Türkiye’nin belki de yarım asırdır ilmik ilmik ördüğü ancak son 10 yılda çok daha görünür bir hal alan yerli ve milli savunma sanayii, farklı alanlarda kritik eşikleri aştı... Uzmanlar, Türk mühendislerinin son derece hızlı öğrenmesinin ve ortaya konan ürünlerin muhabere ortamında test edilmesinin önemine dikkat çekiyor. Doğal olarak bu durum son derece değerli bir bilgi birikimini ve kısa zamanda çok hızlı hareket edebilme kabiliyetini beraberinde getiriyor.
İşte bu birikimin yansımalarını gördüğümüz alanlardan biri de füzeler oldu. Savunma sanayii haberlerinin son döneminde başrolde hep onlar var. Ağırlıklı olarak kara ve hava sistemleri üzerinden giden süreç deniz için de kendini iyiden iyiye göstermeye başladı.
TÜBİTAK SAGE (Savunma Sanayii Araştırma ve Geliştirme Enstitüsü) Müdürü Gürcan Okumuş’un geçtiğimiz günlerde yaptığı “Deniz Kuvvetlerinin yakın hava savunma sistemi ihtiyacı için çalışmalara başladık” açıklaması da işin görünür kılınan boyutuna dair önemli bir gösterge oldu.
Gemilerimiz yakın hava savunmayı nasıl sağlıyor?
Bu açıklamanın ne anlama geldiğini detaylandırmak için Savunma Sanayii Araştırmacısı Anıl Şahin ile buluşuyoruz.
Tabii ki gelecekte ne yapılacağını merak etmekle birlikte, bu süreci daha iyi anlamak için halihazırda gemilerimizin yakın savunma için nasıl bir sistem kullandığı sorusuyla başlıyoruz.
Anıl Şahin, MİLGEM gibi korvetler ve fırkateynlerin yakın hava savunmasının Phalanx gibi namlulu veyahut RAM gibi füze temelli yakın hava savunma silah sistemleriyle (CIWS) sağlandığını belirtiyor.
Çok namlulu hava savunma sistemi denince aklımıza ilk olarak ASELSAN üretimi Gökdeniz geliyor. “Aslında çok benzer sistemler. Gökdeniz yakında kullanıma alınacak” diyor Şahin. Ancak MİLGEM korvetleri ile Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı envanterine giren RAM sisteminin, henüz bir yerli muadili olmadığının da altını çiziyor. Türkiye, ABD’den RAM füzelerinin tedarikinde çok büyük sıkıntılar çekiyor ve bu sorunlar bugün dahi devam ediyor.
İş yine başa düştü
TÜBİTAK SAGE tarafından gerçekleştirilen yerli yakın hava savunma sistemi çalışmaları sonucunda, RAM muadili bir sistemin milli imkanlarla geliştirilmesinin hedeflendiğini söyleyen Şahin’e göre diğer savunma sanayii sistemlerinin hikayesine benzer bir süreç burada da karşımıza çıkıyor. Yabancı ülkelerin farklı sebeplerle bize vermediği bir sistemi yine Türk mühendislerce üretime alıyoruz. Yani iş bir kez daha başa düşüyor ve TÜBİTAK SAGE kolları sıvıyor.
Anıl Şahin, söz konusu yeni milli sistemde 'görüş içi hava hava füzesi Bozdoğan'dan elde edilen tecrübelerle yola çıkılacağına işaret ediyor ve “Zaten RAM füzesi de Bozdoğan’ın ABD’li muadili üzerinden geliştirildi. Tabii ki zaman içerisinde birçok geliştirmeye sahne oldu. Bozdoğan’da biraz daha ilerledikten sonra milli RAM yani füze temelli savunma sistemi için de ciddi mesafe almış olacağız. Bozdoğan’ın özellikle motor ve harp başlığı kısmı milli RAM’e önemli katkı sağlayacaktır” görüşünü paylaşıyor.
Yerli ve milli sistem muadillerinden daha iyi
Söz konusu gemi olunca, deniz ortasındaki bir platformdan ateşlenecek füzenin bazı dezavantajları da olabiliyor. Örneğin sıcak fırlatma (Hard-Launch) olarak tabir edilen atım sırasında ortaya çıkan yüksek sıcaklık ve ateş gemideki diğer sistemlere zarar verebiliyor.
Soğuk fırlatma (Could-Launch) denilen sistemde ise füze ateşlendikten sonra lançerden basınç ile çıkıyor. Çok az havalandıktan sonra kendi motorunu çalıştırıyor ve hedefe yöneliyor. Bu sistemdeki dezavantaj ise yüksek basıncın ve ortaya çıkan gazın, hem sensörlere hem de kimi zaman füzenin motoruna hasar vermesi oluyor. Ayrıca füze motorunun tüpten ayrıldıktan sonra çalışması, arıza durumlarında füze irtifa aldığı için daha büyük hasara yol açabiliyor.
Tabii Rus dikey atım sistemleri eğik yapıda olduğu için bu hasar riski, karada kullanılan bir S-400 gibi sisteme göre daha düşük. TÜBİTAK-SAGE’nin geliştirdiği atım sistemi de eğik yapıda. Bu sayede arızalı füzenin, gemi yerine denize düşmesi hedefleniyor.
Bu bilgileri verdikten sonra gelelim Türkiye’nin yapacağı sistemin özelliklerine… Anıl Şahin, TÜBİTAK SAGE imzalı sistemin ‘soft-launch olarak adlandırılacağını söylüyor. Soğuk atıma benzeyen sistem çok daha az gaz gücüyle füzeyi güvenli mesafeye çıkarıyor. Füze daha sonra kendi motorunu çalıştırıyor ve hedefe ilerliyor.
Ürettiklerimizi satabilme potansiyelimiz çok yüksek
Eğer çalışmalar istenildiği şekilde devam ederse Türkiye hem kendi milli dikey atım sistemini hem de bu sistemden fırlatacağı yerli füzeleri üretebilmiş olacak. Peki bu neden önemli?
Anıl Şahin, bir kez daha ‘parasıyla dahi satılmayan’ sistemlere işaret ediyor. Yani kimi zaman örtülü kimi zaman doğrudan ambargolara…
“Tek bir örnek vereyim” diyor Şahin ve “Şu anda inşa faaliyetleri devam eden ve 2023 yılında envantere almayı planladığımız İSTİF sınıfı fırkateynimiz için ABD, Mk41 VLS satışına izin vermedi. Dolayısı ile bizim 1-2 senelik bir zaman zarfı içerisinde bu dikey atım sistemini ve en geç 2-3 senelik bir zaman zarfı içerisinde ise dikey atım sisteminde kullanılacak hava savunma füzelerini geliştirmemiz gerekiyor” bilgisini paylaşıyor.
Son yıllarda Türkiye’nin kendi ihtiyaçları için ürettiği savunma sanayii sistemlerinin kısa sürede diğer ülkelerin radarına girdiğini biliyoruz… Peki benzer bir süreç atım sistemi ya da füzelerimiz için de geçerli olabilir mi?
Dikey atım sistemi ve yakın hava savunma sistemi alanında ABD’nin bir tekel olduğunun altını çizen Şahin, sözlerini şöyle tamamlıyor:
“Kendi atım sistemini ve bu sistemde kullanacağı füzeleri geliştiren ülke sayısı oldukça az. Türkiye’nin geliştireceği bu sistemlerin çok ciddi bir ihracat potansiyeline sahip olacağını net bir şekilde söyleyebiliriz.
Her şeyi geçelim; Türkiye, Pakistan’a ve Ukrayna’ya dörder adet MİLGEM korveti ihraç ediyor. Eğer atım sistemini ve füzelerimizi kendimiz üretsek Pakistan için üretilen gemilerle beraber milyonlarca dolar değerindeki bu alt kalemleri de satacaktık.
Az önce Gökdeniz’den bahsetmiştik. Pakistan ve Türkmenistan’a ihraç ettiğimiz savaş gemilerinde kullanılmak üzere tercih edildi bu sistem. İşte diğer sistemler için de benzeri olacak. Bu ihracat sözleşmesinde olmadıysa bir sonrakinde olacak…”