COVID-19’un ülkemizde görülmesinin üzerinden bir seneden fazla zaman geçti… Hem Türkiye hem de dünya bu süreçte çok farklı sorunlarla karşılaştı.
İlk dönemlerde maske üretiminde küresel talebe yetişilememesi olayı başka bir boyuta taşıdı. Maske ve dezenfektan yüklü uçaklar havalimanlarında durduruldu, kargo gemileri zorla başka ülkelerin limanına yanaştırıldı… Ülkeler de çok açık bir şekilde birbirlerinin maske, dezenfektan ve tıbbi cihazlarına el koyuyordu.
Sonrasında Çin’in ilk şoku atlatması, Türkiye gibi ülkelerin programlı bir şekilde üretimini artırması ile maske krizi çözüldü. Hemen ardından yine benzer bir sarmal bu kez de aşılar için yaşandı. Farklı ülkelerin çalışmalar yürüttüğü aşılarda arz-talep dengesi yine uyuşmadı. Aşı üreten firmalara yapılan baskıların yanı sıra aşı yüklü uçakların havalimanlarında bekletilip, yüklerinin boşaltıldığı görüntüler ortaya çıktı.
COVID etkisi deniz taşımacılığında da görülüyor
Pandeminin vitrininde genel olarak bu konular medyaya yansırken aslında işin arka tarafında çok sert bir ticaret savaşı da başlamıştı. Süreci anlatmadan önce kısa bir hatırlatmada bulunmakta fayda var; dünya ticaretinin yüzde 90’ı deniz yolu üzerinden gerçekleşiyor. Bu oran, aslında arka planda yaşananların neden bu denli önemli olduğunu göstermesi açısından kritik…
COVID-19 döneminde herkesin aklına ilk etapta sağlık gelse de işin ekonomi boyutu da en başından bu yana konuşuluyor. Bu dönemde küresel piyasalar çok sıkıntılı süreçlerden geçti, geçmeye de devam ediyor. İşte tam da bu noktada gemi taşımacılığı ve dolayısıyla boş konteyner mevzusu daha kritik bir hale geliyor. Tabii ki gemi taşımacılığı denince navlun fiyatları da işin işine giriyor.
Boş konteyner fiyatları iki katına çıktı
Koronavirüs günleri her şeyi değiştirdiği gibi çalışma hayatında da yeni bir dönem başlattı. Milyonlarca çalışan işlerini evden yürütürken, virüsün bulaşma hızı nedeniyle alanda bizzat çalışanların sayısında da ciddi bir azalma yaşandı.
Azalmanın yaşandığı yerlerden biri de limanlar oldu… Çalışan sayısının azaltıldığı dev limanlarda gemilerin yanaşması, yükünü boşaltması ve yeni işler alabilmesi için takvim uzadı. Takvim uzadıkça konteynerler mal yüklü bir şekilde denizde beklemeye koyuldu. Bu durum, yeni malların gemilere yüklenememesini beraberinde getirdi. Yaşananların iki konuda olumsuz yansıması oldu; boş konteyner bulma ve navlun fiyatları.
Son dönemlerde yayımlanan kimi raporlar, konteyner fiyatlarının iki kat yükseldiğini, Avrupa-Uzak Doğu rotasında navlun bedelinin yüzde 300 arttığını ortaya koydu.
Çin’den ‘bizim limana boş gelin’ baskısı
Dünyanın üretim üssü olan Çin için boş konteyner bulamamanın ne anlama geldiği hemen herkesin malumu… İhracatını sürdürmek isteyen Pekin yönetiminin bu konuda agresif bir tutum sergilediği, konteynerlerin direkt kendilerine yönlendirilmesini istediği biliniyor.
ABD ise yükünü kendi limanlarına yükünü boşaltacak konteynerlerin ABD’den mal almadan yeni rotalara açılmasına izin vermiyor. Uluslararası medyaya yansıyan rakamlara göre ülkenin çeşitli noktalarında yaklaşık 500 bin konteyner limanlara yanaşmayı bekleyen gemilerde öylece duruyor. ABD ve Çin’in bu yaklaşımları hem konteyner bulunmasını hem de fiyatları olumsuz etkiliyor.
Öte yandan İsrail ve Suudi Arabistan da boş konteyner çıkışına kısıtlama getirdi. Bu ülkelerden 50’nin üzerinde boş konteyner çıkışına izin verilmiyor.
Türkiye ne durumda?
Peki tüm yaşananlar Türkiye’yi nasıl etkiliyor? Ülkemizin hem bulunduğu jeopolitik konumu hem de özellikle otomotiv, beyaz eşya, tekstil ve mobilya gibi sektörlerde yaptığı ihracat göz önünde alındığında konteyner ve navlun fiyatlarının ekonomi üzerindeki etkisi daha net ortaya çıkıyor.
Sektör temsilcileri hem boş konteyner bulamamaktan hem de artan navlun fiyatlarından şikayetçi. Mevcut durum hem ithalatçıyı hem de ihracatçıyı üzüyor. Çünkü yükselen maliyetler iki tarafı da kötü etkiliyor.
Yaşananların ardından herkesin yanıtını merak ettiği sorulardan biri de ‘Bu kadar talep varsa Türkiye kendi konteynerini üretemez mi?’ sorusu oluyor. Aslında bu konuda çalışmalar bir süredir hız kazanmış durumda.
Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada konuyu Bilim ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank ile konuştuğunu, ‘konteyner ve vagon imalatı yapanlara teşvik verilebileceğini’ söylemişti.
Konuyu yakından takip eden isimler, Türkiye’nin bu alanda üretim yapabileceğini ancak mevcut durumda basınç testi, hidrolik testi gibi bazı uygulamaların yapılacağı laboratuvarların ülkemizde olmadığı bilgisini paylaşıyor. Ancak ilgili bakanlıkların adım atması halinde, yatırım yapacak firmalar için bu test merkezlerinin kurmanın çok da zor olmadığı görüşü hakim…