İhtiyacımız olan platform, silah ya da sisteme istediğimiz anda ulaşamamamız Türk savunma sanayiinde sıkça konuşulan meselelerden biri olmuştur. Parasını verip dahi alamadıklarımız, parasıyla aldığımız ancak bir türlü istediğimiz faydayı sağlayamadıklarımız, parasını ödememize rağmen teslim alamadığımız savunma sanayii örnekleri pek de az sayılmaz.
Bu noktada en çok bilinenlerden biri de hiç şüphesiz yerli/milli insansız hava araçları. Bayraktar TB2 ve ANKA platformlarının geldiği başarılı noktada ABD ve İsrail’in o dönemde bize bir türlü vermek istemediği S/İHA’ların etkisi oldukça fazla.
Türkiye 2000’li yıllarda başvurdu
Uçan kanat tasarımıyla bugüne kadar sahip olduğumuz insansız hava araçlarından çok farklı görünen ve ilk kez geçtiğimiz günlerde görücüye çıkan ANKA-3’ün de benzer bir hikayesi var.
ANKA-3’ün Türk savunma sanayii için ne anlama geldiğine geçmeden önce bu süreçten kısaca bahsetmek gerek. Aslında Ankara, 2000’li yılların başından itibaren geleceğin hava araçlarına yönelik adımlar atmak istedi. Bu kapsamda kapısı çalınan ilk projelerden biri NEURON İnsansız Hava Muharebe Aracı (UCAV) Programı oldu.
Bu proje temel olarak, uluslararası işbirliği ile geliştirilen deneysel bir insansız savaş hava aracının üretimini kapsıyordu. Projeye dahil olan ülkeler arasında Fransa, Yunanistan, İtalya, İspanya, İsveç ve İsviçre vardı. Amaç orta-yüksek tehdit savaş bölgelerinde çalışabilen görünürlüğü çok düşük otonom bir S/İHA oluşturmaktı.
O dönemde projeye katılmak isteyen Ankara’nın 2005 yılındaki resmi başvurusu Fransa tarafından reddedilmişti. Gerekçe olarak, sanayi ekibinin oluşturulduğu, sanayi ortakları arasında iş paylaşımının yapıldığı ve yeni bir ortağın ancak NEURON UCAV’nın ilk test uçuşunun yapılması sonrası alınabileceği belirtildi.
Masadaki takvime göre ilk uçuş 2011’de yapılacaktı ve bu da Türkiye’nin bu alanda hiçbir şey yapmadan 6 yıl beklemesi anlamına geliyordu.
Yaşananları yakından takip eden isimlere göre Fransa’nın bu kararında Yunanistan etkili olmuştu ve Atina yönetimi Türkiye’nin söz konusu projeye dahil edilmemesi konusunda ciddi bir lobi faaliyetinde bulunmuştu.
Kötü komşu ANKA-3 sahibi yaptı
Tüm bu sürecin ardından Türkiye bu alanda da çalışmalara başladı. Her ne kadar ANKA-3 biraz sürpriz sayılsa da aslında süreci bilenler için durum pek de öyle değil. Konuya hakim bir kaynakla ANKA-3’ü konuşmak için bir araya geldiğimizde bizi Aralık 2015’e götürüyor… O tarihte paylaşılan bir slaytta zaten ANKA-3’ün mevcut haline çok yakın bir görselin kullanıldığını öğreniyoruz.
ANKA-3’ün en dikkat çekici özelliği tabi ki ‘uçan kanat’ olarak adlandırılan bir formda olması. Uçan kanat; kuyruksuz, sabit kanatlı motorlu hava araçlarına verilen genel bir isim. Aslında çok ciddi avantajları beraberinde getirse de bu tasarımda bir hava aracı üretebilmeniz için ciddi meydan okumaları da aşmanız gerekiyor.
Burada bir parantez açalım ve Türkiye’nin ‘uçan kanat’ tasarımını ilk ve son kez 1948 yılında Yavuz Kansu imzalı THK-13 isimli uçakta denediği bilgisini paylaşalım. O zaman Türkiye’nin elindeki imkan ve kabiliyetler kısıtlı olduğu için bu proje rafa kalkmış.
Çünkü uçan kanatlar için en büyük zorluk platformun kontrol edilebilmesi. Herhangi bir dikey eksenli aksam ya da dikey yüzey olmaması nedeniyle bu uçaklar ‘kararsız ve kontrol edilebilmesi çok güç’ olarak kabul ediliyor. Uçan kanat bir platformda görev icra edebilmek için gelişmiş teknoloji ve algoritmalara ihtiyaç var. Aslında Türkiye söz konusu projeyle bir nevi küresel rakiplerine de sahip olduğu teknolojilerle ilgili meydan okuyor.
Türk mühendislerin marka işlerinden biri
Savunma sanayii sektörünü yakından takip eden uzmanların üzerinde hemfikir olduğu konuların başında ANKA-3’ün mühendislik ve işçilik açısından son derece iyi göründüğü gerçeği var. Tabi burada Türkiye’nin hem F-35 uçaklarının üretim sürecinden hem de Milli Muharip Uçak projesinin gelişim aşamalarından elde ettiği birikimler öne çıkıyor.
Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanı Prof. Dr. İsmail Demir’in ANKA-3 ile Hürjet’in uçuş tarihleri için Nisan 2023’ü işaret ettiğini hatırlatalım ve devam edelim. Eğer ANKA-3’ün ilk uçuşu ve testleri başarıyla tamamlanırsa Türkiye son derece önemli bir güç çarpanı kazanmış olacak. ANKA-3 jet motoru ve hızıyla, yüksek yük taşıma kapasitesi, radarda neredeyse görünmeyen kuyruksuz yapısıyla İHA alanında yeni bir sayfa açacak.
Konuya hakim kaynağın üzerinde durduğu bir diğer önemli konuysa ‘Loyal Wingman’ oluyor. Türkçeye ‘sadık kanat adamı ya da sadık yoldaş’ olarak çevriliyor. Bu konseptte; insanlı ve insansız savaş uçakları aynı kolda birlikte uçuyor. Eğer çok yüksek riskli bir görev varsa pilot kendiyle birlikte uçan insansız hava uçaklarını o hedefe yönlendiriyor. Aynı zamanda insanlı bir uçak olmadan da insansız savaş uçakları kendileri bir kol halinde görev icra edebiliyor.
ANKA-3 ve MMU’nun aynı çatı altından çıkıyor olması birbirleriyle ‘Loyal Wingman’ konseptinde uçabilmelerinin de önünü açıyor. Haliyle MMU-ANKA-3 ikilisi Türk Silahlı Kuvvetleri için ‘son derece ölümcül bir ikili’ tanımlamasını fazlasıyla hak ediyor.
Çok geniş bir yelpazede mühimmat kullanabilecek
ANKA-3, Türkiye’nin bugüne kadar ürettiği en stratejik platformlardan biri. Teknik özelliklerinin bir kısmı açıklansa da en çok merak edilen sorulara yanıt bulabilmek için biraz daha beklemek gerekiyor.
Eldeki verilerle söz konusu platformun azami kalkış ağırlığının 6,5 ton, faydalı yük kapasitesinin 1.200 kilogram olduğunu belirtelim. Servis irtifasının 40 bin feet olması beklenen ANKA-3’ün yaklaşık 10 saat havada kalabilmesi planlanıyor.
Seyir hızının 250, azami hızınınsa 425 knot olduğu gibi detayları da paylaşalım.
Bilindiği üzere yerli platformlarla ilgili tartışmaların en çok döndüğü yerlerden biri de motorlar. ANKA-3’ün nisandaki ilk uçuşunu hangi motorla yapacağı bilgisi net değil. Ancak konuştuğumuz bir kaynak, eldeki verilerden yola çıkarak ANKA-3’ün üzerinde Ukrayna motoru olma ihtimalinin son derece yüksek olduğuna işaret ediyor.
Peki ya yerli motor? TEI tarafından geliştirme/prototip üretim çalışmaları devam eden TF-6000 Turbofan motorunun önümüzdeki yıllarda göreve hazır hale gelmesi ve 2030 yılına kadar ANKA-3 üzerinde hizmete girmesi bekleniyor.
ANKA-3’ün faydalı yük kapasitesi 1.200 kilogram. Bu da onun çok farklı yerli/milli mühimmatları gövdesinde taşıyabileceğine işaret ediyor. Haliyle geniş bir yelpazede hava/yer, hava/hava mühimmatlarını ANKA-3’ün üzerinde görmek bizi şaşırtmayacak. Projeye hakim kaynağın aktardığına göre gelecek dönemlerde ANKA-3 gövde altındaki iç silah istasyonlarında da mühimmat taşıyabilecek ve bu onu daha da ‘ölümcül’ hale getirecek.