İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Avrupalılar yıkılan şehirlerine dönüp baktıklarında, bir daha asla böyle bir olayın yaşanmaması için ne gerekiyorsa yapacakları konusunda kendilerine bir söz verdiler.
Aradan geçen 70 yılın ardından güçlü ekonomilerin, gelişmiş hukuk anlayışının, toplumsal refahın, bilimin, eğitimin, sanatın ve hatta sporun merkezi bir kıta hedefine ulaştılar. Ancak Şubat 2022 onlar için bir dönüm noktası oldu. Ukrayna ile Rusya arasındaki gerilim bir anda yerini bombalanan bir başkente, kilometrelerce uzunluğunda askeri konvoylara, havada birbirini kovalayan füzelere, ölümlere ve göçe bıraktı.
Sürecin askeri, ekonomik, stratejik boyutuna dair pek çok şey söylendi. Bu nedenle biz objektifimizi Rusya-Ukrayna krizinin uluslararası ilişkiler ve dünya düzeni açısından yansımalarını çevirdik ve basit bir sorunun izini sürdük. Avrupa bundan sonra seçimini hangisinden yana yapacak? Avrupa Birliği’nin simgelediği refah mı yoksa NATO’nun simgelediği askeri güç mü?
Sistemsel bir krizin tam ortasındayız
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Göktürk Tüysüzoğlu, dünyanın sistemsel bir krizin tam ortasında olduğu ifadesiyle başlıyor anlatmaya. Ukrayna’da yaşananları bu krizin coğrafi ve konjonktürel yansımaları olarak değerlendiriyor.
Sonra biraz daha açıyor söylediklerini ve “Bahsettiğim sistem krizinde iki temel taraf var. Birisi ‘Batı Dünyası’ olarak adlandırdığımız, Avro-Atlantik olarak da betimlenen kanat. Soğuk Savaş’ın bitişiyle birlikte ABD’nin liderlik rolü ekseninde hegemonyasını kurmuş olan kesim. Terazinin karşı tarafında ise Çin, Rusya, Hindistan ve çeşitli alt bölgesel sistemlerden gelen itirazlar çerçevesinde kendisini gösteren bir yapı görüyoruz” diyor.
Çin ve Rusya mevcut düzene itiraz ediyor
Yaşanan gelişmeleri ‘Batı Hegemonyası’na karşı çok kutuplu bir dünya talebi’ olarak niteliyor Doç. Dr. Tüysüzoğlu. Bu sürecin başrolünde Çin ve Rusya’nın bulunduğuna işaret edip, “Çin’in uzun vadede ekonomik gücüyle sivrilmeyi ve yeni hegemon olabilmeyi hedeflediğini göz ardı etmemek gerekiyor” görüşünü paylaşıyor.
Doç. Dr. Tüysüzoğlu, Rusya’nın durumu için de küçük bir pencere açıyor ve “Rusya ise Avrasya coğrafyasının ana aktörü olarak ayrı bir sistemsel kutup olmayı hedefliyor. Uzun vadede Çin ile Rusya arasındaki ilişkilerin Avrasya özelinde bir anlaşmazlığa dönüşmesi beklentiler dahilinde. Ancak iki aktörün çok kutuplu dünya vurgusunu sahiplenip, ABD’nin sistemsel liderliğine ve Batı hegemonyasına itirazları oldukça önemli bir kırılma noktası” diye değerlendiriyor.
Batı bu itiraza hazırlıksız yakalandı
Madalyonun Rusya ve Çin tarafından kısaca bahseden Doç. Dr. Tüysüzoğlu, bu kez diğer yüzü çeviriyor ve ABD ile Avrupa tarafının nasıl göründüğünü anlatıyor:
“ABD ile AB’nin son dönemde birbirlerine oldukça mesafeliydi. BREXIT sonrası belirginleşen Avro-Atlantik arasındaki anlaşmazlık dikkat çekiciydi. Fransa’nın liderliğini yaptığı ve Avrupa’nın NATO’dan bağımsız bir savunma gücüne/orduya sahip olması gerektiği yönündeki yaklaşımları sıkça duymuştuk. Aslında tüm bunlar, Washington/Londra ve Brüksel arasındaki mesafenin ne denli açıldığını gösteren ipuçlarıydı.
Hatta bu durum, geçtiğimiz sonbaharda Avustralya, Birleşik Krallık ve ABD’nin Indo-Pasifik odaklı bir güvenlik hamlesi olarak bilinen AUKUS’u, Fransa’nın çıkarlarına zarar verecek şekilde hayata geçirmeleriyle de gözler önüne serilmişti.”
ABD, Rusya korkusu ile batıyı yeniden hizaya mı çekiyor?
Burada araya giriyor ve Ukrayna’da yaşananlar özelinde bu sürecin nasıl değişebileceğini soruyoruz Tüysüzoğlu’na… Çünkü Avrupa’nın bir anda yön değiştiğini, AB’nin yıldızları sönerken NATO yıldızının parladığını düşünenlerin sayısı artıyor…
AB’nin refah içinde büyürken ABD’nin sürekli ‘daha çok genişleyin’ baskısı yaptığını anımsatıyor Göktürk Tüysüzoğlu ve devam ediyor:
“Ukrayna krizi de tam olarak böyle bir noktada ortaya çıktı. AB içerisinde genişleme karşıtı bir yaklaşımın güçlü olduğunu biliyorduk. NATO’ya ilişkin görev ve sorumlulukların yerine getirilmesi ve örgütün genişlemesi konularında büyük çaplı sorunların yaşanıyordu.
Washington ve Londra genişlemeye olumlu bakarken, AB’nin lider ülkeleri buna taraftar değildi. Ayrıca başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri, NATO’ya yeterince maddi katkı vermemekle suçlanıyordu.
Ukrayna’nın NATO ve AB üyelik beklentileri, yakın çevre stratejisi ve çok kutupluluk talebi bir yandaydı. Avrasya’da bir bölgesel hegemonya kurgulamak arzusunda olan Rusya’nın buna şiddetle karşı çıkması diğer yanda.
Tüm bunlar olurken AB genişleme baskısı yaşıyor, NATO ile geriliyor, Rusya’yla ilişkiler konusunda kafa karışıklığı yaşıyordu. Bahsettiğimiz kilometre taşları Ukrayna’da büyük çaplı bir sorunun ortaya çıkmasında anahtar rol oynadı.”
Ukrayna anlaşmazlıkların en önemli fay hattı
Peki, ‘Neden Ukrayna?’ diye soruyoruz. “Zira Ukrayna, coğrafi konumu ve kendi içinde yaşadığı sosyo-kültürel ve siyasal ayrımlardan dolayı Rusya ile Batı’nın ve hatta Avrupa’nın kendi içindeki anlaşmazlıkların gözler önüne serilebileceği büyük bir fay hattı işlevini görüyordu” yanıtını alıyoruz.
Tüysüzoğlu burada ilginç bir tanımlama yapıyor ve “ABD’nin zayıflayan hegemonyasını yeniden güçlendirebilmek ve Avrupalılara, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Rusya tehdidini yeniden kanıtlayabilmek için bir sebebe ihtiyacı vardı. Bir süredir ‘gevşeyen’ Avrupalıları yeniden Avro-Atlantik mantığına entegre edebilmek için Kiev’in talepleri iyi bir bahane oldu. Sonrasında yaşanan kriz hepimizin gözü önünde daha farklı bir noktaya büründü.” diyor.
Ukrayna krizi AB değerlerini değil NATO’yu yükseltebilir
AB’nin 2004 ve 2007 genişlemeleri sonrasında yeni gelen üye ülkeleri hukuki ve siyasi anlamda kendisine entegre etmekte zorlandığını anımsatıyor Tüysüzoğlu. Avrupa’da gelecekte baskın olacak yaklaşımın ne olacağı sorumuza da yanıt veriyor:
“2008 Küresel Finans Krizi sonrasında AB’nin karşı karşıya kaldığı ekonomik problemler AB’nin genişleme stratejisine zarar verdi. Birlik ülkelerinin kendi iç siyasetlerine de yansıyan ciddi toplumsal/siyasal huzursuzluklar belirdi. Yabancı düşmanlığı, göç ve mülteciler gibi krizler artmaya başladı.
Orta ve Doğu Avrupa’da rekabetçi otoriter rejimler yükselişe geçti. Almanya ile Fransa gibi lider ülkelerde aşırı sağ hareketleri hızla yükseldi. Bahsettiğimiz süreçler AB’nin güvenlik paradigmasını da değiştirdi.
Aslına bakarsanız Ukrayna da bu süreçten nasibini alan ülkelerden biri. Zira 2005 ve 2014 yıllarında Batı yanlısı adımlar atan ancak Brüksel’den karşılık göremeyen Kiev, bu kez Rusya’nın hamlesi ve hem AB hem de NATO üyelik beklentisiyle gündemde.
ABD, için Rusya’yı ‘kapıdaki düşman’ olarak gösterebilmek kritik. Ukrayna yaşananlar bunun için biçilmiş kaftan. Washington, tıpkı Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi, Avrupa’nın ve AB’nin yansıttığı ortak değerlerin Rus saldırganlığı ile karşı karşıya olduğunu göstermek istiyor. Amacı, bu yolla Avro-Atlantik’i bir kez daha NATO üzerinden konsolide etmek.
Ukrayna Krizi’ni, AB’nin normatif değerleri ekseninde değil, NATO’nun güvenlik şemsiyesi bağlamında kullanmak isteyen bir ABD görüyoruz. Aslında ABD’nin amacı bu yolla kendi hegomanyasını da bir kez daha güçlendirebilmek.
Bu bakımdan, kısa/orta vadede AB’nin normatif değerlerinden daha çok, NATO’nun güvenlikçi kriterleri Avrupa’da ön planda tutulacak gibi görünüyor. Almanya’nın yıllık 100 milyar dolarlık askeri yatırım yapacağına ilişkin açıklama bu anlamda kritik önem taşıyan bir husus.”