Son zamanlarda Avrupa Birliği’nin yapısı her anlamda daha üst perdeden tartışılıyor. Birliğin hedeflediği ekonomik, sosyal ve teknolojik gelişmişlik düzeyi Kıta Avrupa’sını bugünlere taşıdı. Ancak eldeki reçetenin yakın gelecekte işlemeyeceği artık herkesin malumu.
Aslında kötü verilerle döşenmiş bu puzzle’ın en önemli parçası doğal olarak Almanya. Çünkü AB’yi bir tren olarak düşünürsek lokomotifin Almanya olduğu sır değil. Ancak oradan gelen veriler de iç karartan cinsten. Özellikle de ülkenin en önemli sektörlerinden biri olan otomotivde yaşananlar yaranın basit pansumanlarla iyileştirilemeyecek kadar derin olduğunu gösteriyor.
Peki, Almanya ya da daha genel bakarsak Avrupa bugüne nasıl geldi? Nerede eksik ya da hatalı davrandılar, hangi dönüşümü kaçırdılar. Ve belki de en kritik soru, yeniden eski şaşalı günlerine kavuşma ihtimalleri var mı? Tüm bu soruların yanıtını ekonomist Şant Manukyan ile konuştuk.
“Ucuz enerji ve düşük savunma bütçesi hayal oldu”
Avrupa Birliği ülkelerine gelmeden önce Manukyan da Almanya üzerinden ilerlemenin daha doğru olacağı inancında. “Ne de olsa kıtanın rol modeli onlar” diyor. Bu nedenle önce Berlin’e odaklanıyoruz.
Alman ekonomisinin üzerine kurulu olduğu bazı sac ayaklarından bahsediyor Manukyan. Ucuz enerji listenin ilk sırasında. Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte böylesine değerli bir avantajın kalmadığını söylüyor.
Diğer bir madde savunma sanayii harcamaları. Ki bu son derece dikkate değer bir alan. Manukyan’a göre Amanya bu önemli meseleyi tamamen ABD’ye ihale etmişti. Hem onlar hem de diğer Avrupa ülkeleri savunma bütçelerini başka alanlara aktarıp müthiş bir refah ortamı oluşturmuştu. Çünkü ortada savunmaya aktarılmayan yüzlerce milyar Euro vardı ve bunun her bir kuruşu farklı alanlarda kullanılabiliyordu. Artık devir değişti. Savaş şimdilik kıtanın doğusunda. Ve herkesin elini cebine atıp savunma konusunda bir şeyler yapmak zorunda.
Şant Manukyan’ın işaret ettiği bir diğer alansa ‘nitelikli iş gücü’ meselesi. Bu aralar Avrupa’da en sık tartışılan konulardan biri olan göç meselesi de aslında bunula ilintili. Manukyan, yakın geçmişe kadar Almanya’nın Polonya gibi ülkelerden nitelikli iş gücünü nispeten daha ucuza sağlayabildiğini belirtiyor. Oradan gelen göçmenlerin daha ucuza çalışması ülke ekonomisine ciddi katkı sağlıyor. “Şimdi göç halen var ama nitelik kısmı neredeyse tamamen boşa düştü. İş dünyası açısından iyi bir durum değil” diyor.
“Almanya’nın mevcut durumunda Çin’in etkisi var”
Avrupa Birliği ülkelerine geçeceğiz ama önceliğimiz Almanya’yı daha net anlatabilmek. Çünkü az önce de bahsettiğimiz üzere taşıyıcı kolon Almanya. Burada esen basit bir rüzgar diğer ülkelerde fırtınaya dönüşebiliyor.
Manukyan da bu nedenle birkaç örnek daha veriyor Almanya meselesinde. Çin için ayrı bir pencere açıyor. Berlin için Çin’e ihracatın önemini vurgulayıp, “Ancak burada da işler Almanya için iyi gitmiyor. Çin kendi ürünlerini Almanya standartlarına yaklaştırırken bu vesileyle kendi ülkesini de ikame etmeye başladı. Çinliler kendi piyasalarını kendileri dolduruyor” görüşünü paylaşıyor.
“AB’nin yılda 800 milyar euro harcaması çok zor”
Madalyonun Avrupa Birliği yüzündeki sorunlar da aslında Almanya ile paralel. Yukarıda anlattıklarına ek olarak AB’nin ilk oluşum sürecinde kimi adımların hızlı ve pek düşünülmeden atıldığına değiniyor. Güçlü bir mark’tan zayıf bir euro’ya geçiş ve değişen ekonomik yapının iyi inşa edilememesi örneklerden biri.
Avrupa Birliği’nin kendine içinde ortak bir tahvili yok. Pazarlar birbirine tam entegre değil. Fon çıkarmak çok zor. Son 50 yılda değeri ABD ya da Çinli şirketlere yaklaşacak tek bir marka bile çıkmamış. Avrupa için bunları sayıyoruz ama Manukyan’a göre çok daha fazlası da var:
“Avrupa Merkez Bankası eski Başkanı Mario Draghi, Avrupa ekonomisinin mevcut küresel gelişmeler karşısında nasıl rekabetçi kalabileceğine ilişkin bir rapor hazırladı.
Burada dikkat çeken noktalar var. Draghi ‘Statik endüstrilere sahibiz biz’ diyor. Bu kritik bir tespit. Çünkü şu an hayatımızda çok farklı ve yenilikçi teknolojiler var. Yapay zeka tüm endüstrileri domine etmeye başladı. ABD ve Çin bu alanda AB ülkelerinden fersah fersah ilerde. Havacılık ve savunma sanayii için de benzer bir tablo var. Avrupa bu alanda çok dağınık.
İşin bir diğer can alıcı noktası da bürokrasi. Girişimcilik tamamen bu bürokrasiye hapsolmuş durumda. Öte yandan demografik açıdan da Avrupa’da problemler var. Ve bu saydığımız meseleler bugünden yarına çözülecek işler değil. Hepsi için çok ciddi planlamalar yapmanız, dev bütçeler ayırmanız ve reçeteye harfiyen uymanız lazım.
Ekonomi demişken yine Draghi’nin raporundan somut bir örnek verelim. Piyasaların yeniden organize edilmesi, verimliğin artırılması ve rekabet gücünün yeniden kazanılması için Avrupa Birliği’nin harcaması gereken para yıllık 800 milyar euro. Eldeki bu tablo Avrupa Birliği için belki kurulduğu günden bu yana en büyük meydan okumalardan birine işaret ediyor. Ve sonucun ne olacağını bence hiç kimse şimdiden tahmin edemiyor.”
Avrupa’nın geriye düşmesi Türkiye için iyi olmaz
Şu ana kadar çok farklı sorunlardan bahsetsek de aslında üzerine konuşulacak bir o kadarı daha var. Ve elbette hepsini bir habere sığdırmak mümkün değil. Yine de tüm bunlardan yola çıkıp ‘AB projesi iflas etti’ demenin doğru olmayacağının altını çiziyor Şant Manukyan. Buna sebep olarak da kıtada halen var olan refah ve barışa işaret ediyor.
“Ama günün sonunda herkes koşarken siz yürüyorsanız doğal olarak geride kalıyorsunuz” dedikten sonra sözlerini şöyle tamamlıyor:
“AB’nin politik bürokratik bir yapısı var. Bir de ülkelerin kendi dinamikleri var. Bunların hepsini bir araya getirmek çok zor. Ekonomik çözümler belli. Sosyal çözümler üzerine de konuşabiliriz. Ama AB bürokrasisinin yapısı bu çözümlere izin verecek gibi durmuyor. Birlik yok. Bütünlük zor. Sinerji yok.
Avrupa’dan bu kadar bahsedip de Türkiye’ye yansımalarını konuşmamak olmaz. Birkaç cümleyle meselenin bizi ilgilendiren kısımlarına da kısaca değinelim. Türkiye için hem Almanya hem de tüm AB bölgesi çok büyük bir pazar. Ayrıca biz de onlar için değerli bir üretim merkeziyiz.
Avrupa’da hane halkı eskisi kadar zengin olmazsa, harcamalarını kısmaya başlarsa bu bir süre sonra tüm ilişkili alanları etkiler. İşte o zaman Türkiye’nin kimi sanayi kolları da kötü etkilenir ve problem bize yansır. Bu nedenle belki bizim bazı iş kollarımızın da kendini bu duruma göre hazırlaması ve gerekli adımları atması gerekir. Aksi halde Avrupa’daki kronik sorunlar bizim kapımızı çaldığında hazırlıksız yakalanma ihtimalimiz de bunun faturası da maalesef çok yüksek olur.”