ülkenin güney kısımlarında durum oldukça vahim görünüyor. 12 Şubat’ta ülkenin güneyinde Tatavin’de başlayan gösteriler oldukça şiddetli boyutlara ulaşmıştı.
Tatavin, güney bölgesindeki pek çok şehir gibi yüzde 30 üzerinde işsizlik ve yüzde 20’lere dayanmış yoksulluk oranı ile boğuşmakta. Aynı zamanda, COVID-19 sürecinde halkın bir kesimi de aşı diplomasisinde Kays Said yönetimini başarısız buluyor ve alınan tedbirlere riayet etmiyor. Dolayısıyla çeşitli gerekçelerden ötürü COVID-19 ile başlayan protestolar ocak ve şubat ayında ekonomiden kaynaklı kitle gösterilerine dönüşmüş durumda.
Raşid Gannuşi’nin ‘Tam Parlamenter Sistem’ önerisi nedir? Tunus’ta uygulanması mümkün mü? Cumhurbaşkanının ikinci plana itildiği bu sisteme ülkede nasıl bakılıyor?
Gannuşi tarafından önerilen tam parlamenter sistem, Cumhurbaşkanı Kays Said’in yetkilerini sembolik bir düzeye indirgemek üzerine kurulu. Çünkü özellikle son dönemlerde “güçler ayrılığı” konusu Tunus içinde oldukça tartışmalı bir hal aldı. Cumhurbaşkanı Kays Said’in Bakan atamaları ve parlamentoya karşı takındığı tutum, ciddi eleştirileri beraberinde getirdi.
Ancak Cumhurbaşkanı, halk nezdinde bir karşılığı olduğunu düşünmekle beraber gücü tamamen elinde bulundurmak istiyor. Dolayısıyla, gelinen noktada bir belirsizlik söz konusu ancak tam parlamenter sistemin uygulanması, mevcut Tunus siyasi ortamını yeniden canlandırma ve hoşnutsuzluğu giderme adına katkı sağlayabilir.