Son yıllarda dünya ticaretini doğrudan etkileyen önemli olaylara şahitlik ediyoruz. Her ne kadar öncesinden bazı emareler belirse de en büyük kırılma hiç şüphesiz Covid-19 döneminde yaşandı.
Süreçte yaşananlar özellikle Batılı ülkelerin ‘Çin’de ucuza ürettirip, dünyanın istediğim noktasına transferini kolayca sağlayıp, daha yüksek kar marjıyla satabilirim’ yaklaşımını da sorgulatır hale geldi. Ayrıca pandemi döneminde yatırımın, üretimin ya da tedarik zincirinin tek bir ülkede toplanmasının nasıl sıkıntılı sonuçlar doğurabileceği de yine acı bir şekilde tecrübe edildi.
Pandemi sonrasında beklenen toparlanma küresel durgunluk, Rusya-Ukrayna savaşı, dünyanın jeopolitik bir bloklaşmaya gitmesi, teknolojideki çok hızlı gelişimin global üretim dinamiklerini sarsması ve değişen kimi diğer dengeler nedeniyle bir türlü gelmedi, gelemedi.
Haliyle, başta ABD ve Avrupa Birliği gibi iki dev olmak üzere dünya yatırım kanalları ve tedarik zinciri için yeni bir arayışa girdi. İşte bugünlerde dünyanın farklı bölgelerinden duyduğumuz anlaşmalar, yeni ticaret yolları ya da kalkınma planları yeni dönemin yansımaları.
Bu noktada en önemli sorulardan biri de Türkiye’nin yeni düzende nasıl bir yere konumlanabileceği? ‘Anadolu’nun jeopolitik açıdan eşsiz bir konumda olduğu’ gerçeğini doğrudan küresel ticarette kullanabilecek miyiz şimdiden kestirmek zor. Ancak Ankara’nın önünde doğru adımları atması halinde tarihi bir fırsat görünüyor.
‘Batı’ yakında üretim istiyor
Pandemi, Çin’deki bir aksamanın dünyayı nasıl etkilediğini göstermesi açısından çok kıymetli. AB de hem o dönemden hem de sonrasındaki gelişmelerden aldığı dersler nedeniyle yeni süreçte mümkün olduğunca ‘near-shoring’ olarak bilinen yakında üretime yönelmek istiyor.
Bu kavram en temel haliyle birbirlerine yakın ülkelerin daha fazla ticaret yapabilmeleri anlamına geliyor. Mesafeler uzadıkça sorunun çözümünün zorlaştığı bir ortamda daha hızlı yol alınması hedefleniyor.
Hem Türkiye’nin jeopolitik konumu hem de 2023 yılı dış ticaret rakamlarına baktığımızda AB ile Türkiye arasında alternatif bir süreç başlayabileceği de değerlendiriliyor. İhracatta en büyük ortağımız olan AB, geçtiğimiz yılın resmi dış ticaret verilerine göre toplam 104,3 milyar dolarla geçmiş yıllarda olduğu gibi yine ilk sırada bulunuyor.
Hatırlanacağı üzere Ankara, geçen yıl AB dışı Avrupa ülkelerine olan ihracatını da piyasalardaki durgunluğa rağmen yüzde 8,3 oranında artırmıştı.
Çin+1 kavramı ne demek?
Jeopolitik kırılganlığın kendini ciddi şekilde gösterdiği günümüzde bir diğer önemli mesele de Çin+1 kavramının hayata geçirilmek istenmesi. Burada en temel amaç yatırım ya da tedarik kanallarının tek bir ülkede toplanması fikrinin eskisi kadar cazip gelmemesi.
Dünya bir dönem ‘en hızlı ve en ucuz’ seçeneğine üşüşmüş, Çin sürecin sonundan tedarik zincirinin başrol oyuncusu konumuna yükselmişti. Bugünlerde ‘ucuz ve hızlı’ yerine ‘güvenli ticaret’ yaklaşımı önem kazandı.
Çözüm için düşünülen yol haritası en genel haliyle alternatif ülkelerin de küresel tedarik zincirine dahil edilmek istenmesi. Ancak bu noktada unutulmaması gereken temel nokta bu değişimin bugünden yarına olmayacağı. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ve IMF’nin raporlarına göre özellikle pandemi döneminde ciddi yara alsa da Çin’in bu alandaki etkisi önümüzdeki yıllarda da sürecek gibi duruyor.
Vietnam, Hindistan ve diğerleri
Çin’e alternatif olabilecek ülkeler için farklı görüşler var. Burada bazı ülkeler hem nüfusları hem üretim kabiliyetleri hem de ilgili pazarlara yakınlığıyla öne çıkıyor.
Yaklaşık 100 milyonluk bir nüfusu olan, ABD’nin ‘İlişkimizi kapsamlı stratejik ortaklık’ seviyesine yükseltmek istiyoruz’ dediği, Almanya’dan Rusya’ya Çin’den bölgedeki diğer ülkelere kadar herkesin dikkat kesildiği Vietnam bu ülkelerden biri.
ABD’nin ‘vazgeçilmez ortak’ olarak nitelediği, ambargolara rağmen Rusya’dan ucuza enerji almaya devam eden, ülkeye ciddi yatırımlar çeken Hindistan bir diğer seçenek. Ancak özellikle Avrupalı şirketlerin düşük karbon emisyonu ve ‘yeşil üretim’ gibi hassasiyetlerine tam anlamıyla uyum sağlayabilecek bir yapıda değil.
Tayland, Meksika, Malezya ve bazı Afrika ülkeleri de yine benzer şekilde ismi telaffuz edilen alternatif duraklardan.
Türkiye ideal bir seçenek mi?
Alternatif üretim bölgeleri ve alternatif rota arayışlarının giderek arttığı dönemde Türkiye’nin nasıl bir noktaya konumlanacağı sorusunun yanıtı oldukça önemli. Çünkü bu süreç siyasi, ekonomik ve sosyolojik açıdan ülkenin geleceğini doğrudan etkileyebilecek değerde.
Kendisine yakın alanlarda üretim isteyen Batı için Türkiye iyi bir alternatif olabilir mi? Her şeyden önce gerek pandemi döneminde gerek Rusya-Ukrayna savaşında Ankara bir şekilde çarkları döndürmeyi başardı.
Son yıllarda konuşulan alternatif lojistik akslar ve enerji koridorları göz önüne alındığında Türkiye yine merkezde konumlanıyor. Trilyonlarca dolarlık bir lojistik ağın tam ortasında olması, çok farklı sektörlerdeki tecrübeleri, oturmuş alt ve üst yapı kabiliyetleri diğer avantajlar öne çıkıyor.
Farklı sektörlerden temsilcilerin konuyla ilgili buluştukları ortak noktalardan biri bölgede ‘verimli, hızlı ve ekonomik’ bir ağın Türkiye olmadan kurulamayacağı hususu. Tedarik zincirinin yeniden inşası sırasında otomotiv, hazır giyim, beyaz eşya gibi sektörlerde alınacak olumlu haberler sürpriz değil. Süreci yakından takip eden kimi isimlere göre Ankara’nın başta dijital ekonomi, yapay zeka, yeşil teknoloji ve katma değeri yüksek üretim gibi alanlarda adımlar atması şart.
Sonuç itibariyle, doğru bir yol haritası uygulanabilmesi halinde Türkiye’nin alternatif ülkeler için oluşabilecek fırsatlardan yararlanarak önemli kazanımlar elde etmesi bekleniyor.