Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, uzun bir aranın ardından Suudi Arabistan’a tarihi bir ziyaret gerçekleştiriyor.
4,5 yılın ardından gerçekleşen bu ziyaretin iki ülke ilişkilerinde yeni bir dönüm noktası olması bekleniyor. Peki, iki ülke ilişkilerinde bugünlere nasıl gelindi?
2011’de başlayan ve neredeyse bütün Orta Doğu’yu etkisi altına alan ve Arap Baharı olarak adlandırılan süreç, Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinin kırılma noktalarından birini oluşturdu.
Suudi Arabistan, Suriye’de Türkiye ile birlikte Esed rejimine karşı muhaliflere destek verirken, Mısır’da Hüsnü Mübarek sonrasında iş başına gelen Muhammed Mursi’nin ordu tarafından görevden alınmasına olumlu yaklaştı.
Arap Baharı sürecine kadar nispeten pozitif bir gündemi olan Türk-Suudi ilişkileri, gerileme dönemine girdi.
2017’de ise, Körfez ülkesi Katar’a karşı başlatılan abluka iki ülkeyi farklı taraflara itti. Takvimler 5 Haziran'ı gösterdiğinde Suudi Arabistan, BAE, Mısır, Bahreyn, sabah saatlerinde Doha ile diplomatik ilişkilerini sonlandırdığını, hava sahalarını Katar'a kapattıklarını açıkladı.
Katar'ın dış dünyaya açılan tek kara kapısının da Riyad tarafından kapatılmasıyla Körfez'in tarihteki en büyük diplomatik krizi başladı. Bu krizde Türkiye, abluka sonlandırılana kadar Katar’ın yanında yer aldı.
İlişkilerdeki diğer bir kırılma noktası ise, gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Konsolosluğu’nda öldürülmesiydi. Bu olayın ardından daha da gerilen iki ülke ilişkilerinde, 2020’ye kadar soğuk rüzgârlar esti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Kral Selman bin Abdülaziz’in yaklaşık 2 yıl önce yaptığı telefon görüşmesi, ilişkilerin normalleşmesinin ilk adımıydı.
Bu adımı, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Mayıs 2021'de, dört yıl aradan sonra Suudi Arabistan'ı ziyareti izledi.
Normalleşen iki ülke ilişkilerinin, başta ekonomi ve Savunma Sanayii olmak üzere birçok alanda etkisini göstermesi bekleniyor.
Zira, iki ülke ilişkileri, hem ekonomik hem de siyasi birçok fırsatı barındırıyor. Bilindiği üzere Suudi Arabistan, bir süredir Türk mallarına resmi olmayan bir ambargo uyguluyor. Türk ekonomi yönetiminin belirlediği ihracat hedeflerine ulaşmasında Ankara-Riyad normalleşmesi önemli bir adım olacak.
İki ülke ticaret hacimleri 2019’da 5 milyar doları geçerken, ticaret dengesi yaklaşık 1 milyar dolar Türkiye’nin lehine.
Öte yandan, 2018’de Türkiye’yi ziyaret eden Suudi vatandaşların sayısı da 747 binin üzerinde. Yani, turizm alanında da iki ülke arasında büyük bir potansiyel mevcut.
Normallşemenin temel motivasyonları neler?
Orta Doğu’nun iki önemli ülkesi Suudi Arabistan ile Türkiye, hem G20’de hem de İslam İşbirliği Teşikilatı’nın etkin üyeleri. Zengin petrol kaynakları ve kutsal topraklara ev sahipliği yapması ile Suudi Arabistan, Türkiye için önemli bir partner.
İki ülke ilişkilerinin normalleşmesi için de birçok neden bir araya gelmiş durumda.
ABD’nin bölgeden çekilmeye başlaması, Biden yönetiminin İran ile yeni bir Nükleer Anlaşma imzalamaya yakın olması, Yemen’de Husilerin artan saldırıları ve bölgede iki ülke ilişkilerini kutuplaştıracak konuların ortadan kalmış olması ilişkilerin onarılmasındaki en önemli motivasyon başlıkları olarak görülüyor.
Sakarya Üniversitesi, Ortadoğu Enstitüsü’nden Körfez Uzmanı Mehmet Rakipoğlu, TRT Haber’e yaptığı değerlendirmede, ilişkilerin normalleşmesindeki en önemli motivasyonun ABD’de yaşanan yönetim değişikliğiyle birlikte Orta Doğu’daki rekabet ikliminin yerini iş birliğine bırakması olduğunu vurgulayarak, ilişkileri etkileyen diğer başlıkları sıralıyor;
“İkinci mesele bölgesel normalleşme rüzgarıyla alakalı. Son dönem bölgesel gelişmelere bakıldığında Türkiye’nin merkezinde olduğu bir normalleşme furyasından bahsedebiliriz. Özellikle BAE, Mısır, Yunanistan, İsrail ve hatta son dönem ABD ile ilişkileri toparlamak isteyen bir Ankara var. Çok fazla zikredilmemesine rağmen bence Suudiler bu süreçten bağımsız kalmak istemediler.
Üçüncü mesele ise ekonomik rekabet alanları. Bilindiği gibi BAE-Suudi Arabistan arasında bir rekabet var. Ayrıca Körfez içi Katar ile de Suud-BAE ekseni arasında bir rekabetten söz edilebilir. Bu anlamda ekonomik potansiyeli olan ve jeopolitik açıdan kritik noktada olan Türkiye’yi tam anlamıyla ne BAE ne de Katar’a kaptırmak istemiyor Suudiler.
Dördüncü olarak enerji meselesi. Doğu Akdeniz’deki yeni dengeler de normalleşmeyi hızlandırdı. Enerji ihracatı noktasında önemli bir aktör olan Suudi Arabistan, Doğu Akdeniz’deki denklemde Türkiye’yi karşısına almak istemiyor.
Beşinci olarak Arap devrimleri gibi iki ülkeyi zıt kutuplara iten bölgesel gelişmelerin şimdilik rafa kalkmış olması. Mısır’daki darbe, Katar’a yönelik ambargo gibi Suudi Arabistan ile Türkiye’yi karşı karşıya getiren meselelerin bir şekilde önemini yitirmesi de bu süreci hızlandırdı.
Altıncı ve en önemli olarak Kaşıkçı meselesinin ikili ilişkilerde problem olmaktan çıkması”
Bölgesel tehditler ve güvenlik
Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor. Suudi Arabistan’ın da dahil olduğu Körfez ülkeleri uzun yıllardır fiili güvenliklerini ABD ile birlikte düşünüyor. Bölge, ABD silah endüstrisinin en önemli pazarlarından biri. Suudi Arabistan ise, dünyada en fazla silah ithalatı yapan ülkelerin başında geliyor.
ABD’nin Obama döneminde Irak’tan çekilmeye başlaması ve Biden döneminde devam eden bu çekilme siyaseti, bölge ülkeleri için önemli bir endişe sebebi. ABD, her ne kadar bölgedeki partnerleriyle güvenlik ilişkilerini sonlandırmamış olsa da (Örneğin Husi saldırılarına karşı hala Suudi Arabistan’a hava savunma sistemleri ve personel sağlıyor) Afganistan’da yaşananlar, günün sonunda her ülkenin kendi başının çaresine bakması gerektiği gerçeğini bir kez daha hatırlattı.
Suudi Arabistan için bölgedeki en önemli tehdit İran. Hem Yemen’de Husilere destek vererek, Suudi Arabistan topraklarını istikrarsızlaştırıyor, tehdit ediyor hem de Irak ve Suriye’de Şii milisler eliyle etkisini artırıyor.
Mehmet Rakipoğlu, ilişkileri normalleştirecek önemli bir diğer motivasyonun da Yemen meselesi ve Suudi Arabistan’ın- güvenlik kaygıları olduğunu vurgulayarak, öngörülerini şöyle anlatıyor;
“Suudi Arabistan ABD’den beklediği desteği alamamasından ötürü ortaya çıkan güvenlik açığını gerek ulusal kapasitesini artırarak, gerekse bölgesel aktörlerle yakınlaşarak gidermek istiyor.
Bu anlamda Türkiye ile iş birliğini önemsiyorlar. Ayrıca Husilerin ve dolayısıyla İran’ın gerek siyasi gerekse askeri olarak dengelenmesi noktasında Ankara’nın ispatlanmış saha gücü Suudilerin Türkiye ile normalleşmesini etkiledi. Dolayısıyla normalleşme ve ilişkilerin onarılması sonrası Yemen meselesinde yeni gelişmeler yaşanabilir. Türkiye gerek arabuluculuk gerekse Suudilere askeri ve siyasi desteği artırarak Yemen’deki savaşın son bulması adına daha aktif rol oynayabilir”
Öte yandan, Suudi Arabistan-İran ilişkilerinin tek rekabet alanı Yemen değil. Obama döneminde İsrail ile birlikte ABD’nin İran’a uyguladığı ambargoların kaldırılmasına en fazla karşı çıkan ve Trump döneminde ağır yaptırımları talep eden Suudi Arabistan’dı. Halihazırda Biden yönetimiyle yaşanan gerginliklerin temelinde de İran ile yapılacak olası Nükleer Anlaşma var.
İşte Suudi Arabistan, İran’ın dengelenmesi noktasında Türkiye ile iş birliğini önemsiyor. Son dönemde Türkiye’nin özellikle Suriye meselesinde İran’dan duyduğu rahatsızlık da Suudi Arabistan açısından olumlu görülüyor.
Rakipoğlu, Suudiler her ne kadar İran ile normalleşme müzakerelerini yürütüyor olsa da İran’ın Lübnan, Yemen, Irak ve Suriye’deki yayılmacı varlığından rahatsız olduğunu belirterek, durumu şöyle anlatıyor;
“Suudileri rahatsız ediyor. Körfez’de de İran yayılmacılığının dengelenmesi adına Türkiye ile yapılacak iş birliği önemli. Ayrıca Suudi Arabistan açısından İran’ın dengeleneceği birincil nokta Yemen. Bunlarla birlikte İran ile nükleer anlaşma süreci de Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerini etkileyecektir. Nitekim anlaşma sonrası İran ekonomisinin güçlenmesi Körfez’i tedirgin ediyor. Bu durum İran’ın daha fazla dengelenme ihtiyacını ortaya çıkarabilir. Suriye’deki denklemde Türkiye-İran ilişkilerinin geleceği de Ankara-Riyad yakınlaşmasını etkileyebilir”
Savunma Sanayii ve Suudi Arabistan
Normalleşen Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinde önemli başlıklardan birisinin de Savunma Sanayii olması bekleniyor.
Yukarıda da bahsedildiği üzere, Suudi Arabistan, ülkenin güneyinden, İran destekli Husi güçlerinin balistik füze ve İHA saldırılarına maruz kalıyor. Yemen kaynaklı terör örgütü tehdidinin yanı sıra, bölgesel anlamda da tehditler algılıyor.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI), küresel silah transferine ilişkin yeni araştırmasına göre, dünyanın en büyük ikinci silah ithalatçısı olan Suudi Arabistan'ın silah ithalatı 2012-2016 ve 2017-2021 arasında yüzde 27 arttı.
Türkiye ise, ilk defa Savunma Sanayii ihracatında 2 milyar dolar seviyesini aştı. Asya’dan Avrupa’ya birçok ülkede artık Türk Savunma Sanayii ürünleri kullanılıyor.
Mehmet Rakipoğlu da Suudi Arabistan’ın silah ithalatına Türkiye’nin kayıtsız kalmak istemediğini ve sahada kendisini ispat etmiş ürünlerin, özellikle Yemen’de Suudi Arabistan’ın elini rahatlatacağını vurguluyor.
“Geçtiğimiz yıllarda Suudiler ABD’den alamadıkları silah desteğini Çin başta olmak üzere birçok küresel aktörle iş birliği ile tedarik etmeye çalıştı. Benzer şekilde her ne kadar normalleşmemiş olsa da İsrail’den Demir Kubbe’nin alınması dahi gündeme geldi. Ayrıca Türk savunma sanayiinde üretilen silahlı insansız hava araçları, tank, helikopter, gemi gibi birçok ürün Körfez piyasasında oldukça ilgi görüyor.
Suudilerin birincil önceliği Yemen’den gelen saldırıların son bulması ve Husilerin püskürtülmesi, ulusal savunma kapasitesinin güçlendirilmesi. Türk Savunma Sanayii ürünleri Suriye, Libya, Katar sahalarında ve Azerbaycan-Ermenistan, Ukrayna-Rusya savaşlarında kendisini ispatladı. Dolayısıyla Suudi Arabistan açısından askeri gücü kanıtlanmış bir Türkiye ile iş birliği oldukça önemli.”