İşçi, işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşan Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 2022'nin ikinci altı ayında asgari ücrete yapılacak artışı belirlemek üzere toplandı.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin'in başkanlığında, Bakanlığın Reşat Moralı Salonu'ndaki toplantıda, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) Genel Başkanı Ergün Atalay ve Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Yönetim Kurulu Başkanı Özgür Burak Akkol da yer aldı.
Toplantıda, işçi kesimi adına TÜRK-İŞ, işveren kesimi adına TİSK asgari ücrette yapılacak artışa dair görüş ve önerilerini sundu.
İşçi ve işveren temsilcilerimizle bir araya geldiğimiz Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantımızı gerçekleştirdik. Üreterek büyümeye devam eden güçlü Türkiye’nin emektarı işçilerimizi enflasyonun negatif etkisinden koruyacak düzenlemeleri hayata geçireceğiz. pic.twitter.com/Nk1zBMKF7x
— Vedat Bilgin (@vedatbilgn) June 29, 2022
"Asgari ücretin sınırlı bir etkisi olmadığını buradan görmemiz lazım"
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Bilgin toplantı öncesinde yaptığı açıklamada şunları söyledi:
Türkiye geçtiğimiz aralık ayının sonunda daha tarihi bir asgari ücret sözleşmesine imza atmış bulunuyordu. Bundan bütün çalışanlar, hatta sadece çalışanlar değil, Türkiye’nin orta sınıfları da memnun olmuştu. Çünkü asgari ücret biraz önce sayın başkanın da vurguladığı gibi, sadece asgari ücretlilerle sınırlı olmayan, toplumsal etkileri olan bir ücret birimidir. Yani bir işyerinde asgari ücret belirlendiği zaman asgari ücretin üzerinde çalışanlar da ücretlerini belli bir şekilde yukarıya doğru çekmek mecburiyetinde hissettiği bir hiyerarşik yapı var. O fonksiyonel farklılaşmayı sürdürebilmek için işverenler bu düzenlemeyi yapmak zorundadır. Asgari ücretin sınırlı bir etkisi olmadığını buradan görmemiz lazım.
Tabii bugün pandemiden sonra büyük bir sorunla karşı karşıya kaldık. Sadece Türkiye değil, dünya bir sorunla karşı karşıya kaldı. Bu sorun her şeyden önce emtia zincirlerinin kopmasına, ulaştırma zincirlerinin kopmasına, emtia bulunmamasına, dolayısıyla üretim yapılarında ciddi sorunların ortaya çıkması şeklinde biçimlendi. Bunun Türkiye’ye yansımaları daha fazla oldu. Geçtiğimiz yıl yaklaşık 50 milyar dolar Türkiye’nin enerji kaynaklarına ayırdığı para bu sene 100 milyar doları geçmiş bulunmaktadır. Nasıl büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu bu 50 milyarın üzerindeki farktan görmek mümkün.
"Kararlı adımlarla ilerlemek durumundayız"
Bütün bunların yanı sıra bir de döviz fiyatlarındaki dalgalanmaların ekonomideki negatif etkisini, olumsuz etkisini dikkate aldığımız zaman, enflasyonun gerçek sebeplerini, kaynaklarını daha objektif şekilde görmemiz mümkün. Türkiye bu enflasyon ortamında, enflasyondan çıkış yolları konusunda da belli bir kararlılıkla mücadele ediyor. Tabii herkesin bileceği gibi enerji kaynaklarının düzenlenmesini bizim kendi irademizle yapmamız mümkün değil. 40 küsur dolarlardan brent petrolün varilinin 120 dolarların üstüne çıktığı bir dönemden geçtik. Bu süreçlerde karşı karşıya kaldığımız sorunlar bizim irademiz dışında yeni problemlere yol açıyor.
Fakat her şeye rağmen biz bu sorunun çözümü konusunda kararlı adımlarla ilerlemek durumundayız. Bu adımlardan birisi Türkiye’nin büyümesidir. Geçtiğimiz günlerde açıklandı, ilk çeyrekte Türkiye’nin yakaladığı yüzde 7,3’lük büyüme, Türkiye’nin üretim gücünün artmaya devam ettiğini göstermektedir. Bu bizim geleceğe dair duyduğumuz güvenin en önemli kaynaklarından biridir.
Bir diğer önemli kaynak da bu büyümenin iç talebe dayalı değil, doğrudan doğruya ihracata dayandığı, ihracatta da sanayi üretimine dayalı bir büyüme olmasıdır. Bu üretimdeki gücümüz, Türkiye’nin gelecekte bu sorunları aşmasına dönük sağlıklı bir pencere içerisinden bakılmasını ve umutlu olmamızın da kaynaklarını göstermektedir.
"Bu bizim güven kaynağımızdır"
Bütün bunlar bize şunu gösteriyor. Enflasyon var ama biz üreterek enflasyonu aşacağız, ihracat yaparak enflasyonu aşacağız, döviz üreterek, döviz üretemeyen bir ekonomide enflasyonu aşmak mümkün değildi. O zaman kaçınılmaz olarak Türkiye IMF’in kapısını çalıyordu, Dünya Bankası’nın kapısını çalıyordu. Türkiye’nin önüne büyüme değil, büyümeden vazgeçen politikalar öneriliyordu. Türkiye bugün orada değildir. O kapıları çalmayacak bir yerdedir. Çünkü ekonomisi döviz üretebilir hale gelmiştir. Bu bizim güven kaynağımızdır.
Bir başka sorun şudur, dünyanın birçok ülkesinde bu sorun yaşanıyor. Üretim içerisinde enflasyonla mücadele etmek bizim için geleceğe ümitle bakmamızı sağlıyor ama bazı ülkeler üretim içerisinde değil tam tersine durgunluk içerisinde enflasyon yaşıyorlar.
Bu stagflasyonist bir ortam demektir. Türkiye çok şükür bunun çok uzağındadır ve üreterek bu sorunu aşmanın imkanlarına sahip ülkedir.
"Enflasyon, her şeyden önce gelir dağılımını bozuyor"
Tabii asgari ücret toplantısında özellikle üzerinde durmamız gereken mesele, enflasyonun gelir dağılımını bozucu etkisi. Enflasyon, her şeyden önce gelir dağılımını bozuyor. Gelir dağılımını düzenleyen iki mekanizma vardır. Birisi rekabetçi piyasa ortamıdır. Bir diğeri de sosyal devletin sosyal politikalarıdır. Gelir dağılımını bozucu birinci etki, rekabetçi piyasa ortamı muhtelif sektörler arasındaki rekabetin düzenleyici etkisiyle çözülür. Yani farklı toplumsal tabakalar arasında, farklı gelir grupları arasında rekabetçi piyasa etkisiyle gelir dağılımını piyasanın düzenleyici sonuçlarını görmek mümkündür. Ama çalışanlar enflasyon karşısında kendi gelirlerini düzenleyemediği için orada sosyal devletin devreye girmesi gerekmektedir.
"Çalışanlarımızın enflasyonun karşısında korunması bizim görevimizdir"
Bugün asgari ücrette bu fonksiyonları yerine getiren kurumsal bir düzenleme imkanıdır önümüzde. Bunun için biz çalışanlarımızı Türkiye’nin üretim gücünün en önemli temeli olan emekçilerimizi koruyacak sosyal devlet tedbirlerini devreye sokmak mecburiyetindeyiz. Biz muhtelif vesilelerle açıklamalarda bulunduk geçtiğimiz dönemlerde. Burada hep asgari ücretin normal sürede toplanması gerektiğini, şu anda yeni bir şeyin olmadığını, o kaydı da düşerek söylemiştim. Ama bugün geldiğimiz noktada, sayın Genel Başkanların ikisi de bahsettiler. Çalışanlarımızın enflasyonun tahribatı karşısında korunması bizim görevimizdir. Bunu yapmak zorundayız.
"Mutlaka örgütlenmenin önünü açmamız lazım"
Bu konuda da elimizdeki en önemli araç, asgari ücretin yeniden belirlenmesidir. Asgari ücret sadece asgari ücret kapsamında olan 6 buçuk milyona yakın bir kesimi oluşturuyor. Onlarla sınırlı değildir. Onların üzerindeki gelir gruplarının da, ücret gruplarının da ücretlerinde pozitif etki yapacak bir unsurdur. Bütün bunlara rağmen üzerinde durmamız gereken, Türkiye’nin ilk bin içerisinde örgütlü işyeri sayısı yüzde 13’tür, 14’e yakındır. Bu çok ciddi bir sorundur. Asgari ücretin dışında Türkiye’nin emekçilerinin örgütlenmediği zaman asgari ücretin dışında başka bir araçlar olmadığı için ücretler asgari ücret düzeyine sıkışıp kalmaktadır. Bunun açılması için mutlaka örgütlenmenin önünü açmamız lazım.
Biz yasal düzeyde örgütlenmeyi zorlaştıran engelleri kaldıracak çalışmaları da yapıyoruz. Bu yasal engelleri veya yasa gerekçeleri olarak ileri sürdüğü bazı işletmelerin, bazı işverenlerin, örgütlenmeye karşı negatif tavrını aşacağız. Biz Çalışma Bakanlığıyız, her şeyden önce emekçilerimizi korumak zorundayız. İşletmelerimizde sosyal barışı korumak zorundayız. Bunun için de örgütlenme özgürlüğünü kısıtlayan zihniyeti yıkmamız lazım. Onun ötesinde de yasal mevzuattaki sorunları aşmamız lazım. Bu konuda kararlılıkla yürüyeceğiz.
"Komisyon çalışmalarının yarın sonuçlanacağını ümit ediyorum"
Ben bizim bugün başlattığımız komisyon çalışmalarının yarın sonuçlanacağını ümit ediyorum. Bu düzenlememizle biz sadece Türkiye’deki gelir dağılımındaki negatif etkiye karşı çalışanların lehine ortaya çıkan olumsuz etkileri aşmakla kalmayacağız aynı zamanda bir sosyal transfer yapma imkanını da bu vesileyle bulmuş olacağız. Çünkü gelir dağılımına devletin sosyal politikalarla yaptığı müdahale, aslında çalışanların, emekçilerin lehine yapılan bir sosyal transfer anlamını da taşımaktadır.
"Enflasyonun emekçilerin üzerindeki baskısını ortadan kaldıracağız"
Türkiye’nin büyük kuruluşları karlarını yüzde 137 düzeyinde artırdılar. Bunun sağlıklı bir tarafı da var. Artık faaliyet karı kazanarak karlarını artırıyorlar. Yani daha önce faaliyet dışı karlara dayanan bir büyüme vardı, bugün Türkiye’nin 1000 büyük kuruluşu faaliyet içerisinde kar ediyorlar. Bu önemli bir şeydir ama bu karlarını çalışanlarımızla paylaşmak durumundayız. Türkiye, üretimde sosyal barışı sağlamadan ilerlemeye devam edemez, büyümeden ilerlemeye devam edemez, üretmeden büyümesi mümkün değildir. O halde sosyal barış içinde büyüyeceğiz, paylaşarak büyüyeceğiz ve Türkiye’nin bu konjonktürel ekonomik dalgalanmaların negatif etkilerini, enflasyonun emekçilerin üzerindeki baskısını ortadan kaldıracağız. Ümit ediyorum sağlıklı, çalışanlarımızı memnun eden bir netice alırız.