Son yıllarda tansiyonun giderek yükseldiği Doğu Akdeniz’de sular yeniden ısınıyor. Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanan ve bölgesel, küresel aktörlerin de içinde yer aldığı yeni süreçte tırmanan siyasi gerilimin askeri bazı yansımaları da görülüyor.
Yunanistan’ın Mısır ile imzaladığı münhasır ekonomik bölge (MEB) anlaşmasını ‘Hukuk dışı ve kabul edilemez’ ilan eden Türkiye’nin Oruç Reis gemisini sismik araştırmalarda bulunmak üzere kendi kıta sahanlığına göndermesinin ve buna Yunanistan itirazlarının yankıları sürüyor.
Peki siyasi sonuç alınamaz ve iş askeri boyuta taşınırsa Ankara ve Atina’nın güç dengesi sahaya ne şekilde yansıyacak, süreç nasıl çözülecek? Emekli Tümamiral Ali Deniz Kutluk hem bu soruların yanıtını verdi, hem de süreci Avrupa Birliği ve NATO üzerinden değerlendirdi.
Savaş çıksa da nihai çözüm siyasette
“Savaş çıksa ve kazanılsa dahi sonuçta muhatabın siyasi iradesi sizinkine uydurulacak ve çözüm siyasi olacaktır” diyen Emekli Tümamiral Kutluk’a göre yaşanan krizde muhatabın iradesi ve arkasında neleri riske atmaya hazır olduğuna bağlı olarak siyasi çözüme razı gelinebilir.
Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de kara uzantısı olmadığını, bu nedenle de kıtalardan kaynaklı deniz yetki alanına dair bulunduğu hak ve iddialarının uluslararası hukukta karşılığı bulunmadığını söyleyen Kutluk, sürecin donanmalar üzerinden belirlenmesi halinde ne tür bir fotoğraf ortaya çıkacağına dair şunları söyledi:
“Türkiye’nin donanması büyük ölçüde milli yapıda ve çapı, yetenekleri ve etkileri bakımından sınıflarının en iyilerinden. Ayrıca Deniz Kuvvetlerimizin, Doğu Akdeniz’de de stratejik konuşlanma üstünlükleri var.
Bir deniz veya deniz-hava savaşı çıkarsa yeteneklerini daha iyi koordine eden ve stratejik konuşlanmasını yapabilmiş taraf kazanacaktır demek doğru olur.”
“Yunanistan AB için bir baş ağrısıdır”
Kutluk, Yunanistan ve Türkiye arasında yaşanan gerilimin NATO-AB üzerinden ne tür etkileri olabileceği sorusuna şu yanıtı verdi:
“NATO’nun 30 üyesi var. Diğer tarafta AB’nin de 28 üyesi bulunuyor. NATO üyesi olmayan ancak AB üyeliği mevcut 4 ülke var. NATO üyesi olup AB üyeliği bulunmayan da 4 ülke var ki bunlardan biri de Türkiye.
AB ve Birliğin NATO ile ilişkileri söz konusu olduğunda referans olarak Nice Antlaşması konuşuluyor… Nice Anlaşması, AB’nin henüz 15 üyesi olduğu yıllarda üye sayıları 27 ve daha üzeri olursa yapılması gereken kurumsal değişiklikleri ele alan bir düzenleme projesidir, antlaşma bundan ne daha fazlası ne de daha azı…
Yunanistan’ın sıklıkla dillendirdiği ve AB’den talep ettiği ‘yaptırım’ kozu bu anlaşmaya bağlanmamalı. Örneğin, Yunanistan AB ve NATO’ya üye adayı Makedonya’ya 30 yıl baskı uygulaması ile o devletin adının değiştirilmesi gibi anlamsız bir isteğini kabul ettirebildi.
İstemlerinin anlamsız, saçma, tutarsız olması Yunan tarafı için kaygı yaratmıyor. Doğu Akdeniz ile ilgili yaklaşımı da buna benzetilebilir. Yunanlar, kıtalara verilen bir hakkı bu deniz için isterken buraya komşu kıtası olmadığını akıllarından çıkarabiliyor.
Ya da örneğin Libya yasal hükümeti bir diğer ülke ile uluslararası anlaşma yapınca Yunanistan, Libya’nın büyükelçisini Atina’dan kovabiliyor. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile birlikte Yunanistan özünde AB için bir baş ağrısıdır."
2002’den bu yana sağlam ilkelerle sürdürülüyor
“Her yaptırım, eşit güç ve aksi istikamette karşı tepkiye açıktır. Yunanistan için AB veya ABD bir yaptırım da bulunursa mutlaka karşı bir yaptırım ile mukabele bulacaktır" uyarısında bulunan Ali Deniz Kutluk, bunun uygulanmaması halinde uluslararası ilişkileri düzenleyen ‘karşılıklılık' ilkesinin izlenmemiş olacağını ve bu durumun çıkar kaybına neden olacağını söyledi.
Süreci, “Türkiye, Doğu Akdeniz için yasal zeminini 2002’den beri sağlam ilkelerle ileri sürdüğü ve hukuki tescillerini de yaptırdığı bir hakkının elinden alınması girişimine karşı güç kullanıyor” cümleleriyle özetleyen Kutluk, gelecek döneme ilişkin beklentilerini şu sözlerle anlattı:
“Bu olaylardan bağımsız olarak, Türkiye’nin söz konusu bölgeye ilişkin atacağı bir geri adım haklarının kaybı anlamına gelir ki diğer hak kayıpları da onu takip edebilir. Taviz tavizi doğurur. Öte yandan Türkiye kısa siyasi açıklamalar dışında derli toplu haklarının ne olduğunu ve neden Yunan tezlerinin kayda değer olmadığını da uluslararası hukuk ve diplomatik nezaket içinde üçüncü taraflar nezdinde anlaşılabilmek adına ortaya koymalı.”
Sahada ve masada eş zamanlı hareket edilmeli
Türkiye’nin siyasetin işlemediği yerde askeri ve diğer araçlarını kullanarak sonuna kadar siyasi iradesini ve gücünü kullanacağını göstermesinin bir ‘caydırıcılık’ prensibi olduğu bilgisini paylaşan Kutluk, bu adımların amacının muhatap üzerinde algı yaratmak ve geri adım atmasını sağlamak, sağlayamazsa sağlayıncaya kadar bu iradesini sürdürmek olduğunu ifade etti.
Ankara’nın bu yolda adımlar attığını ve bunun sürdürülmesi gerektiğini kaydeden Kutluk, şöyle devam etti:
“Özüne bakılır ise Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de bir tezi, iddiası ortaya konmamış durumdadır. Mısır ile bir münhasır ekonomik bölge sınırlandırması yaptığını açıklamış ise de içeriği tam belli olmamıştır. Kaldı ki bu sözleşme onaylanmamış, BM’ye sunulmamıştır. Ama Türkiye ile yükselen gerilimde bölgeye askeri gücünü ileri sürmekten de çekinmemiştir. Bu bir fanatik, şovenist, milliyetçi adım mıdır? Yoksa hesaplı, kitaplı, planlanmış bir ön siyasi hazırlığın gürültülü-patırtılı sahnesi midir? Bunun tahlili iyi yapılmalıdır.
O halde Türkiye ‘güç ile tezlerini kerhen de olsa kabul ettirmek’ seçeneğini bu aşamada sürdürmek ve buna dair hukuki, siyasi, diplomatik adımları da derhal hızlandırmak zorunda. Bu bir Twitter savaşı seviyesine bırakılmamalı, o seviyede de mukabele yapılırken, daha üst katmanlarda da arka kapı diplomasisi dahil ataklara başlanmalı. Bu hamlelerin başlatılacağı Kahire, Tel Aviv ve Moskova’da başarılı uygulanırsa girişimin sonuç vereceği açıktır.”
Türkiye ‘üçlü bir çözüm’ için organize olmalı
“Doğu Akdeniz’de bir deniz yetki alanı çatışması sorunu var ise bunun iki ucu doğuda Kıbrıs, batıda Ege sorunlarıdır” diyen Kutluk, sözlerini şöyle tamamladı:
“Dolayısıyla üçlü bir çözüm için Türkiye güçlerini organize etmeli. Diplomatik ve bürokratik güç, akademisyen güç ile entegre edilerek çalıştırılmalı. Doğudaki Kıbrıs için 51 yıl daha müzakere edilmesinin anlamlı olmadığı görülerek iki devletli bir çözüm üzerinde birkaç ay içinde netice elde edilebilir. Bu yolla, Türki devletler ve Türkiye’nin dış yardım yaptığı devletlerden başlanarak KKTC’nin 20’den fazla devlet tarafından tanınması yönünde adım atılabilir.
Sürecin ‘batı’ ucu Ege sorunlarıdır ki burada dondurulmuş olan konular artık Türkiye’nin sadece ve sadece Lozan’da oluşan ve sonradan bozulan dengenin tekrar ihyası ile çıkış çözümü bulabilecektir. Türkiye’nin burada atacağı adımlar uluslararası anlaşmalar hukukuna uygundur ve Ankara’nın attığı imzaların zeminleri sağlamdır.
Burada Libya anlaşmasına ayrı bir parantez açmakta fayda var. Yunanlı ve Mısırlılar veya Fransızlar sevsin ya da sevmesin bu anlaşma uluslararası hukuka uygun. Şimdi fiili durumlarla bu anlaşma taraflara kazanç getirir hale getirilmeli, Libya’daki iç çatışma diplomatik bir çözüm ile sakinleştirilmeli ve kıyısal hakları Libyalılara gelir yaratacak şekilde işletilmeli. Libya’da askeri üsler elde edilmesi diğer taraftan Yunanistan’ın megalo-maksimalist adımlarını duraksatıcı etki de yaratabilecek güçtedir.”