Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar, YKS'de barajın kaldırılmasına ilişkin, "Biz sınavı eleme usulünden çıkartıp puan üstünlüğüne dayalı bir başarı sıralaması sınavı haline getirdik" dedi.
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar, TRT Haber canlı yayınında değerlendirmelerde bulundu.
YÖK Başkanı Özvar'ın, açıklamalarının satır başları şöyle;
Yükseköğretim Kurulu Anayasa'dan ve kanunlardan aldığı yetki ile Türkiye'de yükseköğretimin rehberliğini yapıyor. YÖK'ün üzerine düşen en önemli görev 200'ü aşan üniversitelerin başta kadro olmak üzere öğretim elemanlarının kadroları, özlük hakları, eğitim öğretim süreçleri, üniversitelerde bilimsel araştırmalar, sosyal sorumluluk ve benzeri yani bir üniversiteye düşen önemli fonksiyonları yerine getirirken onlara rehberlik etmek olduğunu ifade etmek isterim.
"Bizim öngörümüz önümüzdeki yıllarda tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de yükseköğretim alanı genişleyecektir"
Yükseköğretim hayatımızın sektörünün geldiği bir noktayı şu gözlemle tek bir gözlemle aslında sizlerle paylaşabilirim. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda 10 sene içerisinde yani 1930'lu yılların sonuna kadar Türkiye'de 2 üniversite vardı. Bugün neredeyse bir asır sonra yani tam 100 sene sonra Türkiye üniversite sayısını 100 kat artırdı. Bugün üniversite sayılarımız 204'e aktif olarak faaliyet gösteren üniversite sayılarımız ulaşmış vaziyettedir. YÖK olarak yeni dönemde eğitim ve öğretim vaziyesinden en önemli önceliklerimizin başında liseden mezun olan tüm gençlerimize başarabilen tüm gençlerimize yükseköğretim kapılarını tabiki sınavları hak eden öğrencilerimize açabilmektir. Bizim öngörümüz önümüzdeki yıllarda tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de yükseköğretim alanı genişleyecektir.
Yükseköğretim alanı geçmişte 20 yüzyılın başlarında çok daha dar bir zümreye hitap eden bir kurum iken bugün fonksiyonları ve işlevi değişmiş çok daha geniş bir nüfus kitlesine hizmet verir hale gelmiştir. Bugün şu anda Tükiye demografik fısat penceresini yakalamıştır diyebiliriz. Türkiye'de sayıları 204'e ulaşan üniversitelerimiz hitap ettiği eğitimini üstlendiği gençlerin sayıları bakımından bence çok değil. Dünyadaki diğer ülkelere baktığınızda örneğin Avrupa'daki Fransa ile mukayese ettiğimizde, Almanya, İtalya, ABD ile mukayese ettiğimizde milyon kişi başına düşen üniversite sayısı az. Bu şu demek değil, daha fazla dükkan açar gibi üniversite açmaktan bahsetmiyoruz fakat uluslararası alanda meydana gelen gelişmeleri diğer ülkelerin yükseköğretim alanları onların yükseköğretime ulaşmak isteyen gençlere bakışları ve sunduğu imkanları yakından takip ediyoruz.
"Bugün lise mezunlarının yüzde 32'si yükseköğretime katılıyor"
Türkiye'de yükseköğretim kurumlarının halihazırdaki durumu sayı açısından bakıldığında tartışmaya açık bir konu olmakla beraber çok olmadığını söylemek isterim. Bugün lise mezunlarının yüzde 32'si yükseköğretime katılıyor. Bu ABD'de bu oran yüzde 70. Avrupa ülkeleri ile de mukayese ettiğinizde bu oranların ciddi rakamlara ulaştığını görüyoruz. Üniversiteye katılmak bakımından da Türkiye'de lise mezunlarının yaklaşık yüzde 32'sinin üniversiteye katıldığını söylememiz mümkün. Dünya ortalamaları ve OECD ortalamaları ile baktığımızda Türkiye yükseköğretim kurumlarının sayısı açısından abartıldığı sayılarda olduğunu söylemek zor.
Türkiye, son yıllarda bunu ifade etmem lazım, son 20 yılda bilhassa büyükşehirlerin dışında kalan şehirlerde sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın gayretleri ile Anadolu'nun pek çok iline üniversite açabilme imkanına kavuştuk.
25-34 yaş aralığındaki gençlerin son 10 yıldaki mezuniyeti yüzde 17'den yüzde 35'e yükseldi. OECD ortalaması son 10 yılda yüzde 36'dan yüzde 45'e çıktı. Yani biz henüz daha üniversite mezunu vermek bakımından OECD ortalamasını yakalayabilmiş değiliz. Üniversiteler konuşulurken çok sayıda üniversite açtık, elini kolunu sallayan üniversiteye girebiliyor mu bu konularda biraz daha rakamlara verilere dayanarak konuşmakta önem var. Türkiye'de yükseköğretim kurumlarının sayı itibarıyla bugün henüz üniversite kapılarına gelen okumak isteyen öğrencilerin Avrupa ve diğer ülkelerle mukayese edildiğinde arzu edilen oranlarda kontenjanlarının aşırı derecede olduğunu ifade etmek zor.
Türkiye'de kalitenin güvence altına alınması konusunda gerek üniversitelerimiz gerekse yükseköğretim kalite kurulu dediğimiz çok büyük bir hizmet gören müessesemiz var. Yükseköğretim kalite kurulu, üniversitelerimizde gerek eğitim öğretim süreçlerini gerek araştırma geliştirme gerek üniversitelerin paydaşları ile munasebetleride standartları belirleyen ve bu standartları yıllık olarak takip eden bağımsız bir kuruluştur.
"Yükseköğretimde en temel hedefimiz eğitimde kaliteyi artırmak"
Uzun yıllardır çok önemli faaliyetler görmekte olup kalitenin güvence altına alınması konusunda fevkalade önemli faaliyetler yürütmektedir. Türkiye'de kalite güvencesi sadece bizlerin yükseköğretim kalite kurulu ile sınırlı değil. Kurulumuz, Avrupa'daki paydaşları ile süreçleri yakından takip etmektedir. Üniversitelerin kendisi de gerek ulusal gerek uluslararası rekabette kaliteli öğrenci çekebilmek adına tüm bu süreçleri akredite etme hususunda azimli çalışmaktadır. Kalite aslında bu açıdan bakıldığında bugün yükseköğretim kurumlarımızın en temel öncelikleri arasında yer almaktadır. Kalite burada en başta bu kurumlarda eğitim öğretim faaliyetlerine katılmış olan bilgi beceri ve yetkinlik kazanmak isteyen öğrenciler için var. İkinci olarak eğitim öğretim faaliyetlerinin yanısıra bilimsel araştırma faaliyetleri yürüten öğretim elemanlarımızın bu etkinliklerindeki kaliteden söz ediyoruz. Kaliteyi sadece sayılarla verilerle elde edilebilecek bir özellik olduğunu düşünmüyorum. Kalite bizdeki karşılığı ile nitelik dediğimiz şey aslında daha yapıyla çok yakından alakalı.
"260 bini bulan uluslararası öğrenciye eğitim veriyoruz"
Türkiye'de her yıl artan sayıda uluslararası öğrenci eğitim alıyor. Tematik veya bölgesel kalkınma misyonlu üniversiteler de hedefliyoruz. Kalkınma hedeflerimizden biri de uluslararası öğrenci sayısını yarım milyona çıkartabilmektir. Bu peyder pey olacaktır. Bugün itibarıyla ülkemizde 260 bini bulan uluslararası öğrencimiz lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde 260 bin öğrencimiz Türkiye'de eğitim almaktadır.
"Bölgesel kalkınma misyonu tanıdığımız üniversitelerimiz var"
Bölgesel kalkınma misyonu tanıdığımız üniversitelerimizde o bölgenin iktisadi, sosyal kalkınmasına destek olacak katkı sağlayacak hususları ortaya çıkarmaya ve üniversitedeki öğretim elemanlarımızın bu konudakı çalışmalarını teşvik ediyoruz. Üniversitelerimizde gerek ülke içinde gerek uluslararası alanda o üniversitenin en güçlü tarafları ile öne çıkmasını arzu ediyorum. Bizim YÖK olarak temel stratejimiz üniversitelerimizin en güçlü taraflarını destekleyerek üniversitelerimizi daha görünür kılmak istiyoruz. Avrupa'da yükseköğretim alanından sorumlu meslekdaşlarım ile yakın temas halindeyim. Pandemiden sonra ve uluslararası göç meselesinden sonra üniversitelerin uluslararasılaşma stratejileri de değişmeye başladı. Biz bunları yakından takip ederek üniversitelerimizin bunlara uyum sağlaması gerektiğini yani uluslararası alana gitmeden kendi evinde uluslararasılaşmayı sağlayacak program ve müfredatların geliştirilmesini düşünüyoruz.
Bir kaç seneden beri üniversite sınavlarımızda değişiklik oldu. Öğrencilerimiz 2 sınava giriyor TYT ve AYT ile öğrencilerimiz çok iyi biliyorlar. Birinci sınav önlisans programlarını ikinci sınav ise lisans programlarına girmek veya bu programları kazanmak için girilen sınavlardı. TYT'de 150 puan barajı vardı AYT'de ise 180 barajı vardı. Biz bu sene üniversite sınav kılavuzu yayınlanmadan önce YÖK olarak duyuruda bunduk. Bu yeni uygulamayı yaklaşık 4-5 aydır çalışıyoruz. Tüm senaryoları çalışarak üzerinde durarak tüm testleri denemeleri yapmak suretiyle böyle bir karar aldık.
"Üniversiteye başvuran adayların yalnızca yüzde 33'ü bir lisans programını tercih etme hakkına sahip olmuş oldu"
Daha önce 150 puan barajını aşamayan yani puanı hesaplanıp da 150 puanı alamayan adaylar TYT'de puanı hesaplanamadığından herhangi bir üniversitenin programına müracaat edemiyorlardı. Yani puanı hesaplanamadığından tercihte bulunamıyor bu sebeple de sistemin dışında kalıyorlardı. Cumartesi günü TYT'ye pazar günü de AYT'ye giriyorlardı. AYT'de ise öğrencimizin herhangi bir puan türünden başvuruda bulunabilmesi tercihte bulunabilmesi için asgarı 180 puanı alması gerekiyordu. Şimdi geçen seneki rakamları paylaşmak isterim. Geçen sene üniversite sınavına giren aday sayısı 2,6 milyon. TYT testinde barajı geçen yani 150 ve üzeri puan alan aday sayısı ise 1,6 milyon. 1 milyon kişi baraj altında kaldığı söylenebilir. Buna göre barajı geçip 2 yıllık programlara başvuran adayların oranı yüzde 62. AYT'de ise 180 puan barajını geçip lisans programlarını tercih eden aday sayısı 876 bin olmuştur. Üniversiteye başvuran adayların yalnızca yüzde 33'ü bir lisans programını tercih etme hakkına sahip olmuş oldu.
Son 20 sene içerisinde üniversite sınavına giren aday sayılarına baktık ve inceledik. Diğer yandan üniversite sayılarının artışı bununla birlikte üniversitelerdeki kontenjan sayılarının artışına baktık. Son 20 yılda Türkiye'deki kontenjan artış hızı sınava giren öğrenci sayısının artış hızından daha yüksek seyrediyor. 2021 itibarıyla toplam kontenjan sayısı 1 milyonu geçiyor. Üniversitede okumak isteyen öğrenci sayısı ise bugün itibarıyla 2,6 milyon.
"Biz sınavı eleme usulünden çıkartıp puan üstünlüğüne dayalı bir başarı sıralaması sınavı haline getirdik"
Bugün geldiğimiz noktada ise üniversitelerimiz ciddi rakamlara ulaşan kontenjan sunmuş vaziyette. Fakat diğer tarafta ise bu eleme usulünü benimsediğimizden dolayı geçmiş yıllarda haklı olarak pek çok eğitimcinin uzman arkadaşımızın dile getirdiği gibi kontenjanlar boş kalıyordu. Biz sınavı eleme usulünden çıkartıp puan üstünlüğüne dayalı bir başarı sıralaması sınavı haline getirdik. Böylelikle öğrencilerimiz artık en başarılı olanın kontenjanlara yerleşebildiği veya programı kazanabildiği bir sınav haline getirdik.
"Öğrencilerimiz gerek TYT gerek AYT'de aldığı puanlara göre programlara başvuruyorlar"
Geçen sene biz baraj koymasaydık TYT'de en az 750 bin öğrenci ön lisans için tercihte bulunabilecekti. Burada tercih dediğim, tercihte bulunmak demek üniversitenin sunduğu o programı kazanmak demek değil. Bu yeni sistemde puanı hesaplanabilen puanı hesaplanabilen ne demek, Türkçe veya matematik testinden en az 0,5 ham puan alabilen öğrencilerin puanları hesaplanıyor. Öğrencilerimiz gerek TYT gerek AYT'de aldığı puanlara göre programlara başvuruyorlar. Daha önce 150 puan alamayanın puanı hesaplanmadığından herhangi bir kontenjana başvuramıyordu. Şimdi puanı alabiliyorsa aday bu programlara başvurabilecek ve tercihte bulunabilecek.
"Öğrencimiz, sınav sonucunu eline alacak bakacak kaç net yapmış, kaç puan almış? Ortaöğretim başarı puanıyla beraber toplam puanı kaç ve üniversite sınavına giren adaylar arasında kaçıncı sırada? Sonra bu öğrencilerimiz yani tercihte bulunma hakkına sahip öğrencilerimiz, sıralamasına ve puanına göre üniversiteleri tercih edecekler. Başvurmak istediği programa geçen sene en son öğrenci kaç puanla girmiş ona bakacak. Kaçıncı sırada girmiş ona bakacak sonra kendi puanı ve sıralamasına göre o tercihlerde bulunacak. Peki nasıl kazanacak? Sisteme giriş yaptıktan sonra bilgisayar programı, o kontenjana başvuran, diyelim o kontenjan 10 kişi, 100 kişi müracaat etmiş. O 100 kişi içinde puanı ve sıralaması ilk onda olan öğrenci o programı kazanacak.
"Geçen yıl baraj olmasaydı 3 milyon tercih sayısı 6 milyona çıkacaktı"
Daha önce tercihte hakkı bulunmayan öğrencilerimiz tercih havuzunda olacaklar ve aldıkları puan ve sıralamasına göre gelip tercihte bulunacaklar. Puan üstünlüğü varsa o programa kabul edilecekler. Bu getirdiğimiz sistemle muazzam bir rekabet geliyor şimdi. Daha önce 150 ve 180'i alamayan öğrenci sistemin, havuzun dışında kalmıştı. Diyelim geçen sene 800 bin öğrenci 400 bin kontenjan için başvurmuştu. Geçen seninin rakamlarına göre tercih adedini söylüyorum, 3 milyon tercih adedi olmuş. Eğer baraj olmasaydı toplam tercih sayısı 6 milyon olacaktı.
Burada bir eleştiri daha var. Çok kalitesizler puanları düşük olanlar sıfır olanlar sıfıra yakın olanlar üniversiteye girecekler. Bakın, en başta şunu ifade edelim sınava giren bütün öğrenciler bizim evlatlarımız. Bir sınav dolayısıyla öğrenciler üzerinden işte 'Kriminaller, şehir bilmem neleri üniversitelere dolacak.' ifadesini kesinlikle reddediyorum. Öğrencilerimize asla böyle bir şey yakıştırılmasını doğru bulmuyorum. Programa girecek olan öğrenciler ancak puanı ve sıralaması o kontenjana yetiyorsa kazanacaklar.