İddianamesinde, Gülen'in, "laik devlet yapısını değiştirerek yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasa dışı örgüt kurup, bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunduğu"nu, Gülen'in TSK'yı ele geçirmek amacıyla sızma politikasını sessiz ve derinden devam ettirdiğini vurgulayan "Demir Savcı" lakaplı eski Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısı Nuh Mete Yüksel, o günleri anlattı.
Türk tarihiyle ilgilenerek, okuyarak büyüdüğünü, Atatürk'e ve laik Cumhuriyete de büyük bir şevkle bağlı olduğunu söyleyen Yüksel, bu itibarla Cumhuriyet aleyhindeki bütün hareketlerin daima ilgisini çektiğini belirtti. Yüksel, "Zaten Atatürk de bize Cumhuriyet savcısı lakabını vermiş, hilafetin, saltanatın savcısı veya Marksizm'in, Leninizm'in savcısı olmayı yasaklamış, 'Siz Cumhuriyetin savcısısınız, Cumhuriyeti koruyacaksınız' demiş ve bu görevi vermiş. Bu itibarla ben de Fetullah Gülen'i palazlanmaya başladığı andan itibaren bir nevi takip ettim" dedi.
Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) elebaşı Fetullah Gülen'in o dönemde gençlik üzerinde yoğunlaştığını ve bunun için "ışık evleri"ni kurduğunu anlatan Yüksel, şöyle devam etti:
"Işık evlerinde gittikçe çoğalma, kendi tabiriyle bir gölleşme faaliyetine geçti. Bunun yanı sıra devleti ele geçirme çabasına geçti. İlk defa emniyetten başladı. Ondan sonra kendi tabiriyle mülkiye, adliye, askeriye üzerinde yoğun bir çaba sarf etti. 'Buralarda güçleneceksiniz, çoğalacaksınız, buralarda devleti ele geçirecek güce erişinceye kadar mücadele edeceksiniz' diye talimatlar verdi. Bu talimatları o zamanlar piyasaya çıkan kasetlerde gördük, okuduk. 'Dünyayı elinize alacağınız güce erişinceye kadar, girişeceğiniz her hareket erkendir' dedi. Bunu yasakladı. Bunlar, bir örgüte verilen talimatlardı."
"Okulları bana göre bir ihanet yuvasıdır"
Gülen'in daha sonra okullarını kurduğunu belirten Yüksel, "Fetullah'ın okulları başlı başına bana göre bir ihanet yuvasıdır" diye konuştu.
Bu okullarda Atatürk ve Cumhuriyet aleyhindeki faaliyetlerin yoğun şekilde devam ettiğini aktaran Yüksel, Gülen ile bağlantılı okullarda Türkçe öğretilmediğini, gayenin İngilizce öğretmek olduğunu dile getirdi. Yüksel, İngilizce eğitim verilmemesi halinde bu okulların açılmasına ABD'nin ve İngiltere'nin müsaade etmeyeceğini söyledi.
Söz konusu okullarda gizli şekilde laiklik, Atatürk ve Cumhuriyet aleyhinde faaliyetler yürütüldüğünü anlatan Yüksel, "Mesela okula bir misafir geleceği zaman herhangi bir bürokrat, bakan, bir büyük iş adamı, hatırlı bir kişi geleceği zaman hemen tozlu mahzenlerdeki Atatürk resimleri, büstleri çıkarılır, temizlenir, konur, misafiri gönderdikten sonra 'kaldırın bu deccalı buradan' diye komut verilir ve deccal diye hakaret ettikleri Atatürk'ün resimleri, büstleri yine mahzenlere atılırdı. Bunu da bürokratlarımız bile bile, bazen bilmeden saf bir şekilde yediler, yuttular kaba tabiriyle" ifadelerini kullandı.
"Emniyetin içine epeyce yerleşmişlerdi"
Takip ettiği bu gelişmeler üzerine soruşturmaya başladığını belirten Yüksel, şöyle konuştu:
"Piyasaya yayılan kendisinin konuşmalarını içeren kasetleri topladım. Bu arada onun eski talebesi olan bazı öğrencileri onun gerçek yüzünü görerek geldiler, davaya müdahil olarak katıldılar. Tanıklık yaptılar. Onlarla mesai yaptık. Rahmetli (Necip) Hablemitoğlu'nun kitaplarını okudum. Onun makaleleri çok nefis, zengin makalelerdi. Emniyetten hiçbir şey almadım, emniyet sıfır. Emniyetin içine epeyce yerleşmişlerdi. Fetullah hakkında gerçekten soruşturma yapan bir grup vardı. Osman Ak ve Cevdet Saral. Osman Ak, yanlış hatırlamıyorsam Ankara Emniyet Müdürlüğü istihbarattan sorumlu emniyet müdür yardımcısıydı, Cevdet Saral da emniyet müdürlüğü yaptı. Bu grup samimi olarak soruşturmayı yaptı. Şimdi çıkıp ahkam kesiyorlar 'biz soruşturma yaptık, biz bunu yaptık, şunu yaptık' diye. Bu yalan. O zaman söylediğim kişiler hariç hepsi Fetullah'ın yanında yer aldı. Çünkü Fetullah o zaman bayağı itibarlı bir kişiydi. Fetullahçı olmak demek, istikbalinin açılması, önündeki yollarının açılması demekti. Onun için hep Fetullah'ın yanında oldular."
"Yargıtay 9. Ceza Dairesi, FETÖ'nün oyuna geldi"
Açtığı davanın mahkumiyetle sonuçlandığını ancak cezanın tecil edildiğini anlatan Yüksel, bununla da yetinilmediğini, davanın tekrar ele aldırıldığını söyledi. Yüksel, o zamana kadar çok iyi bir daire olan Yargıtay 9. Ceza Dairesinin "Fetullahçıların oyununa geldiğini ve kararı bozduğunu", sonunda da beraat çıktığını kaydetti.
Fetullahçıların davayı çökertmek için ellerinden geleni yaptıklarını, davaya katılanları korkutarak davadan çekilmelerini sağladıklarını dile getiren Yüksel, "Benim üzerimde de tabii baskılar oldu. Fakat ben artık her şeyi göze almıştım. Bütün tehditlere ve baskılara rağmen sonuna kadar götürdüm ancak esas hakkında mütalaa safhasında bizi aldılar oradan" diye konuştu.
Yüksel, bu grubun o dönem Yargıtayda yapılanmalarının söz konusu olmadığını ancak alınan kararları etkileyebildiklerini belirterek, "Benim hiç ummadığım adamlar etkilendiler Yargıtayda ama isim veremem" dedi.
Gülen hakkında yakalama, gıyabi tutuklama kararı da çıkardığını, sonradan tutuklama kararının kaldırıldığını söyleyen Yüksel, "O zamanki yapılanmada emniyete girmişlerdi, emniyette güçlülerdi ama dediğim gibi benim tespitime göre silahlı kuvvetlerde ve adliyede bu derece güçlü değillerdi. Ama belki de biz yanılıyorduk. Güçlenmeye başlamışlardı. Nitekim ben mesela şimdi de bu kadar güçlendiklerini düşünemezdim. Aldığım her kararın, attığım her imzanın arkasındayım. Ama kalleşlik yapanlara kızıyorum tabii. Fetullahçı görünenlere, Fetullah'tan menfaat bekleyerek arkasından gidenlere hala kızgınlığım devam eder" ifadesini kullandı.
"Bazı askeri liselere girmişlerdi"
Hazırladığı iddianameyle ilgili "Tek kişilik örgüt mü olur, bu ne biçim dava, somut bir şey yok" şeklinde tenkitlerde bulunulduğunu aktaran Yüksel, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bana göre terör eylemi vardı orada. Bir kere o katılanlar, yani olayın şahitleri zorla, tehditle vazgeçirildi. İddianamenin altında örgüt hakkında soruşturmanın devam ettiğini yazmıştım. O soruşturmaya devam ettim. Bunu ne yapacağız? Evvela dinleme gerekiyor. Dinlemeleri yoğunlaştırdık. Fakat gördüm ki dinlemeleri gerçekleştiren, arada gelip gidenlerin hepsi Fetullahçı. Onun üzerine dinlemeyi bıraktım. Bu insanlar içine adam yerleştirerek soruşturmayı yapma yoluna gitmeyi tercih ettim. O zaman 4422 sayılı kanun vardı, ona göre bunu yapabilirdik. Fakat mevcut kadroyla yapamayacağımı anlayınca o zamanki İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen'e gittim, durumu anlattım. Rüştü Bey 'haklısınız' dedi ve bundan sonra çalışmam için başka birini görevlendirdi. Fakat o şahıs da fena halde ürktü. Daha sonra askerle çalışmaya karar verdim. Aytaç Yalman Jandarma Genel Komutanı idi. Kendisiyle görüştüm. Aytaç Paşa benim yanımda Jandarma Alay Komutanına emir verdi, 'Beraber çalışacaksınız, Mete Bey'in direktiflerini yerine getireceksiniz' diye. Ancak o zaman o süreçte de ben görevden alındım, bu iş bitti.
Bazı askeri liselere girmişlerdi zaten. İddianamemde var, çalışıyorlardı. Ben bu kadar süratli şekilde ele geçireceklerini tahmin etmedim. Yani silahlı kuvvetlere bu kadar güçlü gireceklerini, sadece silahlı kuvvetlere değil, adliyeye de bu kadar güçlü gireceklerini, ele geçireceklerini tahmin etmemiştim. Ama ele geçirdiler. En sonunda da bu darbeyi de bu kadar güçlü yapacaklarını tahmin etmiyordum ama yaptılar. Darbenin bu kadar güçlü yapılacağını, bu kadar çok elemanla yapılacağını, bu kadar çok silahla yapılacağını hiç düşünmedim. Darbe günü dışarıdaydım. Arkadaşlarla baronun Balgat'taki yerinde yemek yiyorduk. Aniden uçaklar patlamaya başladı. Hiç tahmin etmiyordum fakat maalesef oldu. Sabaha kadar da sürdü o bombalar. Sabah dahi atıldı bomba."