Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti Genel Merkezi'nde büyükelçilerle iftar yemeğinde bir araya geldi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasının satır başları şöyle;
Sayın başbakan, değerli bakanlar, değerli büyükelçiler, değerli diplomatik misyon temsilcileri kıymetli misafirler sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum. Ramazan yardımlaşma ve yardımlaşma ayıdır, bu ay yoksulların, mazlum ve mağdurların sevindiği ve sevindirildiği bir aydır. Bugün etrafında toplandığımız şu iftar sofrası zengin fakir, yönetici memur, işveren işçi bütün statülerin anlamını yitirdiği herkesin Hak katında eşitlendiği bir muhabbet sofrasıdır.
Oruç ibadeti sadece bir süre aç ve susuz kalmasının ötesinde bizim için nefis terbiyesinin bu dünyadaki var oluş gayemizi sorgulama aracıdır. Müslümanlar olarak her ramazan ayında murakebe, muhasebe ve tefekkülle insani taraflarımızı tekrar keşfediyor. Kendi iç dünyamızı yeniliyor kul olmanın şuuruna varıyoruz.
Artık geleneksel hale getirdiğimiz bu buluşmamızı mübarek ayın manasına ihtiva ettiği değerlere her zamankinden daha fazla muhtaç olduğumuz bir zaman diliminde gerçekleştiriyoruz. Rabbim hepimize ramazanın ruhuna uygun şekilde bu ayı idrak etmeyi, bu mukaddes günlerden istifate etmeyi nasip eylesin diyorum.
Dünyamız çok zorlu ve sancılı bir süreçten geçiyor. Karşı karşıya olduğumuz sorunlar sadece belirli bir bölge için değil küresel anlamda herkes için farklı düzeylerde de olsa tehditler arz ediyor. Terör, şiddet, ırkçılık, yoksulluk, düzensiz göç, insani krizler, doğal felaketler tüm insanlığı büyük sınamalarla karşı karşıya bırakıyor. Dünyanın neresinde olursa olsun hiç kimse kendini tam anlamda güvende hissetmiyor.
"Diplomasinin erozyona uğradığını, uğratıldığını görüyoruz"
Geleceğe dönük umutlar bilhassa gerilim, fakirlik ve kaosun hakim olduğu ülkelerde giderek yok oluyor. Belirsizlik ve güvensizlik uluslararası sistemin belirleyici niteliği haline geldi. Dünyamız adeta kendi içinde hastalıklarla kıvranan, hastalık çeken dev bir organizmaya dönüştü. Biz ise tüm insanlık olarak sosyal, siyasel ve beşeri hayatımızı giderek daha fazla saran bu hastalıklara şifa bulmakta yeterli başarıyı halen gösteremiyoruz. Şüphesiz küresel anlamda barış ve istikrarın anahtarı diplomasidir. Dünyadaki mevcut krizleri çözmenin yenilerinin de önüne geçmenin yolu öncelikle diplomasiden geçiyor. Fakat son dönemde krizlere çözüm vasıtası olarak diplomasinin ciddi anlamda erozyona uğradığını uğratıldığını görüyoruz. Diplomasinin imkanlarına daha çok başvurmamız gereken bir dönemde ne yazıkki bunlardan yeterince istifade edemiyoruz. Diplomasinin ikili ve çok taraflı sorunları çözmeye, işbirliği ve diyaloğu geliştirmeye, dünyamızı herkese veya herkes için daha yaşanılır bir yer kılmaya dönük araçlarını etkin şekilde kullanamıyoruz. Yakın coğrafyamız başta olmak üzere malesef bu yetersizliğin pek çok acı örneği vardır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Dünyadaki krizleri çözmenin yolu diplomasiden geçiyor. Ancak son dönemde bunun erozyona uğratıldığını görüyoruz.https://t.co/U7loMteCYk pic.twitter.com/mqFQKdcDJO
— TRT Haber Canlı (@trthabercanli) 21 Mayıs 2018
"Çok taraflı anlaşmalar bir çırpıda rafa kaldırılıyor"
Rum taraflarının kaprisleri nedeniyle Kıbrıs sorununda mesafe alınamıyor. Filistin meselesi giderek daha çok masum insanın hayatını kaybettiği bir trajediye dönüşüyor. 7 yıldır 13 milyon Suriyeliyi evinden eden 1 milyondan fazla insanın hayatına mal olan Suriye krizinde çözüm yolları birileri tarafından hep tıkanıyor. Yemen'de devam eden kaos, Libya'daki sıkıntılar, Ukrayna'daki malum durum diğer örneklerdir. Tüm bu krizlerde yeterli irade gösterilmediği diplomatik çabalar sabote edildiği için masum insanlar bedel ödemeye devam ediyor. Diplomasiyi kullanmama özellikle bu sorundan çok daha büyüğü çok büyük uğraşlar sonucu elde edilen diplomatik kazanımların dinamitlenmesi sorunudur. Özellikle kimi politikacıların bu konuda züccaciye dükkanına giren fil misali hareket ettiğini görüyoruz. Uluslararası hukuk ayaklar altına alınırken çok taraflı anlaşmalar bir çırpıda rafa kaldırılıyor. Irkçı, göçmen karşıtı, İslam düşmanı ve aşırı sağcı akımların siyaset üzerindeki baskıları ve talepleri ise bu ateşe adeta benzin döküyor. Popilizm eksenli iç ve dış politika batılı devletler başta olmak üzere dünyanın pek çok ülkesini giderek daha fazla esir alıyor. Özellikle küresel barışa zarar veren bu yıkıcı dış politika anlayışının teazzüllerinden biri de İran Nükleer Anlaşması ve Kudüs meselesinde atılan adımlardır.
"Nükleer enerjiden barışçıl amaçlarla faydalanılmasını savunuyoruz"
Bizler Türkiye'nin nükleer enerji ve nükleer silahlar konusundaki tavrını yakından izliyorsunuz. Enerji açığı olan bir ülke olarak biz nükleer enerjiden barışçıl amaçlarla faydanılmasını sonuna kadar savunuyoruz. Her ülkenin buna hakkı olduğunu düşünüyoruz. Enerji ihtiyacını bu yoldan karşılamak isteyen ülkelerin hakkına da herkesin saygı göstermesi gerektiğine inanıyoruz. Rusya Federasyonu ile geçen ay inşasına başladığımız Akkuyu Nükleer Güç Santrali Türkiye'nin artan enerji ihtiyacının önemli bir kısmını karşılayacaktır. Türkiye'yi nükleer enerji konusunda bir üst lige taşıyacak bu önemli santralin ilk reaktörünü inşallah cumhuriyetimizin 100. yılı olan 2023 senesinde hizmete alacağız.
"Ülkemiz ve bölgemiz için asıl tehdit nükleer silahlardır"
Nasıl dünyanın 31 ülkesindeki 450 nükleer santral bizim için tehdit değilse, çok sıkı denetlendiği sürece başkalarınınki de tehdit oluşturmayacaktır. Ülkemiz ve bölgemiz için asıl tehdit nükleer silahlardır. Tüm dünya nükleer silahlardan temizlenmeli. Ellerinde 15 bini aşkın nükleer başlıklı silah bulunduranlar şu anda dünyayı tehdit etmektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Asıl tehdit nükleer silahlardır. Kendi ellerinde 15 bin nükleer silah bulunduranlar şimdi dünyayı tehdit etmektedir.https://t.co/U7loMteCYk pic.twitter.com/PDTDk4mpfD
— TRT Haber Canlı (@trthabercanli) 21 Mayıs 2018
Onlar rahatlıkla bunu kullanırken, farklı ülkelerde nükleer başlıklı silah olanlar onlar için niye tehdit oluşturuyor? Eğer adil davranacaksak, adil yaklaşım göstereceksek, o zaman nükleer silah sahibi olduğu bilinen ülkelerin nükleer güç santrallerini tehdit olarak göstermesinin dünya kamuoyunda hiçbir inandırıcılığı yoktur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Kudüs-ü Şerif üzerindeki haklarımızdan taviz vermemekte kararlıyız. İlk kıblemizi, on yıllardır kan, gözyaşı ve işgalden beslenen bir devletin insafına asla terk etmeyeceğiz.https://t.co/U7loMteCYk pic.twitter.com/qJQkYFnSHr
— TRT Haber Canlı (@trthabercanli) 21 Mayıs 2018
"Hal yoluna koyulmuş krizlerin yeniden köpürtülmesini kabul etmiyoruz"
Biz Türkiye olarak İran Nükleer meselesi dahil hal yoluna konmuş krizlerin yeniden köpürtülmesini kabul etmiyoruz. Amerikan yönetiminin kararı karşısında diğer imzacı ülkelerin anlaşmaya bağlılıklarını ifade etmelerini de son derece olumlu buluyoruz.
"Amerika'nın eline Filistinli çocukların kanı bulaşmıştır"
Kudüs'te yaşananlar ise popülist aymazlığın ne tür vahim sonuçlarının olabileceğinin en acı ispatıdır. Amerikan yönetiminin uluslarası hukuku yerleşik teammülleri İslam İşbirliği Teşkilatı ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun aldığı kararları çiğneyerek 14 Mayıs'ta attığı adım 62 Filistinli kardeşimizin şehit olmasına, 2 bin 700 Filistinlinin de yaralanmasına neden olmuştur. Ben burada bir kez daha işgale karşı demokratik haklarını kullanırken İsrail'in devlet terörüne kurban verdiğimiz Filistinli şehitlere Allah'tan rahmet diliyorum. Saldırılarda yaralanan kardeşlerimize de acil şifalar temenni ediyorum. İsrail yönetiminin terörist diye yaftaladığı Filistinli şehitler arasında 8 aylık bebekler, kadınlar, gençler tekerlekli sandalyadaki angelliler de bulunuyordu. Attığı son provokatif adımla Amerikan yönetimi İsrail'in katliamlarına da ortak olmuştur. Açık söylüyorum Amerika'nın eline Filistinli çocukların kanı bulaşmıştır. Analarının kucağında katledilen bebeklerin utancı, o bebeklere kurşun sıkma alçaklığı gösterenlerle beraber bu katillere suç işleme cesareti verenlerin de yüzüne yapışmıştır.
Amerikan yönetiminin bundan sonra demokrasi, insan hakları, özgürlükler ve barış konusunda söyleyeceği hiçbir sözün kıymeti, harbiyesi olmayacaktır. Bebek katillerinin sırtını sıvazlayan bir anlayışın demokrasiden bahsetmesi tam bir oksimoronluk örneğidir. Kendi kendiyle çelişki örneğidir. Uluslararası hukuku hiçe sayan bir zihniyetin başkalarına hukuk telkin etmesi ise pişkinliktir, yüzsüzlüktür.
"Filistin'de yaşanan son gelişmeleri BM Genel Kurulu'na götüreceğiz"
Türkiye olarak İslam İşbirliği Teşkilatı dönem başkanı sıfatıyla gerek Amerika'nın kararına gerekse İsrail'in işlediği katliama karşı tepkimizi açıkça ortaya koyduk. Ülkemizde Filistinli kardeşlerimizle dayanışmamızı göstermek amacıyla 3 günlük milli yas ilan ettik. Aynı gün Kızılay, AFAD ve TİKA gibi STK'larımız da yaralanan kardeşlerimizin tedavileri için çalışmalara başladık. İsrail saldırılarından etkilenen kardeşlerimize yine bu kurumlarımız vasıtasıyla sahadan tedarik yöntemiyle acil insani yardım ulaştırdık. Washigton ve Tel Avil büyükelçiliklerimizi istişareler için ülkemize çağırdık. Daha sonra zirve dönem başkanı olarak İslam İşbirliği Teşkilatı'nı acil toplantıya çağırdık. Bu çağrımızdan 72 saat sonra 50 ülkenin katılımı ile 18 Mayıs Cuma günü İstanbul'da yine bir Olağanüstü İslam Zirvesi gerçekleştirdik. Kabul ettiğimiz bildiri ile uluslararası barış gücü gönderme dahil, Filistin halkına uluslararası koruma sağlanması işlenen suç ve cinayetlerin soruşturulması, ayrıca tüm ülkelerce Filistin devletinin resmen tanınması çağrılarında bulunduk. Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan eden ülkelere karşı yürürlüğe koyulabilecek önlemleri de ele aldık. Zirveye iştirak ederek bizimle birlikte insani duruş sergileyen tüm dostlarıma kardeşlerime burada sizler vasıtasıyla bir kez daha şükranlarımı sunuyorum. Bu zirve İslam dünyasının Kudüs meselesindeki hassasiyetini çok açık, net ortaya koymuştur. Kudüs'ü şerif üzerindeki haklarımızdan taviz vermemekte kararlıyız. İlk kıblemizi on yıllardır, kan, gözyaşı ve işgalden beslenen bir devletin insafına asla terk etmeyeceğiz. Filistin'de yaşanan son gelişmeleri Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na götüreceğiz.
"Uluslararası alanda terör konusunda çifte standart devam ediyor"
Özünde girişimci ve insani yaklaşım, bununla birlikte terör örgütlerine karşıda tavizsiz bir mücadele anlayışı vardır. PKK ve onun Suriye kolu PYD, YPG, DEAŞ, el-Kaide daha önemlisi yeni nesil hibrit terör örgütü olan FETÖ ile bir mücadele yürütüyoruz. Ancak uluslararası alanda terör konusunda çifte standardın devam ettiğini üzülerek söylemek durumundayım. DEAŞ'a gelince yükselen sesler PKK ve türevleri ile FETÖ söz konusu olduğunda birden sus pus kesiliyor. Hatta PYD, YPG konusunda tavırlar örgütün adeta daha fazla zulüm ve baskı yapması için destek beyanına dönüşüyor. Ayrıca PKK paçavraları yıllardır batı ülkelerinde serbestçe kullanılabiliyor. Terörist başının paçavraları aynı şekilde kullanılabiliyor. Örgüt baskı ve tehditle para topluyor. Mensupları başkentlerin en merkezi meydanlarında terör propagandalarını rahatça yapabiliyor.
"Avrupa'nın birçok ülkesi katiller için adaletten kaçabilecekleri güvenli limanlara dönüştü"
Benzeri bir durum FETÖ içinde geçerlidir. Bir gecede 251 insanımızı şehit eden anayasal düzenimizi tehdit eden bu FETÖ ihanet şebekesinin başı Amerika'daki malikanesinde güvenle terör imparatorluğunu yönetebiliyor. Meclis'imizi bombalayan, demokrasimizi yok etmek için kan döken caniler bugün dünyanın pek çok ülkesinde ellerini kollarını sallayarak gezebiliyor. Avrupa'da daha önce PKK'lı, DHKP-C'li teröristlere tanınan siyasi sığınma hakkı malesef bugün FETÖ'cü alçaklar için seferber edilmiş durumda. Avrupa'nın birçok ülkesi eli mağsum kanına bulaşmış katiller için adaletten kaçabilecekleri güvenli limanlara dönüştü. Terör örgütleri karşısında böyle ikircikli bir tutum sergiledikçe kimse kusura bakmasın terörle mücadelede bir arpa boyu yol alınması mümkün değildir. Öncelikle teröriste terörist demeyi bilmek sonra da onlara karşı el birliği ile mücadele etmek şarttır. Bu vahim tablo karşısında Türkiye bekasına yönelik tehditleri kaynağında bertaraf etmek için kendi önlemlerini almaktadır.
"Rakka hayalet şehre dönerken, Afrin'de insanlar normal hayatlarına geri döndüler"
Geçtiğimiz yıl Fırat Kalkanı Harekatı bu yıl da Zeytin Dalı Operasyonu ile toplamda 4 bin kilometrekarelik alanı teröristlerden temizledik. Bu harekatlar sırasında 3 bin DEAŞ'lıyı, 4 bin 500 civarında da PKK/YPG'liyi etkisiz hale getirdik. Etkisiz hale getirilen YPG'liler arasında bir kısmı Avrupa olmak üzere farklı ülkelerden gelen yabancı teröristler de bulunuyor. Çok ciddi karalama kampanyalarına maruz kaldık. Bir merkezden yönetilmişcesine ülkemiz adına olmadık iftiralar atıldı. Akla ziyan yalanlar söylendi. Pek çok sözüm ona itibarlı uluslararası basın yayın kuruluşu terör örgütünün yalanlarını sayfalarına manşetlerine televizyon ekranlarına taşıdı. Oysa müttefiklerimizin DEAŞ'tan kurtardığı Rakka ile bizim YPG'den temizlediğimiz Afrin'in fotoğraflarını yan yana koymak bile gerçeği görmek için kafi idi. Terör örgütünden alınan Rakka hayalet şehre dönerken Türkiye'nin kurtardığı Afrin'de insanlar hemen ertesi gün normal hayatlarına geri döndüler. Geri dönen Suriye'li mültecilerin sayısı 160 bini aşmış durumda. Hali hazırda Afrin'e de çok sayıda Suriyeli dönmeye devam ediyor.
"Yeni yönetim modelini en büyük reformlarımızdan biri olarak görüyorum"
Biliyorsunuz, ülkemiz 24 Haziran'da cumhurbaşkanını ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni belirlemek için erken genel seçime gidiyor. Bu seçimlerle kriz ve kaos üreten mevcut yapıyı terk ederek istikrarı ve milli iradenin üstünlüğünü garanti edecek olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne de geçiyoruz. 16 yıldır iktidarda olan bir siyasi partinin genel başkanı olarak yeni yönetim modelini en büyük reformlarımızdan biri olarak gördüğümü belirtmek isterim. 2001 yılı Ağustos ayında partimizi kurarken neyi savunuyorsak bugün de aynı ideali aynı davayı savunuyoruz. Bizim en büyük arzumuz Türkiye'yi demokraside özgürlüklerde, ekonomide özellikle de demokraside ve diğer alanlarda muasır medeniyetler üzerine taşımakdır. Ülkemizi güçlendirirken aynı zamanda dost ve kardeşlerimizin de ihtiyaç durumlarında yardımlarına koşmaktır. Biz paylaşmanın, dayanışmanın özellikle bereketine inanan bir medeniyetin temsilcileriyiz. Biz sadece birileri gibi kendine demokrat kendine özgü bir ülke değiliz. Asla da böyle olmayacağız. Biz komşularımız başta olmak üzere herkes için barış, adalet, refah ve kalkınma istiyoruz.
"Yeni dönemde de erdem, irade ve cesaretle Türkiye'yi şahlandıracağız"
Önceki hafta açıkladığımız seçim manifestomuzda yeni döneme dair taahhütlerimizi ve vizyonumuzu herkese ilan ettik. Ekonomide, özgürlüklerde, adalette, sağlıkta elbette dış politikada nasıl bir Türkiye tavassurumuz olduğunu kamuoyu ile paylaştık. Biz AK Parti olarak bugüne kadar söz veren ve seçimlerden sonra sözlerinin üzerine yatan bir siyasi hareket olmadık. Tüm siyasi hayatımız milletimize neyi taahhüt ettiysek onu hayata geçirmenin mücadelesi ile geçti. İnşallah yeni dönemde de erdem, irade ve cesaretle Türkiye'yi şahlandıracağız. 24 Haziran'da hizmetkarı olmaktan şeref duyduğumuz milletimizin teveccühü ile inşallah ülkemizi yepyeni ufuklara taşıyacağız. Bunun yanında sizin gibi dostlarımızın katkılarıyla da daha adil daha huzur dolu daha müreffeh bir dünyanın inşası için çaba göstereceğiz. Rabbim yar ve yardımcımız olsun.
Kaynak: TRT Haber