Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde Camiler ve Din Görevlileri Haftası dolayısıyla düzenlenen etkinlikte din görevlilerine hitap etti.
Konuşmasına salondakileri selamlayarak başlayan Erdoğan, "Bugün Batman'da 7 askerimizin şehadetini anmadan geçemeyeceğim." ifadelerini kullandı.
Batman'ın Gercüş ilçesinde PKK'lı teröristlerce düzenlenen saldırıda şehit düşen 7 şehit başta olmak üzere, tüm şehitler için Fatiha suresinin okunmasını isteyen Erdoğan, "Bu mücadelemizi hiç aksatmadan kararlılıkla sürdürüyoruz, sürdüreceğiz. Şehitlerimizin, gazilerimizin kanlarını yerde bırakmayacağız. Bu gelişmeler, olaylar, bizim hırsımızı da özellikle düşmanımıza karşı olan kinimizi de daha da fazlasıyla artırmaktadır. Bunu da bilmelerini tekrar hatırlatıyorum." diye konuştu.
Terörle mücadelenin hiç aksatılmadan kararlılıkla sürdürüldüğünü ve sürdürüleceğini belirten Erdoğan, "Şehitlerimizin, gazilerimizin kanlarını yerde bırakmayacağız." dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: Mücadelemizi aksatmadan kararlılıkla sürdüreceğiz, şehitlerimizin kanlarını yerde bırakmayacağız.https://t.co/dV9ZSJws4Z pic.twitter.com/PEHGQhLWO0
— TRT Haber Canlı (@trthabercanli) 4 Ekim 2018
Çocukların ve hanımların ayaklarının ayaklarını camilere alıştıracaklarını belirten Erdoğan, böylece caminin Müslümanların cem olduğu yer olduğunu ilan edeceklerini söyledi.
Anadolu'nun bazı bölgelerinde kadınların camilere alınmamasına tepki gösteren Erdoğan, "Camilere kadınlar giremez diye bir ayet mi, bir hadis mi var? Ben ne okudum ne gördüm ne duydum ne biliyorum. Bana hocalarım böyle bir şey öğretmediler. Peki kim, hangi kafayla bunu yapıyor? Artık bu yanlış tabuların yıkılması lazım." dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın açıklamalarından öne çıkan başlıklar:
Camiler ve Din Görevlileri Haftası nedeniyle din görevlilerini Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde misafir etmekten bahtiyarlık duyuyorum. 81 vilayetten gelen din görevlilerinin bütünlükle cem olmaları bize ayrı bir güç, geleceğe yönelik umut aşılıyor.
"Birçoklarının hidayetine vesile olur inşallah"
15 Temmuz gecesi okuduğunuz selalar ve ezanlarla milleti darbeye karşı kıyama çağıran tüm din görevlilerine şükranlarımı sunuyorum. Programda Kur’an-ı Kerim tilavetleriyle gönülleri mesrur edenlere teşekkürlerimi sunuyorum.
Rabbim, bizleri Kur'an'ın aydınlığından, rehberimiz, sevgilimiz, Resul-i Kibriya Aleyhissalatu vesselam efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa'nın sünneti seniyesinden ayırmasın. Mevla, ruz-i mahşerde, ananın evladını tanımayacağı o büyük hesap gününde hepimizi Peygamber Efendimizin Liva-ül Hamd ismiyle müsemma sancağı altında buluştursun.
Televizyonda bu hafta açılışını yaptığımız Köln Merkez Camii ile ilgili yapılan bir yayını izledim. Almanya'daki özellikle Almanlar şu anda bu camimizi yoğun bir şekilde ziyaret ediyorlarmış. Gerçekten mutlu oldum. Çünkü o ziyarete gelen Almanlar, Hoca efendi de Kur'an-ı Kerim tilavet ediyor, onlar da diz çökmüş, oturmuşlar, Kur'an dinliyorlar. Temenni ederim ki birçoklarının hidayetine vesile olur inşallah.
“Müessiri de hakikaten güzel bir eser ortaya koymuş”
Eser, müessiri ile zengindir. Ortada güzel bir eser var. Müessiri de hakikaten güzel bir eser ortaya koymuş. Gerek o eyaletin valisi gerek gelmiş geçmiş belediye başkanlarına da şahsım ve milletim adına teşekkür ediyorum. Böyle bir yerde, böyle bir imkan hasıl ettikleri için tabi bu teşekkürümüzü bildirmeyi Müslümana yakışan bir görev telakki ettiğim için söylüyorum.
"Diyanet camiası mazlum ve mağdurların elinden tuttu"
Diyanet camiası, 140 bini aşan meslek personeli sayısıyla yalnızca ülke sınırları içinde irşat çalışmaları yürütmekle kalmadı, Arakan'dan Somali'ye, Filistin'den Açe'ye, Haiti'den Pakistan'a kadar dünyanın en zor bölgelerinde yürüttüğü irşat ve yardım çalışmalarıyla mazlum ve mağdurların elinden tuttu.
Bu camia, Ramazan ve Kurban bayramlarında vatandaşlar ile ihtiyaç sahiplerinin bayram sevinci yaşamasına vesile oldu. Bu camia, dünyanın her köşesindeki Müslüman azınlıkların çocuklarına sağladığı burslarla hem dini eğitim öğretim hem de örgün eğitim öğretim imkanı sağlıyor.
"140 bin kişilik bu ordu ülkemizin çehresini değiştirmelidir"
140 bin kişilik bir ordu, bu asla hafife alınamaz. 'Acaba biz, inancımızı bu ülkede yaşamak ve yaşatmakta niye başarılı değiliz?' sorusunu kendimize sormamız lazım diye düşünüyorum. Bu konuda kendimizi çek etmemiz lazım. Bir yerde bir eksiğimiz var. 140 bin kişilik böyle bir ordunun olduğu yerde, az önce Hocam ayet-i kerimeyi de okudu, içinizden hayırlı bir topluluk çıksın, hayrı güzeli tebliğ etsin ve şimdi bu tebliğler yapıldığı halde acaba neden biz beklediğimiz neticeyi alamıyoruz? Öyleyse daha fazla çalışmamız lazım, daha fazla gayret etmemiz lazım.
“Şu 140 bin kişilik ordu, ülkemizin çehresini değiştirmelidir”
Geçmişte mahallelerde halkın en çok güvendiği kişiler arasında imamlar, muhtarlar yer alıyor. Şimdi bu bağlar niye koptu? Bu bağları yeniden tesis edemez miyiz? Bu konu üzerinde çalışılması gerekiyor.
Şu 140 bin kişilik ordu, ülkemizin çehresini değiştirmelidir diye düşünüyorum. Zira bütün o olumsuzluklardan Allah'ın izniyle bize düşen görevler var ama sizin 'gönüllerin Fatihi' olmanız gerektiği için bunu söylüyorum. Cuma hutbelerimizle, günde 5 vakit namazlarımızla bunun üzerinde düşünmemiz lazım; 'acaba arkamda niye cemaat yok' veya 'arkamda niye iki, üç kişi, beş kişi var da bir saf yok?
"Mahallelerin yetişkinleriyle, bayanlar noktasında ilişkileri geliştirmeleri lazım"
Rahmetli babam her akşam beni camideki hocama gönderirdi. Okuldan çıkar, akşam oraya giderdim. Takipçiydi, yanlış yaparsam da hakkımdan gelirdi, gitmem gerekirdi. Şimdi bu konularda bizim ailelerle münasebetlerimizin de sıcak ilişkiler halinde devamının sizler tarafından tesis edilebileceğine inanıyorum. Bunu yapmamız lazım.
Hanım hocaların, bulundukları mahallelerin anneleriyle ilişkilerini geliştirmesi lazım. Bulundukları mahallelerin özellikle yetişkinleriyle, bayanlar noktasında ilişkileri geliştirmeleri lazım. 'Sadece ben hocayım, maaşımı alayım. 10, 20, 30 tane kız öğrenciye ders vereyim' bunlar yeterli değil.
"Bütün camilerimizin kapılarının açık olması gerekir"
Benzer şekilde imamların, müezzinlerin camileri günde 5 vakit "kapıyı aç-kapa" anlayışıyla hareket etmemesi gerek. Bana göre daha hassas, 'acaba camilerimizin kapısı namaz dışında kapatılmalı mı, kapatılmamalı mı' bu soruyu kendimize sormamız lazım. Sadece Sultanahmet'in, Süleymaniye'nin, Kocatepe'nin, Millet Camii'nin kapısının sürekli açık olması bize yetmez; bütün camilerimizin kapılarının açık olması gerekir. Hocalarımızın da imam, müezzin, burada aralarındaki görev dağılımıyla nöbetleşe bu işi götürmeleri lazım. Buna ihtiyacımız var. Hep beraber bu seferberliği bugünün mevzusuna uygun olarak sürdürmemiz lazım.
Çünkü bu milletin er veya geç sığınacağı en önemli yer camilerimizdir. Mana ne? Cem eden. Bizim toplanacağımız yer orası değil mi? Cem olacağımız yer orası değil mi, orası. Ama bunu sevdirmemiz, başarmamız, onlar da sizin göreviniz. Hep beraber bunu yapmamız lazım. Biz de üzerimize düşeni yapacağız ve bunu çok daha seri hale getireceğiz.
Diyanet İşleri Başkanlığımız camilere olan teveccühü artırmak, camiinin toplumsal ve beşeri hayatımızdaki önemine dikkat çekmek için uzun süredir gayret gösteriyor. Bu amaçla 1986 yılından beri Ekim ayının ilk haftası Camiler ve Din Görevlileri Haftası olarak kutlanıyor. Bu vesileyle ülkemiz genelinde belirlenen tema çerçevesinde birbirinden değerli faaliyetlere imza atılıyor.
"Hala çirkin geleneklerle bunları İslam diye gösteren zihniyetler var"
Bilhassa çocuklarımız ile kadınlarımızın camilerimize olan ilgisini artırmayı hedefleyen bu etkinlikleri biz de memnuniyetle takip ediyoruz. Almanya Köln'deki konuşmamda kadınlarımıza camilerin kapısının açık olması gerektiğimi söyledim.
Bugün de Türkiye'deki üst düzey yönetici bir hanımefendi bundan çok mutlu olduğunu ama 'Maalesef Anadolu'da bir cenaze sebebiyle merasime katıldım, adeta bizi camiye sokmadılar. Fakat ben bayan arkadaşlarla beraber yine de caminin dışında bir yer yerde, birlikte namaza iştirak ettik' dedi. Çok ilginçtir, hala bu çirkin geleneklerle, bunları İslam diye gösteren zihniyetler, mantıklar var. Bizim bundan kurtulmamız lazım.
Hazreti Ayşe validemiz camide hadis dersi yapmıyor muydu? Camilere kadınlar giremez diye bir ayet mi, bir hadis mi var? Ben ne okudum ne gördüm ne duydum ne biliyorum. Bana hocalarım böyle bir şey öğretmediler. Peki kim, hangi kafayla bunu yapıyor? Artık bu yanlış tabuların yıkılması lazım. Bunu başta Diyanet İşleri Başkanımın yürütmesi lazım. Bunları aşacağız, bunları yıkacağız.
"Artık bu yanlış tabuların yıkılması lazım"
Eğer bugün huzurlarınızda bir Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Hanım hocamız varsa, işte bu tabuları yıkmaya başladığımızın işaretidir. Bu yasakları getirenler bunları niye getirdiğinin de farkında değil. Saygı duyduğum bazı hocalara bu konuları zaman zaman tartıştım. “Hocam yanlış yapıyorsunuz, olmaz. Sizin bu söylediklerinizin hiçbir İslami kaynağı yok, neye dayanarak bunları söylüyorsunuz? Bunları bir hanımefendi gelip de kimden öğrenecek?” diye sorduğumda, cevap veremediler. Ama bu konularda hazırlıklı olmayan biri karşılarına geldiğinde ‘olmaz böyle’ denilerek bu işler geçiştirildi. Böylece camiler adeta kadınlara kapatıldı.
Ecdadımıza bile baktığımız zaman, camilerin balkonlarında hep o kafesler vardır. Niye ecdadımız o kafesleri oraya koymuş, hanımlar da camiye gelsin diye. O kafesli bölgeler illa da olması şart değil ama onu da yapmışlar. Fakat daha sonra bu anlayış çekilmiş gitmiş.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Camilere kadınlar giremez diye bir ayet mi, bir hadis mi var? Ben ne okudum ne gördüm ne duydum ne biliyorum. Bana hocalarım böyle bir şey öğretmediler. https://t.co/dV9ZSJws4Z pic.twitter.com/ynVTJNB6hd
— TRT Haber Canlı (@trthabercanli) 4 Ekim 2018
Din, ilim, ahlak ve adaletin milleti ayakta tutan dört taşıyıcı sütun. Bu millet, asırlar boyunca İlayı Kelimetullah'ın sancaktarlığını yapmış bir millettir. Türkler, Peygamberlerine hürmeten askerine, "Mehmetçik" ismini verecek kadar Peygamber aşığı bir millet.
Edebinden Muhammed dememiştir. Olur ya, layık olmaz. Daha sonra Mehmet de dememiş yumuşatmış. Mehmet ismi yumuşatılmış hali ile kullanılır. Muhammed'i pek kullanmaz. Mehmetçik sevimli küçük Mehmet anlamına askerine de gelmiş Mehmetçik adını vermiş. Şu hassasiyete bak. Böyle müeddep bir millet.
Şimdi dünyanın hiçbir ülkesinde bu yok. Sadece bizde var. İşte bu şehit olanlar, bizim Mehmetçiklerimiz. Bunlar, bizim bu tür yavrularımız. Bu millet, inanca verdiği önemi, 'Ruhumun senden ilahi şudur ancak emeli. Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli. Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli. Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.' mısralarıyla, İstiklal Marşı'na nakşetmiş bir millettir.
“Her karışı şehit kanlarıyla sulanmış vatana sahip çıktık”
Avrupa'dan Afrika'ya kadar cenk meydanlarını "Allah Allah" nidaları ile inleten bir ecdadın torunlarıyız. Türkler Kudüs'e, Mekke ve Medine'ye hizmetkarlık yapmayı en büyük paye gören, şeref kabul eden bir millet.
Şimdiye kadar ne içeriden ne de dışarıdan namahrem ellerin inanca kast etmesine müsaade etmedik. En zor zamanlarda bile ezana, bayrağa, Kur'an-ı Kerim'e ve her karışı şehit kanlarıyla sulanmış vatana sahip çıktık.
“Dört bir ucundaki milyonlarca Müslüman da huzur, emniyet, güven buldu”
Tarih boyunca, kendimizle beraber komşularımızdan başlayarak tüm İslam dünyasının dertleriyle sıkıntılarıyla hemhal olduk. Yeri geldi, 1863'te Ebubekir Efendi gibi bir alimi irşad için 10 bin kilometre ötedeki Cape Town şehrine yani Güney Afrika'ya gönderdik. Şu ecdada bak. Yeri geldi, Sultan 2'nci Abdülhamid döneminde, Müslüman azınlıklar cehalete mahkum edilmesinler diye Makedonya'dan Pekin'e kadar Hamidiye Medreselerini açtık.
Osmanlı çınarının gölgesinde sadece kendi tebaası değil, dünyanın dört bir ucundaki milyonlarca Müslüman da huzur, emniyet, güven buldu. Bu çınarın o müşfik kolları, çöküş döneminde dahi her türlü imkanı zorlayarak, sınır ve mesafe tanımadan mazlumlara sahip çıktı. Ecdadımızdan tevarüs ettiğimiz bu değerleri, bugün de baş tacı ediyoruz. Bizi biz yapan, Türk milletini yüzyıllardır dimdik ayakta tutan hasletlerinin bunlar olduğunu çok iyi biliyoruz.
“Beşeri münasebetler zayıfladı”
Son yıllarda şartların iyileşmesi ile hayat biçiminin değişime uğradığını gördük. Modernleşme ile beraber dini hassasiyetlerde örselenme yaşandı.
Bireyselliğin arttığı, beşeri münasebetlerin zayıfladığı yeni iletişim araçlarının gündelik hayatın merkezine oturduğu bir garip dönemin içindeyiz. Teknolojik imkanlar, bir taraftan hayatı kolaylaştırırken diğer taraftan da insani ilişkilere büyük zararlar verdi.
“Gençlerimizin ayakları gün geçtikçe, camilerden daha fazla soğuyor”
Çoğu kimse telefona, televizyona ayırdığı zamanı, evine, eşine, çocuğuna, anne ve babasına ayırmıyor. Sadece beşeri ve sosyal ilişkilerimiz değil dini yaşantımız da bu süreçten etkileniyor. Dünyevileşme, toplumdaki manevi yarıkları daha da derinleştiriyor. Gençlerimizin ayakları gün geçtikçe, camilerden daha fazla soğuyor. Ülkemizin pek çok yerinde cami cemaatimizin yaş ortalamasının artmasının sayısal bakımdan da azalmasının sebebi, budur. Hem modernleşmenin getirdiği dünyevileşme hem de camilerimizin yeni şartlara adapte olamaması böyle bir manzarayı ortaya çıkarmıştır.
FETÖ ve DEAŞ gibi yapıların topluma sirayet edebilmesinin nedeni, manevi boşlukların ilgili kurumlarımız tarafından doldurulamamasıdır. Gençler, yaşadıkları savrulmaların çözümünü hemen yanı başındaki camide değil de başka yerlerde arıyorsa ortada yanlış giden bir şey var demektir. Bu sorunların tespitini yapmak ve çözüm yollarını geliştirmekse öncelikle başta şahsım olmak üzere hepimizin görevidir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: FETÖ ve DEAŞ gibi yapıların topluma sirayet edebilmesinin nedeni, manevi boşlukların ilgili kurumlarımız tarafından doldurulamamasıdır.https://t.co/dV9ZSJws4Zpic.twitter.com/xVMCxbgWOk
— TRT Haber Canlı (@trthabercanli) 4 Ekim 2018
“Birbirimizden koptuk, cem olamıyoruz, bir araya gelemiyoruz”
Camiler tevhidin olduğu kadar, vahdetin, birlik ve beraberliğin de timsali. Camiler, minberi ve kürsüsüyle ilim ve ahlak, mağfiret ve hikmet derslerinin verildiği ilim, merkezleridir. Buhara'dan Saray Bosna'ya kadar Müslümanların kurduğu ya da geliştirdiği her şehirde mutlaka çarşı ve cami vardır. Anadolu'da 5-10 haneden başlayan en küçük köylerde dahi mutlaka cami bulunur. Medine'den beri Mescid'i Nebevi'nin inşasından beri İslam toplumlarında camiler, hayatın merkez noktasındadır.
Köy camisinde pek cumayı kılmazlar. Daha çok oranın şehrin merkezi sayılabilecek. Bu geçmişte kasabaydı daha sonra ilçe oldu daha sonra il, oralardaki cuma camilerinde gelir. Cuma namazlarını eda etmek suretiyle bütün köylerden herkes oraya gelir. O dönemin insanları birbirlerini de çok iyi tanırlardı. Babam anlatır bana, filanca köyden filanca...
Şimdi sorun, inanın birbirini tanımazlar. Çünkü böyle bir geliş gidiş orta toparlanma böyle bir şey yok. Birbirimizden koptuk. Cem olamıyoruz. Bir araya gelemiyoruz. Bunu yeniden başarmamız lazım. Nasıl ki kalp insanı ayakta tutan ana organsa, mabetler de ilim, hikmet ve fazilet merkezi olarak toplumu diri tutar, canlı tutar, ayakta tutar.
"Çocuklarımızın ve hanımların ayaklarını camiye alıştıracağız"
Biz şu anda çocuklarımızın ayaklarını camilere alıştıracağız. Hanımların aynı şekilde ayaklarını camilere alıştıracağız. Böylece cami Müslümanların cem olduğu yerdir. Bunu bu şekilde ilan edeceğiz. Yarın bazı dedikodular başlayabilir. Varsın başlasın. Bazı şeyleri göze almaya mecburuz. Biz konuşmazsak işte o zaman birileri çıkıyor onlar konuşmaya başlıyor. Onlar konuştuğu zaman da meydan onlara kalıyor. Bunu buradaki bütün hocalarıma söylüyorum. ‘Eğer yanlışım varsa beni burada uyarın’ diyorum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Biz şu anda çocuklarımızın ayaklarını camilere alıştıracağız, hanımların aynı şekilde ayaklarını camilerimize alıştıracağız ve böylece, cami Müslümanların cem olduğu yerdir, bunu bu şekilde ilan edeceğiz.https://t.co/dV9ZSJws4Z pic.twitter.com/AGcxk6mdg4
— TRT Haber Canlı (@trthabercanli) 4 Ekim 2018
"Örnek şahsiyetleri çok daha yakından tanıma fırsatı bulacağız"
Her yıl farklı bir temayla kutlanan Camiler ve Din Görevlileri Haftası’nın bu yılki temasının Camiler ve Din Hizmetine Adanmış Ömürler olarak belirlenmesini de ben bu noktada son derece etkili buluyorum. Hafta boyunca düzenlenecek etkinliklerle hayatlarını Din-i Mübin-i İslam’ın anlaşılması, anlatılması ve yaşanması için harcayan örnek şahsiyetleri çok daha yakından tanıma fırsatı bulacağımıza inanıyorum.
"Bu ülke baskının o dayanılmaz boyutlara ulaştığı zor dönemleri de unutmamıştır"
Bugün başta dini eğitim öğretim olmak üzere her alanda teneffüs ettiğimiz özgürlük ortamına kavuşmamız asla kolay olmamıştır. Bu ülke baskının o dayanılmaz boyutlara ulaştığı zor dönemleri de unutmamıştır. Milletçe minarelerimizden Ezan-ı Muhammedi’nin Allahuekber nidalarına hasret kaldığımız günleri gördük. Tren yolculuklarında, ahırlarda gizli saklı bir şekilde Kur’an-ı Kerim okutulduğu dönemlere şahit olduk. Millet cenazesini yıkayacak gassal dahi bulamadı.
"Bu millet artık o mazideki dönemde değil"
Yazdığı kitaplardan dolayı alimlerimizin dar ağacına gönderildiği utanç sahnelerine şahitlik ettik. Başörtüsü taktığı için evlatlarımızın üniversite kapılarından geri çevrildiği, sakalı, sarığı, dış görünüşü sebebiyle insanlarımızın tahkikata uğradığı, imam hatiplerin kapılarına kilitlerin vurulduğu sahneleri gördük. Ama şimdi çıkmış ezandan bahsediyor, Kur’an’dan bahsediyor. Ya sen ne anlarsın ezandan, Kur’an’dan, dürüst ol, samimi ol.
Sadece milleti aldatmak için çıkıp da bir taraftan ezan diyeceksin, bir taraftan Kur’an diyeceksin… Gene diyorum, gene diyeceğim. Onunla onu bir araya getirme. Böyle zaman zaman cenaze namazlarında görülmek suretiyle de kalkıp bu milleti aldatmaya kalkma. Zira bu millet artık o mazideki dönemde değil. Onlar geride kaldı, tarih oldu. Uyanan bir milletimiz var. Milletin inancının bizzat bir ülkenin kimi idarecileri tarafından, iltica, gerilik imaresi kabul edildiği dönemde biz bunları yaşadık, bundan dolayı yargılandık.
Camilerin ahıra çevrildiği, satıldığı, kapısına zincir vurulduğu Ankara gibi şehirlerin yer altı mescidlerine mahkum kalındığı süreçlere şahit olundu. Ankara'da Kocatepe, Maltepe, Hacı Bayram camileri dışında cami bulunmadığı için apartmanların bodrum katlarında namaz kıldığımız dönemler oldu.
Neler yazdılar neler? Çok enteresan, şiire bak, 'Ey Samsun'da karaya çıkan ilah, merhaba' gibi abuk sabuk ifadelerle Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal'in de istismar edildiği dönemlere tanıklık ettik. Bunları da yaptılar. Yapanlar kimdi? Bu anamuhalefetin menşeinde, mahrecinde olanlar. Bu dönemlerde insanımızın inancıyla bağını korumak için alimlerimiz, ilim irfan ehli hocalarımız gerçekten büyük mücadeleler verdi. Bu hak aşıkları son derece çetin şartlar altında basıya ve tehdide aldırmadan adeta canlarını ortaya koyarak milletimize dinini öğrettiler.
"Kur'an-ı, ezanı yok edemediler, edemeyecekler"
Rize’de çocukluğumda elifba tahtalara yazılarak öğretilirdi. Bunları okuttukları dönem, niye? Elifbayı bastıramıyorlardı. Buralardan geçtik. Bu mücadeleyi verenlerin hepsinden Allah razı olsun. Susturamadılar. Kur'an-ı yok edemediler, ezanı yok edemediler edemeyecekler inşallah.
Bursa'dan Konya'ya, İstanbul'dan Diyarbakır'a kadar ülkenin dört bir yanında, peygamberlerin varisleri olan hocalar şartları zorlayarak, vatandaşlara inancını ve itikadını öğretmeye çalıştı. İnşallah, bu hafta vesilesiyle peygamberlere layıkıyla varislik yapan bu abidevi şahsiyetleri daha yakından tanıma hayatlarını ve mücadelelerini öğrenme fırsatı bulacağımıza inanıyorum.
Ya Rab, mihrapları imamsız, minberleri hatipsiz, minareleri ezansız bırakmamak için bu mücadelede bize güç kuvvet ver. Bu alimlerin örnek hayatlarının hocalara ilham kaynağı olacağını düşünüyorum.
“Kadınlarımızın nezaket ve becerisiyle dolmayan bir cami benim gözümde boştur”
İstiklal Savaşı ve 15 Temmuz'a karşı mücadelenin de en önemli merkezlerinden biri camilerdi. Camileri, sadece namaz kılınıp dağıldığımız bir ibadet mekanına dönüştürmek ona yapılabilecek en büyük kötülüklerden biridir. Onun için diyorum, camilerimiz sürekli açık kalmalı. Çocuklarımızın neşesiyle, gençlerimizin heyecanıyla, pirifanilerimizin tecrübesiyle, kadınlarımızın nezaket ve becerisiyle dolmayan bir cami benim gözümde boştur.
Çocukların camilere çekilmesi için gerekli adımların atılması gerek. Şayet geleceği inşa edeceksek, dün olduğu gibi bugün de cami merkezli bir hayatı özendirmemiz, teşvik etmemiz gerekiyor.
“Bu meslekler her şeyden önce gönül, sevda, fedakarlık işidir”
İmamlık, müezzinlik, Kur'an Kursu öğreticiliği, vaizlik veya müftülük sadece ücreti karşılığı yapılacak mesleklerden değildir. Bu meslekler her şeyden önce gönül, sevda, fedakarlık işidir. Öncelikle Hakk'ın rızası gözetilmeden bu görevler icra olunamaz. Namaz kıldırmak için cemaatinin önüne geçen her kardeşim sadece o namazın değil, arkasında saf tutan insanların diğer sıkıntılarını, dertlerini de üstleniyor demektir. Namaz kıldırmakla din görevlisi kardeşimin sorumluluğu bitmiyor, bilakis hayata karşı diğer sorumluluklar da başlıyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: İmamlık, müezzinlik, Kur'an kursu öğreticiliği, vaizlik veya müftülük sadece ücreti mukabil yapılacak meslekler değildir. Bu meslekler her şeyden önce gönül işidir, sevda işidir, fedakarlık işidir.https://t.co/dV9ZSJws4Zpic.twitter.com/927TBTPyrA
— TRT Haber Canlı (@trthabercanli) 4 Ekim 2018
Mahalledeki mağdurlar, aileler arasındaki sorunlar, gençlerin yaşadığı sıkıntı ve bunalımlar, herkesten önce o mahallenin cami görevlisinin meşguliyet alanına girer. İmam kardeşim cemaatiyle hemhal olmalı, onlara dert ortaklığı etmeli. Nasıl imame tespihin tanelerini bir arada tutuyorsa imam kardeşlerimiz mahallesini, müftülerimiz de ilini ve ilçesini bir arada tutmalıdır. O imame koptuğu anda tespih dağılır. İşte dağılmaması için bunu başarmamız lazım.
"Sözümüz sadece yumuşak değil, aynı zamanda anlaşılır da olmalı"
Yaşantıyla desteklenmeyen, samimiyetle söylenmeyen her söz havada kalmaya mahkumdur. Sözümüz sadece yumuşak değil, aynı zamanda anlaşılır da olmalıdır. Özellikle vaaz ve hutbe dilimizin gençlerimizin anlayacağı şekilde güncellenmesi, yenilenmesi, daha rafine hale getirilmesi gerekiyor. Bunun yanında din görevlilerimiz ne suretle olursa olsun, ötekileştirici, insanımızın bir kesimini dışlayıcı ifadelerden uzak durmalıdır.
Bu ülke senelerce mezhep, meşrep ve etnik temelli kavgalar yaşadı. Birileri aramızdaki farkları kaşıyarak bizi birbirimize düşürmeye, komşuyu komşuya kırdırmaya çalıştı. 1970'lerin sonunda kimi şehirlerimizde bu projeler maalesef başarılı oldu. Müslüman aynı delikten ikinci kez ısırılmaz. Bizler de o acı, karanlık günlerin tekrar yaşanmasına müsaade edemeyiz.
Din görevlilerine sosyal medya uyarısı
Son yıllarda birçok provokasyon sosyal medya üzerinden yapılıyor. Biz tüm kamu görevlilerimize bu mecraları son derece dikkatli kullanmaları gerektiğini her fırsatta ifade ediyoruz. Özellikle Diyanet personelimizin kendilerini sosyal medyanın girdabına kaptırmamaları gerekiyor. Camilerimizi kötülemek, din görevlilerimize kara çalmak için fırsat kollayanlara bekledikleri fırsatı vermemeliyiz.
Biz din görevlilerimizden milletimize öncülük etmesini, rehberlik etmesini bekliyoruz. Biz din görevlilerimizden insanımızın derdiyle, sıkıntısıyla ve elbette sevinciyle hemhal olmasını istiyoruz. Sizler, imamsınız, Feto'nun imamı değil ha. Onunkiler cambaz.
"Aranızdaki bu çürük elmaları temizlemeniz de önemlidir"
Diyanet İşleri Başkanlığı büyük bir aile haline geldi. Böyle büyük bir ailede kimi zaman hata yapanların, yanlışa düşenlerin, görevini hakkıyla yerine getirmeyenlerin olması doğaldır ancak sizlerin aranızdaki bu çürük elmaları temizlemeniz de önemlidir. Biz din görevlilerimizin vazifelerini en güzel şekilde yapmaya çalıştığını biliyoruz. Sizlerin fedakarlıklarının çoğu zaman gündeme gelmediğinin de farkındayız. Ancak aslolan birilerinin değil, yüce yaratıcının şahitliğidir. Halik bildikten sonra kul bilmese, görmese de olur.
Kaynak: TRT Haber / AA