Cumhurbaşkanlığı Finans Ofisi Başkanı Prof. Dr. Göksel Aşan, video konferans yöntemiyle, yeni tip koronavirüsün (Covid-19) dünya ekonomisine etkisi, Türkiye ekonomisinin gelecek dönem performansı ve Finans Ofisi'nin katılım finans alanındaki çalışmalarına ilişkin sorularına şu cevapları verdi:
"Salgınla birlikte tüm dünya ekonomisinde daralma bekleniyor. Sebepleri de belli. Talep tarafında ciddi kayıp var. Hizmet sektörü Kuzey yarımkürede daralmış durumda. Bu etki belirli süre daha devam edecek. Dünya ekonomisindeki daralmayla birlikte Türkiye ekonomisi de daralacaktır. Bu tür kriz ortamlarında iki türlü bakmak gerekir. Birincisi genel daralma içerisinde oradaki ortalamanın üzerinde kalmayı becerip becerememek. Örneğin, dünya ekonomisi yüzde 5 daralırken, siz yüzde 3 daralma ile bu süreci atlatabilir misiniz? 2008 finans krizini hatırlayalım. O krizden de biz daha avantajlı çıkmıştık. İkincisi de salgın süreci hafiflediğinde ortaya çıkacak yeni normale ne kadar hızlı adapte olup olmayacağınız. Bu ikisini bir arada yapabilirseniz büyük başarı elde edersiniz. Türkiye ekonomisinin, dünya ekonomisinin ortalama daralmasından daha ılımlı daralmayla süreci bitireceğini düşünüyorum. Bunda en önemli faktör salgının yönetimi. Burada iki şey önemli. Birincisi salgınla olabilecek ‘en geç’ sürede temas etmiş olmamız. İlk vaka tarihimiz 11 Mart. Bu aslında 11 Mart’a kadar üretimde ciddi bir daralma yaşamadığımız anlamına geliyor. İkincisi de süreç yönetiminde bir panik yönetimine geçmemiş olmamız. Cumhurbaşkanımız liderliğinde bu süreci olabilecek en az kayıpla yönetiyoruz. Elbette bazı sektörlerimizi kapattık. Üretim tarafından talepten kaynaklı birtakım daralmalarımız da olacak. Ancak salgından ötürü üretimi tamamen durdurmadık. Orayı ayakta tutmayı becerebildik. Bu elbette hastalığa dair birtakım riskleri barındırıyor olabilir. Sağlık Bakanlığımızın ve Bilim Kurulumuzun süreci son derece başarılı yürüttüğünü düşünüyorum. Başkanlık Sisteminin getirdiği büyük bir avantajı kullandık. Son derece koordineli bir şekilde süreç yönetiliyor. Böyle her alanı kapsayan kriz ortamlarında elbette hatalar olabilir. Önemli olan eğer ortada bir hata varsa onu en hızlı şekilde telafi etmektir. Liderlik burada ortaya çıkıyor. Böyle bakılınca sürecin çok iyi yönetildiği kanaatindeyim.”
"Bütün dünyaya mal satmayı becerebilen bir ülkeyiz"
“Yeni normalde Türkiye’nin çok ciddi avantajlarının olduğunu düşünüyorum. Bundan yararlanmamızın bir koşulu var. Yeni normal geldiğinde biz bütün kontakları kapatıp tekrar açmak durumunda kalmamalıyız. Bütün kontakları kapatıp tekrar açtığınızda orada ciddi vakit kaybı olur. Bu şuna benziyor. Araçları ‘rölantide tutma’ tabiri vardır. Bir miktar rölantide tutuyor olmanız lazım ki; ‘Hadi tamam gidiyoruz’ dediğinizde başlayabilesiniz. Kontağı tamamen kapattığınızda üç dört dakika bekleyip sonrasında hareket edeceksiniz. Bunu böyle görmek lazım. Salgının hemen sonrasına böyle başlıyor olmamız lazım. Bunu başaracağız kanaatindeyim. Bunun büyük bir avantaj olduğunu düşünüyorum.”
“Salgın sonrasında dünya ticareti nasıl olacak?”
“Burada iki faktör ön plana çıkacak. Buna krizin getirdiği bir sonuç olarak bakmak gerekir. Ülkeler belli alanlarda daha içe kapanacak. Tarım bunlardan bir tanesi olacak. Bütün ülkeler mümkün olduğunca gıda üretimlerini kendileri yapabilecek şekilde yeniden tasarlayacak. Tarımda korumacılığa geri dönülmesi gibi bir ihtimal söz konusu olabilir. Salgından sonra yeniden tarımda korumacılık rüzgarı esebilir. İkincisi, sağlık alanında ithal ikameciliğin başlayacağı kanaatindeyim. Türkiye’de de böyle bir sürecin kaçınılmaz olacağını düşünüyorum. Savunma sanayi alanından önemli bir tecrübemiz var. Savunma sanayisinde Cumhurbaşkanımızın liderliğinde bu millileşmeyi nasıl bir stratejiyle hızlı başarabildiysek önümüzdeki dönemde sağlık alanında da göreceğiz. Sağlık alanında da önemli bir millileşme hamlesine gideceğiz diye düşünüyorum. Dünya genelinde talep daralacak. Krizden çıktığınız zaman tüketim talebi ufak ufak eski haline gelebiliyor. Bütün dünyada talep eski haline geldiğinde bizim orada bir avantajımız olacak. Biz bütün dünyaya mal satmayı becerebilen bir ülkeyiz. Herkesle konuşabiliyoruz. Bu durum kriz sonrasında bizim açımızdan önemli silah olacak ve bunu kullanacağız.
Dünya ticaretinde Asya ülkelerine (özellikle Çin'e) olan talebin azalacağını düşünüyorum. Avrupa ve ABD, bir süreliğine özellikle Çin’den daha önce aldığı malları bu ülke yerine başka üreticilerden almayı deneyecektir. Bunun iki sebebi var. İlki güvensizlik. Avrupa ve ABD, ‘Çin’de virüs zaten vardı ve bizden saklandı’ şeklinde düşünüyor. Bu durum ülkelerin özellikle Çin’e karşı daha dikkatli olacaklarını gösteriyor. Tekstil, mobilya gibi pek çok sektörde ciddi avantajımız var. Oralarda üretim kapasitemizi de çok hızlı artırabilecek durumdayız. İkincisi, ABD ve Avrupa’nın Çin ile daha önceki büyük hesabının bir alt hesabı salgın sonrası başlayacak. Şuna hazırlıklı olmalıyız. Bu iş yatıştıktan sonra büyük bir ihtimalle Avrupa ülkeleri ve ABD Çin’i dava edebilir. ABD’nin salgının maliyetinin bir kısmını Çin’in üzerine yıkmaya çalışacağını düşünüyorum. ABD Başkanı Donald Trump’ın ‘Çin virüsü’ lafı boşuna söylenmiş değil. Çin salgın sürecini bitirdi, üretimini artırmaya başladı. Şimdilik iç talebe yönelik üretim yapıyor. İhracatı eskisi kadar değil ama hareketlilik başladı. ABD ve Avrupa ise olabilecek en kötü noktadalar. 2030 yılında Çin ile ABD ekonomik büyüklüğünün eşitleneceği öngörülüyordu. Bu süreçten sonra bunu 5 sene öne çekebilirsiniz. Çünkü Çin ekonomisi, ABD ekonomisinden daha az hasarla bu işi bitirmiş olacak. Çin’in etrafındaki ülkelerdeki kayıplar bile ABD ve Avrupa’dan daha düşük. ABD ve Avrupa bunu muhakkak dengeleme çabasına girecektir. Bu durum Türkiye gibi ülkeler için ciddi fırsattır. Türkiye de ilk sıradadır. Bizim buna hazır olmamız lazım. Salgın sonrası ortaya çıkacak talep artışından mümkün olduğunca en fazla payı alabilecek avantajlı konumumuz var. Bu konumumuzu sürdürmemiz gerekiyor. Mümkün olduğunca kontak kapatmamak gerekir. ‘Her şey dursun, kontak kapatalım’ çok iyi niyetli tavır ve öneri değildir. Türk halkının da gönüllü izolasyona dikkat ederek buna fırsat vermemesi lazım.”
"Türkiye ihtiyaç duyduğu dış kaynağı fazlasıyla bulabilecek bir ülkedir"
“Bu Hazine ve Maliye Bakanlığımızın yöneteceği bir süreçtir. Burada genel bir değerlendirme yapabilirim. Bankalarımız sendikasyonlarının yenilenmesinde herhangi bir problem yaşamıyor. Ne maliyet anlamında ne de sendikasyonları bulma anlamında sorun yaşamıyorlar. Kamu açısından bakıldığında da ciddi bir problem görülmüyor. Salgın süreci başlamadan bir ay öncesinde başarılı bir eurobond ihracı gerçekleştirilmişti ve ciddi talep gelmişti. Hazine’nin de dış borçlanmada sorun yaşayacağını düşünmüyorum. Portföy yatırımları ise dünyanın her yerinde geldiği yere dönme eğiliminde. Risk iştahı düştüğünde gelişmekte olan ülkelerin tamamı bundan etkilenir. Cumhurbaşkanımız, bizi minnet altında bırakacak, herhangi bir çerçevede belli koşulları bize dayatacak hiçbir anlaşmanın içerisinde olmayacağımızı net bir şekilde açıkladı. Özellikle IMF vb konuları bu çerçevede değerlendirmek lazım. Swap kanalları böyle bir takım koşulları ihtiva etmez. Swap kanallarına dahil olabiliriz. G20 ülkeleri arasında swap kanalları açılabilir. Elbette ki dünya ekonomisindeki sıkıntılardan dolayı Türkiye ekonomisi de payını alacaktır. Türkiye, yabancı kaynak ihtiyacı olduğunda bunu dünyadan kolaylıkla bulabilecek bir ülkedir. Buna böyle bakmak lazım. Bazıları ‘IMF’den bulunan kaynakla diğer kanallardan bulunan kaynaklar arasında maliyet farkı var’ şeklinde yorumlar yapıyor. Hiç kimse unutmasın ki; IMF’den bulduğunuz kaynağın maliyeti sadece verdiğiniz faiz maliyeti değildir. Onun, sizin ekonominize devamında getireceği çok başka maliyetler vardır. Türkiye ihtiyaç duyduğu dış kaynağı fazlasıyla bulabilecek bir ülkedir. Ülke risk primindeki (CDS) artışa mutlak anlamdan ziyade oransal bakmamız lazım. Ortalığın toz duman olduğu bir süreçteyiz. Bazı parametreler anlamlı olmaktan çıkabiliyor. Bu tür süreçte bazı parametreleri karar alırken bir süre dışarıda tutmak gerekir.”
“Bu kriz dönemi risk paylaşımının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi”
“İstanbul Finans Merkezi (İFM) projesinin bir ayağında katılım finans bulunuyor. Burada birtakım projelerimiz var ve onlar yürüyor. Son yaşadığımız süreç özellikle KOBİ’lerin finansmana ulaşma konusunda ne kadar klasik bankacılık dışı alanlara ihtiyaç duyduğunu gösterdi. Eğer finansman bulma anlamında yüzde 90’lar düzeyinde bankacılık sektörüne bağlıysanız bu tür kriz durumlarında KOBİ’lerle bankalar baş başa kaldığında maalesef istediğimiz sonuçlar çıkmıyor. Bu süreçte Hazine ve Maliye Bakanımız Berat Albayrak liderliğinde kamu bankalarımız inanılmaz bir gayretle bu destekleri vermeseydi çok zor bir süreç yaşayacaktık. Bankacılık sistemi ile baş başa kaldıklarında KOBİ’lerimiz istediği yardımı göremiyor. Demek ki; KOBİ’lerimizin bankacılık dışı kanallarını bulmaları ve bizim de bu kanalları geliştirip KOBİ’lerimizin önünü açmamız gerekiyor. Ben katılım finansına bu çerçeveden bakıyorum. Doğru bir risk paylaşımı modeliyle oluşturulmuş bir katılım finansı yapıyor olsaydık bugün yaşadıkları riski katılım finans kuruluşları KOBİ’lerle paylaşacaktı. Şimdi ise riski sadece KOBİ’ler paylaşıyor. Bankacılık sistemi kendilerini hızlıca koruma altına alıyor. Bizim katılım finansı tarafında yapacağımız çalışmalarda insani finansın ne kadar önemli olacağını göreceksiniz. Bu kriz dönemi risk paylaşımının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi. Odağında insanın olduğu yeni bir finansal sistem tüm insanlığın amacı olmalıdır. "