Futbolu yakından takip eden isimlerin neredeyse 30 yıldan bu yana belirli aralıklarla duydukları bir düşünceydi Avrupa Süper Kupası... Kimi zaman mali şartlar kimi zaman FİFA ve UEFA gibi kurumlardan gelen baskılar nedeniyle bu fikir hep ötelendi.
Ancak geçtiğimiz günlerde gece yarısı yapılan bir duyuru, fikrin ilk kez bu kadar somut bir hale kavuşmasının önünü açtı ve Avrupa Süper Ligi’nin 3 ülkeden 12 takımla resmen kurulduğu açıklandı.
Ardından futbolda bir nevi ‘kıyamet koptu’ ve açıklamalar art arda geldi. Daha kuruluş imzasının mürekkebi kurumadan Manchester City, Manchester United, Arsenal, Chelsea, Tottenham, Liverpool ve Milan organizasyondan çekilme kararı aldı.
İlk günden bu yana hem kimin ne söylediği hem de hem de sistemin nasıl işleyeceği sıkça haber yapıldı. Bu nedenle biz futbolun biraz dışına çıkalım ve Avrupa Süper Ligi’nin siyaset ve ekonomi cephesinde nasıl göründüğü kısmına odaklanalım.
Küçük takımlar gereksiz mi?
Madalyonun siyaset tarafını çevirmeden önce kısa ekonomi boyutuna bakmakta fayda var… Hemen herkesin bildiği üzere futbol, bugün geldiği nokta itibarıyla yüzlerce milyar euro ile ifade edilen dev bir ekonomi.
Sadece kıta Avrupası'nda futbolun ulaştığı mali boyut 30 milyar euro. Ligin kurulma gerekçesi böylesine büyük bir pastanın paylaşımıyla doğrudan bağlantılı.
Real Madrid, Barcelona, Juventus ve Manchester United gibi takımlar Avrupa’da futbolu kendilerinin sırtladığı iddiasıyla çok daha yüksek bütçeli katkılar almak istiyor. UEFA ise bu gelirin dar bütçeli takımlara da aktarılarak, rekabet ortamının artırılması gerektiği konusunda ısrarcı. Ancak gelinen noktada UEFA bu hedefin ne kadarını başardığı da ayrı bir tartışma konusu.
Koronavirüs dönüm noktası oldu
Burada temel bir soruya yanıt vermek gerekiyor… Avrupa’da liglerin ortası oynanıyorken, Şampiyonlar Ligi’nde final çok yakınken bu adım neden şimdi atıldı?
Koronavirüs dünyanın dört bir yanında çok sayıda sektörü etkilediği gibi dev bir endüstri olan futbolu da ciddi bir krize sürükledi. Sadece seyircisiz oynanan maçlar üzerinden bu durumu değerlendirmek dar çerçevede bir bakış olur. Futbolun iletişim, gıda, teknoloji, inşaat, giyim, finans, sağlık ve benzer çok sayıda endüstride faaliyet gösteren firmalarla dirsek teması düşünüldüğünde pandemi döneminde bu kanallardan gelen paranın azalması en önemli çıkış noktalarından birini oluşturuyor.
Futbol yüzünden ülkelerin ilişkileri etkilenir mi?
Yeni bir lig kurulması sürecinde ilk günlerde kulüp başkanları ve UEFA-FIFA gibi kurumlardan açıklamaları dinliyorduk. Ancak çok kısa bir sürede ABD’nin en büyük bankasının destek açıklamasını, Avrupa Birliği’nin ‘oynatmayız’ demeçlerini okuduk.
Tabiİ bu durum bize Avrupa Süper Ligi’nin kurulması ve uluslararası ilişkiler arasındaki ilginç ve bir o kadar da derin bağı bir kez daha hatırlattı.
Sürecin siyasi bağlamına bakmak için öncelikle Real Madrid Başkanı ve Avrupa Süper Ligi'nin ilk başkanı Florentino Perez ve yeni lige katılan kimi kulüplerin sahiplerine bakmakta fayda var.
Örneğin Perez İspanya’nın en zengin 11'inci kişisi ve sahip olduğu inşaat şirketi dünyanın dört bir yanında çok önemli işlere imza atıyor.
Juventus’un başındaki Andrea Agnelli ise Fiat, Ferrari ve The Economist gibi 100’e yakın markaya hükmeden dev bir isim. Ailenin İtalyan siyasetçilerle çok sıkı bir bağı var.
Manchester United Başkanı ise Forbes tarafından belirlenen en zengin ABD’liler listesinin üst sıralarında yer alan Avram Glazer. Glazer ailesi de milyarlarca dolarlık bir bütçeye sahip.
Barcelona’dan Chelsea’ye Liverpool’dan Milan’a kadar diğer dev kulüpleri ve arkalarındaki yatırımcıları düşününce tablo daha net anlaşıyor; Avrupa Süper Ligi henüz kuruluş aşamasında dahi çok ciddi bir ekonomik güce ve siyasi nüfuza sahip.
ABD-AB arasında gerilim olur mu?
Yaşananların uluslararası ilişkiler üzerinden etkilerine bir de yeni ligin finansmanı üzerinden değinmek gerekiyor. ABD’nin en büyük yatırım bankası olan JP Morgan, Avrupa Süper Ligi’ne 4 milyar euro destek vereceğini açıkladı. Bu durum kıta Avrupası'nda “ABD tarafından müdahale” olarak algılandı.
ABD’den gelen bu desteğe kadar genellikle FİFA-UEFA ve kulüp başkanları düzeyinde ilerleyen süreç siyasilerin de topa girmesiyle bir anda farklı bir yere evrildi.
Avrupa Parlamentosu da yaşananlar karşısında sessiz kalmadı ve bu ligin spor yasalarını ihlal edeceğini, bu nedenle Avrupa'da oynanamayacağını bildirdi.
24 saatte darmadağın
Son olarak İngiltere Başbakanı Boris Johnson da kameralar karşısına geçti. “Hükümetimiz, Avrupa Süper Ligi projesini bitirecek. Bu konuda kararlıyız ve bu kararlığımızı herkes görecek" ifadelerini kullanan Johnson, İngiltere sınırları içerisinde Avrupa Süper Ligi maçının oynanmasını yasaklayacağını açıkladı.
Herkes neler olacak diye beklerken milyarca euro'luk organizasyona en güçlü tepki taraftarlardan geldi. İlk başlarda cılız sesler olarak algılansa da bu durum bir kar topu gibi büyüdü. Antrenman için tesislere giden otobüslerin önü kesildi, İngiltere’de stadyum önünde oturma eylemleri düzenledi, İtalya’da statta yer alan destek pankartları söküldü.
Meşin yuvarlağın anavatanı İngiltere, Başbakan düzeyinde yaptığı açıklama ve futbolun ‘gerçek sahipleri taraftarlarının baskısıyla belki de bu oyunun ‘ikinci kez’ doğumuna da ev sahipliği yaptı.
Gelinen noktada sadece futbolu ilgilendiriyor gibi duran Avrupa Süper Ligi, ABD’li bankaların, Avrupa Parlamentosunun, İngiltere Başbakanı’nın ve dünyanın en büyük yatırımcılarının başrolde olduğu ekonomik-siyasi kriz halini aldı. Ancak şimdilik son sözü ‘taraftar’ söyledi. Simon Kuper’in 1994 yılında dediği gibi; futbol asla sadece futbol değil…