Türkiye peş peşe gelen iki büyük depremle sarsıldı. On binlerce insan depremden etkilendi. Enkaz altından kurtarılanlar, yakınlarını kaybedenler, evlerini kaybedenler ya da bu süreçte bölgedeki sevdiklerinden haber bekleyenler… Kimi depremi birebir yaşadı kimi ise yakınlarının acı haberlerini aldı.
Asrın felaketi sonrası yaralar sarılmaya başladı. Mucize kurtuluşlar herkese umut oldu. Ancak deprem sadece evleri yıkmadı... Geride psikolojik yıkımlar da bıraktı.
Peki depremi yaşayanlarda hangi travmalar görülebiliyor? Bu hangi aşamaya kadar olağan kabul ediliyor? Depremden etkilenenlere nasıl yaklaşmak gerekiyor? Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Nesrin Dilbaz TRT Haber’e anlattı.
Depremzedelerde görülen psikolojik tepkiler
Büyük bir felaketle karşı karşıya kalındığında insanların çeşitli psikolojik tepkiler verdiğini söyleyen Prof. Dr. Dilbaz bu durumu anlatırken, “Şaşkınlık, aşırı korku, her şeye yabancı hissetme, sanki düşteymiş gibi düşünme, çaresizlik ve bedenini kontrol edemediğini hissedebiliyor. Hatta birçok kişi bu sırada aşırı korku donma ya da uyuşma gibi duygular nedeniyle bedenindeki yarayı da fark edemeyebilir” diyor.
Özellikle ilk 48 saatte başkalarının ölümüne tanıklık etmiş, bir yakınını kaybetmiş yaralı kişilerde “dissosiyasyon” denilen uykuda olma ya da kendinin farkında olmama durumunun daha fazla yaşandığına dikkat çeken Prof. Dr. Dilbaz, bu gibi durumlarda izlenecek yolu şöyle anlatıyor:
“Travmadan sonra bu kişiler için mutlaka yapılması gereken ilk şey, yakınlarına ulaşmak. Kendilerini güvende hissedebilmeleri için ruhsal yardımı bir yakınıyla birlikte yapmak gerekiyor. Mümkünse aile ya da yakınlarıyla görüşmelerini ve onlarla vakit geçirmelerini öneriyoruz.”
Tepkiler olağan kabul ediliyor
Depremden etkilenen kişilerde görülmesi “olağan” durumları ise Prof. Dr. Dilbaz şu şekilde özetliyor:
“Konsantre olamama, şaşkınlık, korku, karar vermede güçlük, sürekli afetle ilgili düşünceler… Sık sık olayı rüyada görme, kabuslar, çabuk yorulma, enerjisizlik, iştah ya da uykuda değişiklik, tahammülsüzlük, keyifsizlik ve çökkünlük gibi durumlar oluşuyor. Hatta bazen yakınlarını kaybedenler yemek yemekten, kendilerine bakmaktan, banyo yapmaktan bile kaçınıyorlar. Çünkü utanç duyuyorlar, suçluluk duyuyorlar. ‘Onlar öldü ama ben yaşıyorum’ diye yapıyorlar bunu.”
Psikososyal müdahale yapılıyor
Depremi yaşayan kişilere beslenme, barınma, yakınlarına ulaşma ya da gerekiyorsa tıbbi tedavinin yanı sıra kendini güvende hissetmesi için psikososyal müdahale yapıldığını söyleyen Prof. Dr. Dilbaz, terapi yapılmadığını önemle vurguluyor:
“Biz bu dönemde onlara danışma ve dayanışma yapıyoruz. Özellikle olay sırasında gözünün önünde başkalarının yaşamını kaybettiklerine şahit olmuşlarsa bu ileride ruhsal hastalık geliştirebilme riskidir, takip edilmesi gerekiyor.”
Bu süreçte depremi yaşayan kişilerin, olayı konuşmak istemiyorlarsa zorlanmamaları gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Dilbaz, “Olay esnasında ne hissettiğini soruyoruz. Korku mu kaygı mı endişe mi çaresizlik mi? Bunu mutlaka soruyoruz. Konuşmak istiyorsa güvendiği birine duygularını anlatmaları konusunda cesaretlendiriyoruz” diyor.
Yas tutmak ruhsal tepkileri azaltıyor
Depremden etkilenenlere doğru bilgi verilmesi de önemli… Ölüm ve kayıpları bilmenin kişinin hakkı olduğunu ifade eden Prof. Dr. Dilbaz, daha sonraki günlerde öğrenmenin hem travmatik olduğunu hem de kandırılmış gibi bir his yarattığını ifade ediyor. Yas tutmanın kişilerin ruhsal tepkilerini azalttığına değiniyor.
Eğer tüm bu yakınmalar depremin üzerinden bir ay geçmesine rağmen kişinin yaşamını etkileyecek derecede sürüyorsa depresyon, travmatik stres bozukluğu ve anksiyete bozuklukları açısından dikkatli olmak gerekiyor.
Depremden etkilenenlere nasıl yardım edilmeli?
Peki depremi yaşayan kişilere nasıl yardım etmek gerekiyor? Prof. Dr. Dilbaz, süreci şöyle açıklıyor:
“Kişinin daha önce yaşadığı olumsuz olaylarla nasıl başa çıktığını öğrenmeye çalışıyoruz. Mesela daha önce bir yakınını kaybetmişse onunla nasıl baş ettiyse düzeneğini buraya koymasını sağlıyoruz. Kendini rahatlatan şeyler yapmak konusunda teşvik ediyoruz. Örneğin başkası için bir şey yapmak insana çok iyi gelir. Alkol ya da bazı rahatlatıcı ilaçlardan uzak durmalarını istiyoruz. Aşırı miktarda çay, kahve tüketmemelerini, uyku düzenlerini normal tutabilmelerini sağlamaya çalışıyoruz.”
Kişide kaçma ya da kaçınma davranışı olup olmadığı da bu süreçte tespit ediliyor. Çünkü durumdan kaçınmak, durumu hiç konuşmamak, olmamış gibi davranmak, o bölgeden uzak durmak gibi davranışlar varsa duyulan kaygı daha da artabiliyor.
“İlk günlerde tabii ki böyle bir sıkıntıdan dolayı kaçınma olabilir ama bir süre sonra kaçınmayı azaltmayı öneriyoruz. Cenaze törenlerine, anma törenlerine katılmaları ve ziyaretler konusunda yüreklendiriyoruz. Eğer hiç yatışmayan uykusuzluk, yoğun anksiyete varsa o zaman da ilaç tedavisine başlamak zorunda kalıyoruz.”
Kaygıyı azaltma çabası harcanıyor
Bir de saatler sonra enkaz altından kurtarılanlar var... Onların durumu daha da hassas… Prof. Dr. Dilbaz, "Depreme maruz kalıyorlar, ardından enkaz altında kaldıklarından güven duygusunu kaybediyorlar" diyor ve sözlerini sürdürüyor:
“Çaresiz, hiçbir şey yapamayacak durumda hissedecekler. Baş etmekte zorlanacaklar. Kaygı ve buna bağlı sık soluma, çarpıntı, nefes almada güçlük olabilir. O tehlikeyi yaşadıktan sonra ‘Çıldıracakmışım, ölüyorum gibi’ hissediyor. Bu kaygıyı azaltmak için çeşitli yöntemler önerebiliyoruz. Ama süre uzadıkça orada kalma, umutsuzluk, çaresizlik, yalnızlık duygusu arttıkça, kişiler artık daha fazla sosyal ve psikolojik desteğe ihtiyaçları oluyor.”
Grafik: Nursel Cobuloğlu