Uluslararası Adalet Divanı (UAD), İsrail’in Filistin’i işgali, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki ilhak uygulamaları, apartheid ve ayrımcı uygulamaların hukuka aykırılığı hakkında danışma görüşünü açıkladı.
Görüşte, İsrail’in Filistin işgalinin uluslararası hukuka aykırı olduğunu, işgal altındaki Filistin topraklarının parçalanmış ayrı bölgeler değil tek bir bölge olduğunu, İsrail’in Gazze'de işgalci güç konumunda bulunduğunu, işgalin bu kadar uzun sürdürülemeyeceği gibi birçok önemli konunun altını çizdi.
Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkının ihlal edildiği ve Kudüs’ün demografik yapısını değiştirme çabalarının hukuka aykırı bulunduğu açıklandı.
Birleşmiş Milletler'in (BM) temel yargı organı Uluslararası Adalet Divanı'nın görevleri arasında ilk olarak, devletler arasında ortaya çıkan hukuki ihtilafları uluslararası hukuka uygun şekilde çözmek, ikinci olarak da kendisine yönlendirilen hukuki konularda danışma görüşü bildirmek bulunuyor.
BM organları ve faaliyet alanlarıyla ilgili olması şartıyla BM yetkili kuruşları uluslararası hukuka ilişkin konu hakkında UAD'den danışma görüşü isteyebiliyor. Devletler ise Divan'dan danışma görüşü isteyemiyor.
UAD bu meselede İsrail'in, işgal ettiği Filistin'deki politikaları ve uygulamalarının hukuki sonuçlarına ilişkin bağlayıcı olmayan danışma görüşünü açıkladı.
Peki, UAD’ın danışma görüşü ne anlama geliyor? Bundan sonrası için nasıl bir süreç izlenecek? Detayları Uluslararası Hukuk Uzmanı Doç. Dr. Levent Ersin Orallı ile konuştuk.
Doç. Dr. Orallı, Adalet Divanı’nın BM'nin altı temel organından biri olduğunu belirtiyor öncelikle. Statü'nün 92 ve 95. maddeleri arasında Adalet Divanı'nın pozisyonu Birleşmiş Milletler Antlaşması tarafından belirlendiğini ve buna ek olarak, BM Antlaşması'nda Adalet Divanı'nın hukuki durumunu belirleyen bir statü yer aldığı bilgisini veriyor.
“Adalet Divanı'nın temel olarak iki misyonu bulunmaktadır. Birincisi, devletler arasında çıkacak bir uyuşmazlığı çözmek; ikincisi ise bazı uyuşmazlık konuları ile alakalı danışma görüşü vermektir. BM organlarından Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul, Adalet Divanı'ndan danışma görüşü isteme yetkisine sahiptir.
Gazze meselesinde ve bu topraklarda devam eden açık soykırım ile ilgili olarak, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Adalet Divanı'ndan bir danışma görüşü istemiştir. 2004 yılında olduğu gibi, Adalet Divanı bu konuda da önemli bir danışma görüşüne imza atmıştır.”
Orallı, danışma görüşlerinin hukuki niteliği itibarıyla bağlayıcı olmadığının genel olarak kabul edildiğini belirtiyor. Ancak, “Bugüne kadar BM Adalet Divanı'nın ortaya koyduğu danışma görüşlerine uymayan hiçbir BM üyesi olmamıştır” diye ekliyor ve şöyle devam ediyor:
“BM'ye üye olan 193 devletin tamamı, Adalet Divanı'nın danışma görüşüne uymanın bir teamül kuralı olduğunu kabul etmekte ve bu görüşleri harfiyen yerine getirmektedir.”
Orallı, 2004 yılında İsrail’in Filistin topraklarını ayırmak amacıyla bir duvar örmeye çalıştığında, Adalet Divanı bu duvarın hak ve hürriyetler bağlamında "ayrımcı ve ırkçı" olduğunu belirten bir danışma görüşü verdiğini hatırlatıyor.
O dönemde de Adalet Divanı’nın Filistin'in toprak bütünlüğüne zarar verecek uygulamaların hukuka aykırı olduğunu belirten bir danışma görüşü verdiğini söylüyor:
“Bu görüşün ardından İsrail Devleti, duvar çalışmalarına devam etmeye çalışsa da diğer devletler, özellikle Batı dünyası, bu duvarın hukuki olmadığını ve Adalet Divanı'nın kararına uyacaklarını beyan etmişlerdir.
Devletlerin yanı sıra, tedarikçi firmalar ve inşaat sürecinde malzeme sağlayan şirketler de BM Adalet Divanı'nın bu kararına uyum sağlamış ve duvarın hukuki olmadığını kabul etmişlerdir.”
Orallı, bugün gelinen noktada UAD'nin, Gazze ve Filistin'in toprak bütünlüğünü hukuki anlamda bir kez daha güvence altına aldığına dikkati çekiyor:
“İsrail'in bölgede işgalci bir devlet olduğu ve Gazze'deki masum sivil halka yönelik işkence, kıyım, yerinden etme, insanlığa karşı suçlar ve soykırım suçlarının işlendiğine dair bir kanaat ortaya konmuştur. Bu karar ile işgalci olan İsrail'in bu topraklardan çekilmesi gerektiği belirtilmiştir.
İsrail'in sözde meşru müdafaa hakkı çerçevesinde aldığı tüm tedbirlerin ölçüsüz, orantısız ve hukuki zeminden yoksun olduğunu kararla açıkça vurgulanmıştır. Şu an itibariyle İsrail'in, Adalet Divanı'nın danışma görüşüne ilişkin karara uyması, işgalini sona erdirmesi ve İsrail askerleri ile beraberindeki mühimmat sağlayan birimlerin bölgeden çekilmesi beklenmektedir.”
Peki, bundan sonra ne olacak? Orallı, UAD'ın vereceği son karara ilişkin bu danışma görüşünün oldukça önemli olduğunu belirtiyor:
"Uluslararası Adalet Divanı şu ana kadar vermiş olduğu kararlarda danışma görüşüne aykırılık arz edecek hiçbir hususta menfi, ters istikametli bir karar almamıştır.
Bundan kaynaklı olarak da danışma görüşünün Adalet Divanı'nın alınacak son kararın bir çıktısı, fragmanı olduğu kanaatindeyim."
Orallı, İsrail'in BM Adalet Divanı kararına uymayı reddetmesi durumunda, başta Batı dünyası ve BM üyesi diğer devletler olmak üzere tüm uluslararası toplumun ve çok uluslu şirketlerin güçlü ambargolar uygulaması gerektiğini aktarıyor. “Bu ambargolar, İsrail'i Adalet Divanı'nın aldığı karara uymaya zorlayacaktır. Daha önce benzer kararlarda takınılan tutum gibi, bu durumda da İsrail'in uluslararası hukuka uyması sağlanmalıdır” diyor.
Son olarak, Doç. Dr. Orallı, BM'ye üye olan 193 devletin Uluslararası Adalet Divanı'nın bu danışma görüşüne riayet etmesi gerektiğini vurguluyor. Devlet başkanları nezdinde bir an evvel hukuksal açıklamalar yapılarak işgalin kınanması gerektiğini belirtiyor:
"İkinci husus iktisadi yaptırımlar noktasında olacaktır. Önce askeri anlamda ortaya konulan mühimmat ve teçhizat desteğinin önüne geçilmeli. Hemen arkasından da İsrail'in işgal politikasını sürdürmesine mani olacak iktisadi tedbirler alınmalıdır.
BM şartı çerçevesinde ilgili paragraflar devletleri kuvvet kullanmaya varmayan tedbirler konusunda açık bir şekilde kuvvetlendirmektedir. Bu saatten sonra önce devletler nezdinde ardından da tedarik sağlayan firmalar nezdinde İsrail açık bir şekilde yalnızlaştırılmalıdır."