Çok Bulutlu 5ºC Ankara
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Düzce
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kahramanmaraş
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kilis
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Şanlıurfa
  • Şırnak
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak
Gündem
TRT Haber 15.03.2022 09:29

Fırtına burnunun son bekçisi

İnceburun Feneri 1863 yılında inşa edildiğinden beri dünyada çok şey değişti. İki şey baki kaldı; fırtınalar ve fenerin aynı aileden olan bekçileri.

Türkiye’nin en kuzey ucunda yer alan ve Karadeniz’in hırçın sularında denizcilere ışık olan İnceburun Deniz Feneri, 159 yılı geride bıraktı. Fener, yapıldığı günden beri aralıksız yol göstermeye devam ediyor. 

Teknoloji, radarlar ve konum gösteren GPS’ler hayatımıza girmeden önce deniz fenerleri güvende olmanın, hayatta kalmanın ve eve sağ salim ulaşmanın yoluydu.   

Osmanlı İmparatorluğu da denizcilik alanında atılan önemli adımların nişanesi olarak Kanuni döneminden başlayarak yüzlerce deniz feneri inşa ettirdi. 

Yerleşim yerlerine uzak noktalara yapılan fenerlerin idamesi ise büyük bir sorundu. Şehir içinde olanların işletilmesi ve bakımı kolaydı. Onlardan biri olan Ahırkapı deniz feneri Sultan III. Osman zamanında, 1755’de inşa ettirildi.

Bostancı Ocağı’nın bakımını üstlendiği fenerin yağı ise yakındaki Topkapı Sarayı'ndan sağlanmaktaydı. Ama İnceburun’da ne bakım üstlenecek ocak ne de yakından yağ gönderecek bir saray vardı.

İnceburun Feneri’nde, toplumdan izole gönüllü bir yaşamı kabul eden Şaban Efendi görevlendirildi. 

Ve o görev 5 nesildir aynı ailenin işi oldu. Bugün fener Şaban Efendi’nin torunun torunu Erol Çilesiz’e emanet…

Kurgu: Furkan Balcı

Bu mesleğin son temsilcilerinden

1863’de I. Abdülaziz’in emriyle inşa ettirilen ve 3 arkadaşın bakımını üstlendiği fener, zamanla Şaban Efendi’nin yönetimine kaldı. Şaban Efendi’nin ölümü sonrası oğluna geçen fener bakıcılığı mesleğini nesillerdir Çilesiz ailesi üstleniyor.

Türkiye’de sayıları gittikçe azalan fener bekçiliği mesleğinin son temsilcilerinden biri olan Erol Çilesiz, toplumdan izole bu zorlu coğrafyada yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini TRT Haber’e anlattı.

Baba evi baba mesleği oldu

Büyük dedesi, dedesi, amcaları ve babasının ardından bekçilik görevini devralan Erol Çilesiz, 25 yıldır eşi Makbule Çilesiz’le beraber bu mesleği sürdürüyor.

“1998’den beri bu fenerde hizmet vermekteyim. Fenerin ilk kurulduğu yıllarda Şaban dedem ile 2 arkadaşı bekçilik yapmış. Tabi o dönemde gaz ile çalışan saat başı kurmalı sistem vardı. Daha sonra asetilen sistemine geçilmesiyle Şaban dedem görevi tek başına devraldı. Benden öncede 33 yıl bir fiil babam görev yaptı. Ondan sonrasında da bu mesleği ben devraldım.”

Fırtına burnunun son bekçisi

“Bu fenerin 6. kuşağı da görmesini umuyorum”

Kıyı Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı olan deniz fenerlerin de bakım amaçlı yaşayan aileler olsa da bunların sayısı gün geçtikçe azalıyor. Fenerlere bekçilerin atanma oranları her geçen gün azalırken İnceburun Feneri’nde de kuşaklardır devam eden baba mesleği Erol Çilesiz’le son bulabilir. Ömrünü burada geçiren Çilesiz, babadan oğula geçen bekçilik mesleğinin devam etmesini istiyor.

Bir oğlum var. Babasının mesleğini devralmak istiyor, tıpkı benim gibi. Ömür nasip olursa oğlumun da buranın başına geçtiğini görmek isterim. Bu fenerin 6. kuşağı da görmesini umuyorum.”

Türkiye’nin en uç noktasında yer alan İnceburun Feneri, volkanik lavların zamanla aşınmasıyla oluşan zorlu ve eşsiz bir coğrafya ya sahip. Karadeniz’in içine açılan sivri bir kayaya kurulu fenerin bulunduğu bölgede yılın 12 ayında rüzgâr eksik olmuyor.

Şehir merkezine uzaklığıyla da birçok olanaktan mahrum kalan bölgede yolların iyileştirilmesiyle bu zorluklar aşılsa da önceki nesiller bu kadar şanslı değildi.

Çilesiz, ne yolu ne izi olan bu ücra bölgede görevini yürütürken çok sıkıntı çekmiş.

“Şu anki ulaşım şartlarında herhangi bir sorun yok ama eskiden böyle değildi tabi. Feneri şehre bağlayan yol yapılalı daha 10, 15 sene oldu. Daha öncesinde traktörler bile zor gidiyordu bu yollarda. Yağmurda, çamurda ve karda buradan çıkmak imkansızdı. Başka araçların gelmesine de olanak yoktu. O zamanda ihtiyaçlarımızı zor zanaat karşılıyorduk. Dedemler eşeklerle atlarla şehre inerlerdi. Tabi o günler eskide kaldı.”

Fırtına burnunun son bekçisi

Evin “dördüncü çocuğu” Pati

Hala birçok olanaktan mahrum olan yöre de zorlu hayat koşulları her gün aynı rutinle sürüyor.

Güneşin ilk ışıklarıyla başlayan evin işleri Çilesiz ailesinin “dördüncü çocuğumuz” dediği Pati’nin de dahil olmasıyla renkleniyor.

“Burada günlük yaşantımız yorucu ve zor. Sabah katlığımızda büyük baş hayvanlarımız, tavuklarımız, güvercinlerimiz var onları besliyoruz. Fırtına sonrası ya da günlük rutinimiz olan genel fener bakımını yapıyoruz. 8 kilometre uzaklıktan yazın 3 günde bir su getiriyorum. Biz bile hala tankerle su getirirken eskiler atlarla derelerden su taşırlarmış. Ben küçükken bir de sarnıcımız vardı. Onunla yağmur suyunu toplayıp kullanırdık. Su bizim yaşantımızın en zor kısımlarından. Burada doğal gaz sistemi de olmadığından her sene odunumuzu kendimiz kırıyoruz. Isınmamızı soba yakarak sağlıyoruz. Burada çöp konteynırı da olmadığından evsel atıkları hayvanlara veriyoruz. Kağıtları sobada yakıyoruz. Diğerlerini ise şehre indiğimde çöpe atmak için yanımda götürüyorum. Pati adında bir köpeğimiz var. Çocuğumuz gibi her yere bizimle geliyor. Onunla burada vaktimiz geçiyor.

Ayrıca her sene fenerin dış bakımını yapıyoruz. Hava şartları yıpratıcı ve binada eski olduğundan bu bakımları aksatmıyoruz. Gemilerde kullanılan en dayanıklı boya ile dışını boyuyoruz. Ama buranın iklimine dayanır mı? Rutubet, yağmur ve rüzgârda sürekli aşınıyor. Bir senede eski haline geri dönüyor. Yaşamımız burada böyle sürüyor.”

“Eşin dostun yanında kalarak çocuklarımızı okutabildik”

İlk yıllarında gaz yağı ile çalışan fener, 1987’de elektrik ile birlikte otomatik sisteme geçmiş.

Karadeniz’deki gemilerin güvenliği için önemli noktadan biri olan İnceburun Feneri’nin Osmanlı döneminde de önemi büyüktü. Osmanlı kanunlarına göre fenerin bir gece yakılmamasının cezası idamdı.

Uçsuz bucaksız denizlerde gece gündüz demeden yol alan balıkçıların nirengi noktası İnceburun Feneri’nin ışıkları, 18 deniz mili uzaklığına kadar erişebiliyor.

Bir fenerde yaşıyor olmak pek çok imkândan mahrum bırakabiliyor. Erol Çilesiz bu imkansızlıkların üstesinden gelebilmek için çok uğraşmış.

“3 çocuğum var. Şehirden 30 kilometre uzaklıkta olduğumuz için çocuklarımızın eğitimi de oldukça zordu. Taşımalı sistem burayı kapsamadığı ve yatılı okul da çevrede olmadığı için hafta içi akrabalarda kaldılar. Hafta sonu yanımızda gelerek zor zanaat okuttuk çocuklarımızı. Eşin dostun yanında kalarak ilk okulu anca bitirebildiler. İlerisini şartlar nedeniyle okutamadık maalesef.”

Fırtına burnunun son bekçisi

Titanik’in kaptanı gibi tayfası olan feneri terk etmedi

Erol Çilesiz, İnceburun Feneri’nde zorlu zamanlar da yaşamış. Toros-1 akaryakıt tankerinin yanmasını unutamıyor.

“Başımıza seneler önce büyük bir olay gelmişti. 1976’da Toros 1 adlı akaryakıt tankeri açıkta yanmaya başlamıştı. Tabi ben o zamanlar daha çocuğum. Yanan gemi yan taraftaki koya boydan boya saplanmıştı. Buranın coğrafi konum ve manyetik alanından dolayı birkaç saat sonra anca telefonla yetkililere ulaşabildik. Başımıza gelen büyük olaylardan biriydi. Nedeni bilinmezdir burada birçok denizci cihazı da çalışmıyor. 10 km ileri gidin çalışır ama burada çalışmaz. Nedenini yetkililerde çözemedi.

Buranın fırtınası hiç bitmez. Hatta bir sene yine büyük bir fırtına yaşadık, eşim dedi ‘arabamıza binip gidelim. Ormana çıkalım yoksa buradan öleceğiz.’ Denizin dalgaları fenerin lambasına ulaşıyordu ama ben hayır dedim. Ben görev yerimi terk etmem. Anlıma ne yazılmışsa o. Vademi tamamladıysam ormanda başıma ağaç düşer orada ölürüm. O yüzden terk etmedim feneri. Bir de en son 30 Kasım 2021’de bir fırtına yaşadık. Ben 57 yaşımdayım ömrümde böyle fırtına görmedim. Yer yerinden oynadı. Çatılar uçtu. Fırtına her şeyi birbirine kattı. Hasarı kendi imkanlarımızla geçici olarak karşıladık. Ömür biter buranın fırtınası bitmez.”

Sıradaki Haber
Kabine bugün Beştepe'de toplanıyor
Yükleniyor lütfen bekleyiniz