Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz aylarda İsrail ile yeniden bir sürecin başlayıp başlamayacağı konusunda iki ülkenin istihbarat örgütlerinin görüştüğünü açıklamış ve bu demeç gündemde önemli bir yer tutmuştu.
Ardından hem Türkiye hem de İsrail tarafından ‘diyalog’ mesajları geldi. Ocak 2022'de iki ülkenin dışişleri bakanları 13 yıl aradan sonra ilk kez telefonda görüştü.
Sürecin daha üst bir noktaya taşınıp taşınamayacağı merak edilirken, nihayetinde İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'un önümüzdeki ay Türkiye'ye bir ziyaret gerçekleştireceği duyuruldu.
Bu adımlar, çok uzun yıllardır ‘dibi gören’ iki ülke ilişkilerinin yeniden tamiri için büyük bir umut ışığı görülse de sonucu şimdiden söylemek bir hayli güç. Çünkü Türkiye ve İsrail’in on yıldan fazla bir süredir ‘derin dondurucuda bekleyen’ ilişkilerini yeniden ne kadar ısıtabilecekleri büyük bir soru işareti.
Yeni sürece uyum sağlamak istiyorlar
Siyasal Analist ve Araştırmacı Dr. Gökhan Çınkara’ya göre iki ülke arasındaki yakınlaşmayı bölgesel jeopolitik üzerinden okumak gerekli… Bu durumu en kısa ve anlaşılabilir haliyle “Her iki ülkenin de yeni sürece uyum sağlama çabası olarak görebiliriz” diye özetliyor Çınkara.
Yeni sürecin esasında Arap Baharı sonrası oluşan yeni bir mutabakatı ifade ettiğinin altını çiziyor ve “Şimdi her iki ülke de bölgesel anlaşmazlıkları diplomatik yollarla seyreltme ve yönetilebilir kılma çabasında.” diyor.
Her iki ülke için de ‘İran’ önemli
Peki, Türkiye ve İsrail arasında anlaşmazlıkların bu tür diplomatik adımlarla bir anda sona ermesi mümkün mü? “Hayır” yanıtıyla başlıyor anlatmaya Çınkaya ve devam ediyor:
“Süreç liderler diplomasisi ile ivme kazansa da rasyonelleştirilmesi ve kurumsallaştırılması zaman alabilir. Bu dönem içerisinde iki ülkenin birbirlerine karşı atacağı adımlar veya sürecin onları götüreceği yeni pozisyonları da takip etmek gerekiyor.
İsrail'in iç siyaseti görece kontrol altında ve istikrar kazanmışa benziyor. Zaman zaman gel-gitler olsa veya farklı siyasi kamplardan meydan okumalar yaşansa da… Zaten politik düzen içinde biraz da istikrarsızlık ve hararet barındırır. Bence temel güdü ‘ortak çıkar’ ve ‘ortak endişe’ noktasında kitleniyor. O da şimdilik temel gündemin İran olduğunu düşündürüyor.”
Diğer başkentler bu yakınlaşmayı nasıl okur?
Türkiye ile İsrail ortaklığının kan kaybetmeye başladığı yıllar ile Körfez ülkelerinin kendi bölgelerinin dışında da daha ‘görünür’ olmaları aslında benzer tarihlere denk geliyor.
Haliyle Ankara ile Tel Aviv’in yeniden yakınlaşmasının başta Mısır olmak üzere hem körfez ülkeleri hem de diğer aktörler için ne anlama geldiğini merak ediyoruz…
Türkiye-İsrail ilişkilerinin Mısır açısından ‘yakından takip edilmesi gereken diplomatik bir sıcak nokta’ olduğuna işaret ediyor Gökhan Çınkara.
“Çünkü Mısır, Doğu Akdeniz ve Arap dünyasında ulaşabildiği araçlarla kaldıraç etkisini devam ettirmek istiyor. Bu Arap Baharı sonrası zorlaştı. Mısır'ı eskisi gibi bölgesel gelişmelerde başat rol oynayan bir ülke olarak göremiyoruz” değerlendirmesinde bulunuyor.
Çınkara, bunun biraz da güç merkezinin değişmesiyle de ilintili olduğunun altını çizdikten sonra sözlerini şöyle tamamlıyor:
“Körfez ülkeleri şu an daha geniş ve stratejik inisiyatifler alıyor. Coğrafi ve askeri kapasiteleri sınırlı olsa da bu adımları ekonomik güçle çarpan etkisi yaratabiliyor. Lübnan, Mısır veya Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin Türkiye-İsrail ilişkilerinde ana etmen aktörler olarak değerlendirebileceğini düşünmüyorum.
Mısır'ın İsrail ile ilişki kuran Arap ülke olma misyonunun İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri arasında imzalanan İbrahimi Anlaşmaları nedeniyle aşındığını da eklemek gerekir. Aktörel çeşitlenme ülkelerin belirleyici olma vasfını düşürüyor.”