Uzun yıllar Osmanlı Devleti’nin Şam Vilayeti'ne bağlı bir bölge olan Lübnan, 1916’da Fransa ve İngiltere arasında yapılan Sky Picot Anlaşması ile Fransız nüfuz bölgesinde kaldı. Fransızlar 1920’de Suriye ile Lübnan sınırını belirleyerek Büyük Lübnan Devleti’nin kurulduğunu açıkladı.
Lübnan 22 Kasım 1943’te Fransız Manda Yönetimi'nden bağımsızlığını kazanırken, Fransız askerleri ülkeyi 1946 yılında terk etti.
Birçok farklı etnik ve dini grubun yaşadığı Lübnan’da yönetim sistemi de bunun üzerine bina edildi.
Fransız Manda Yönetimi 1926’da etnik ve dini kimliğe dayalı ilk anayasayı hazırladı. Cumhurbaşkanının Maruni Hristiyan, başbakanın Sünni Müslüman ve meclis başkanının Şii olduğu bu sistem bağımsızlığın kazanılmasının akabinde sağlanan "Ulusal Pakt" ile kanunlaştırıldı.
Ülkede 1975-1990 arasında devam eden iç savaşın akabinde ise siyasi gruplar yeni bir sistem üzerine anlaşmaya varamadı ve Lübnan eski sistemle yönetilmeye devam etti.
Lübnan İç Savaşı
Lübnan, bölgede çevresinde yaşanan çatışma, savaş ve istikrarsızlıktan en çok etkilenen ülkelerin başında geliyor.
İsrail’in Filistin topraklarını işgal etmesiyle başlayan mülteci akını, komşu ülkeler Lübnan, Ürdün ve Suriye’yi derinden etkiledi. Şehirlerin etrafından kurulan dev mülteci kamplarında milyonlarca mülteci yaşıyordu.
Lübnan’da yaşayan Filistinliler ile Maruni Hristiyanlar arasında 1975’te başlayan iç savaşa Suriye ve İsrail de dahil oldu.
Ülkenin altyapısı yok oldu, binlerce insan öldü, binlercesi de yaralandı. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Maruni Hristiyanlar ile Suriye ve İsrail’in de dahil olduğu iç savaş, 1990’da imzalanan Taif Anlaşması ile sona erdi ancak etkileri hala devam ediyor.
Bu etkilerden en önemlisi ise Şii Emel örgütünden İran ve Suriye destekli Hizbullah örgütünün doğmasıydı.
Yakın Tarihi
Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin 14 Şubat 2005’te başkent Beyrut’ta düzenlenen bir suikast ile öldürülmesi, ülke siyasi hayatını derinden etkiledi. Batı yanlısı 14 Mart İttifakı Suriye’yi suçlayarak, ülkedeki Suriye askerlerinin Lübnan’ı terk etmesi yönünde çağrılar yaparken, Suriye destekli Hizbullah liderliğindeki 8 Mart İttifakı İsrail gizli servisi Mossad’ı suçladı.
Ülke içerisinde artan tepkiler, ABD ve Birleşmiş Milletlerden (BM) gelen talepler ve tehditler ile uzun bir süredir görevde olan Hafız Esed’in ölmesi Suriye’nin Lübnan’dan çıkmasını hızlandırdı.
Beşşar Esed, Suriye askerlerini Lübnan’dan çekti ancak desteklediği Hizbullah üzerinden ülkedeki etkisini sürdürdü.
İran ve Suriye destekli Hizbullah, ülkede hem önemli bir siyasi aktör hem de güçlü bir askeri güç oldu.
12 Temmuz 2006’da sınır İsrail-Lübnan sınır hattındaki gerilim, Hizbullah’ın İsrail içlerine roketli saldırılarda bulunmasının ardından hızla savaşa doğru evrildi. Hizbullah, İsrail topraklarına baskınlar düzenleyerek 6 İsrail askerini öldürdü, 2’sini de esir aldı.
Böylece 34 gün sürecek savaş da başlamış oldu. İsrail karadan ve havadan Lübnan’ı vurmaya başladı. Başkent Beyrut en çok zarar gören yerlerden biri oldu. İsrail saldırıları ülkenin altyapısında büyük tahribata yol açtı. Beyrut Uluslararası Havalimanı da saldırılardan nasibini aldı.
Çatışmalarda, yaklaşık bin Lübnanlı ve 160 İsrailli hayatını kaybetti. Daha sonra yapılan çalışmalar ile Lübnan’ın kayıplarının üçte biri ila üçte ikisinin sivil olduğu ortaya çıktı. Hizbullah’ın roket saldırıları ise 43 İsrailli sivilin hayatını kaybetmesine neden oldu.
Çatışmalar, BM Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı ateşkes kararıyla 14 Ağustos 2006’da sona erdi.
Ekonomisi
Lübnan ekonomisi, hizmet sektörü (bankacılık/finans, sigortacılık, turizm, emlak/inşaat) ağırlıklı bir yapıya sahip. Dünya Bankasına göre, hizmet sektörünün gayrisafi yurt içi hasıla (GSYİH) içindeki payı 2018 yılında yüzde 83’tü. Bu durumun ortaya çıkmasındaki etkenlerden biri de sanayi sektöründeki küçülme.
Lübnan ekonomisinin gelir kaynakları, kamu harcamalarını karşılamakta yetersiz. Dış ticareti ve kamu bütçesi sürekli açık veriyor. Dolayısıyla yüksek cari açık da ülke ekonomisinin en belirgin özelliklerinden biri.
İç siyasi krizler nedeniyle 2005 yılından beri parlamentoda genel kamu bütçesi kabul edilemediğinden, bütçe faaliyetleri hükümet tarafından geçici (ad-hoc) şekilde yürütülüyor.
Ancak 2008 yılında başlayan global finansal krizin ve akabinde petrol fiyatlarındaki gerilemenin petrol zengini Körfez Arap ülkelerinin ekonomilerine olumsuz tesir etmesi ve İran'la siyasi kriz yaşayan Suudi Arabistan'ın Lübnan'a sağladığı ekonomik desteği azaltmasının Lübnan ekonomisinin (gelirlerinin) daha fazla negatif yönde etkilenmesine yol açtığı belirtiliyor.
Sabit döviz kuru rejiminin bulunduğu liberal ekonomiye sahip olan ülkede, 2019 yılının son çeyreğinden itibaren önemli bir döviz likiditesi sorunu var. Bunun bir sonucu olarak da dolara endeksli işleyen ekonomik/ticari aktivitede önemli sorunlar baş göstermeye devam ediyor.
Lübnan, 2019 yılının sonbahar aylarından itibaren önemli bir ekonomik ve finansal kriz döneminden geçiyor.
Siyasi ve ekonomik kriz
Farklı din ve mezheplere dayalı siyasi bölünmeler açısından oldukça kırılgan bir yapıya sahip Lübnan ekonomisi, 1975-1990 yıllarındaki iç savaştan bu yana en büyük krizi yaşıyor.
Sermayenin çıkışına karşı sert uygulamalara başvuran bankalar, 17 Ekim 2019'dan beri yurt dışı havalelerini askıya almış ve müşterilerin hesaplarındaki dövizleri çekmelerine kısıtlamalar getirmiş durumda.
Yerel para birimi Lübnan lirası ise Merkez Bankası kuru sabit tutsa da bankalarda ve karaborsada değer kaybıyla farkı fiyatlardan işlem görüyor. Merkez Bankasının belirlediği resmi kur 1500, bankalardaki geçerli kur 3 bin 900 lira iken, karaborsada dolar artık 10 bin liranın üzerine çıktı.
Beyrut Limanı'nda Ağustos 2020'de meydana gelen büyük patlama Lübnan'daki ekonomik sıkıntıları büyütürken yeni bir hükümet krizi de doğurdu.
Başbakan Hassan Diyab hükümeti, patlama sonrası gelen tepkiler üzerine 10 Ağustos 2020'de istifa etti ancak siyasi gruplar arasında yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle ülkede aylardır yeni hükümet kurulamadı.
Siyasi güçler ile yöneticileri ülkedeki ekonomik krizin nedeni olarak gören halk, uzun yıllardır iktidarı paylaşan mezhepsel siyasi partilerin yer almadığı, teknokratlardan oluşan küçültülmüş bir hükümetin kurulmasını talep ediyor.