Dünya Savaşı bitmiş, yenik tarafta yer alan Osmanlı Devleti ateşkes istemişti. Silah bırakılmasının ardından galip devletler İstanbul’a girdi. Onların baskısıyla, 21 Aralık 1918 tarihinde Padişah Vahdettin meclisi feshetmek zorunda kaldı.
Mütareke döneminde Anadolu'nun, en önemli taleplerinden biri de meclisin açılmasıydı. Amasya Tamimi’nde, Erzurum’daki bölgesel kongrede ve Sivas Milli Kongresi’nde bu konu açıkça beyan edilmişti. 1919 Eylül’ünde Damat Ferit hükümeti düştükten sonra, yeni hükümet Anadolu ile görüşmeye başladı. Hatta, Bahriye Nazırı Salih Paşa ile Temsil heyeti Başkanı Mustafa Kemal Paşa Amasya’da buluştu. Bu görüşme, İstanbul’un Anadolu Hareketi’ni tanıdığı anlamına geliyordu. Taraflar meclisin açılması konusunda anlaştılar. Ancak, mebusların nerede toplanacağını belirlemek zaman aldı. Sonunda meclisin başkentte, yani İstanbul’da toplanacağı ilan edildi, seçim süreci başlatıldı.
Son Osmanlı Mebuslar Meclisi 12 Ocak’ta toplandı. Ana hatları Ankara’daki karargahta hazırlanan ve son hali İstanbul’da düzenlenen Misak-ı Milli’yi kabul eden meclis, 16 Mart’ta İstanbul’un işgal edilmesi üzerine kapatıldı. Meclisteki Kuvayı Milliyecilerin önde gelenleri arasında bulunan Rauf Bey, Vasıf Bey ve bazı mebuslar tutuklandı. İşgalden sonra artık esir düşen padişahtan ve hükümetten hiçbir şey beklenemezdi. Milli Mücadele’de yeni bir dönem başlıyordu…
Anadolu hazır mıydı?
Biraz geriye gidelim. Milli Mücadele önderleri bu olasılığı çok önceden öngörmüştü.
1919 yılı Kasım ayında Sivas’ta tarihi bir toplantı yapılmıştı. (Amasya Buluşmasından hemen sonra) Temsil heyeti üyeleri ve komutanların katıldığı bu toplantıda, Meclisin nerede açılacağı konuşulmuş ve bu yönde kararlar alınmıştı. Mustafa Kemal, en başından bu yana meclisin Anadolu’da toplanması gerektiğini belirtiyordu. Ancak, meclisin İstanbul’da bulunması gerektiği fikri ağır basmıştı. 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgal edilmesi ve meclisin kapatılması üzerine, Heyeti Temsiliye, işte o toplantıda aldığı kararların gereğini yapmak üzere harekete geçti.
Meclis-i Milli’nin acele Ankara’da toplanmasına karar verildi. 19 Mart’ta bu karar dört yana duyuruldu. Fevkalade yetkilere sahip bir meclisin toplanması, kurtuluş yolunda bir zorunluluktu. Vilayetlerden temsilciler seçilecek, ayrıca İstanbul’dan kaçabilen mebuslar da Ankara’da toplanacak meclise katılabileceklerdi.
İstanbul’dan Ankara’ya doğru yola çıkanlar, Milli Mücadele’nin öncülerinden olan Ali Fuat Paşa tarafından Geyve’de karşılanıyor, trenlerle, emniyet içinde Ankara’ya yollanıyordu.
Galip devletler ne düşünüyordu ?
Tam da o günlerde İtalya’daki San Remo şehrinde uluslar arası bir konferans toplanıyordu. İngiltere Başbakanı Lloyd Georg, Fransa Başbakanı Millerand, İtalya Başbakanı Francesco Nitti ile Yunanistan, Japonya ve Belçika temsilcilerinin katıldığı toplantının konusu Osmanlı Devleti'ydi. Kimin nereye konacağı, Osmanlı’nın nasıl parçalanacağı tartışılıyordu. Bir anlamda, yenilmiş Türklere dayatılacak sulh anlaşmasının son şekli tasarlanıyordu.
Ankara’da durum nasıldı?
Ankara eski bir kentti. Bütün Anadolu gibi, yorgun, aç ve fakirdi. Kayalıklar üzerine kurulmuş eski evler, bataklıklar ve çorak tarlalarla çevriliydi. Ancak inançlı bir milli ruh şehre hakimdi.
Meclisin toplanması için İttihat ve Terakki Fırkası tarafından yaptırılan Numune mektebi seçilmişti. İttihatçıların kulübü olarak bilinen yapının pek çok eksiği vardı. Oysa Ankara’da mebusların kalabileceği yeteri kadar yer dahi yoktu. Konaklamaları için muallim mektebi hazırlanmıştı. Ayrıca Taş Han da vardı. Ancak parası olan için…
Ayrıca, Anadolu hareketine karşı yer yer isyanlar başlamıştı. İstanbul hükumetinin kışkırttığı Ahmet Anzavur Balıkesir civarında yeniden harekete geçmişti. Kuvayı inzibatıyi isimli bir askeri birlik İzmit civarından ilerlemeye başlamış, Düzce ve Adapazarı kanlı bir ayaklanma ile yayılma tehlikesi gösteriyordu. Meclis'in açılışından daha birkaç gün evvel, Karargahtepe yakınlarında silah sesleri duyulmuştu. Büyük komutanlar dahi ellerinde mavzerlerle nöbet yerlerini dolaşıyordu.
Çukurova, Antep, Maraş ve Urfa Fransız askerleri ve Ermeni milislerine karşı canını korumaya çalışıyordu.
Meclisin adı ne olacaktı ?
Meclisin adının ne olacağı, Ankara’da ve temsil heyeti ile komutanlar arasında uzun uzun tartışılmıştı. Zira, fevkalade yetkilere sahip bir parlamento oluşacaktı. işgal altındaki İstanbul artık Anadolu tarafından tanınmıyordu. Misak-ı Milli ve Sivas Kongresi kararları gereğince, milletin iradesi amildi ve milletin kendi kendini yönetebileceği gösterilmek isteniyordu. Bu nedenle Meclis'in ismi ve yetkileri çok nazik bir konuydu. “Kurucu Meclis “ ismi pek taraftar bulmadı. Hamdullah Suphi Bey, “ Kurultay “ önerisinde bulundu, Celalettin Arif Bey, "Meclis-i Kebir-i Milli" dedi. Fevkalade yetkilere sahip olan Meclis bütün kuvvetleri elinde bulunduracaktı. Her şeyin geçici olduğunu göstermek için bakanlar kurulu üyelerine “nazır “ değil, “vekil” denecekti. Ancak isim konusunda henüz bir sonuç alınamamıştı.
Öte yandan, açılış için başlangıçta 22 Nisan Perşembe günü tespit edilmişti. Ancak, İstanbul’daki bazı siyasi çevreler, Ankara’da toplananlar hakkında türlü iftiralar yaymaktaydı. Bu nedenle, açılış töreninin Cuma günü yapılması uygun görüldü.
Heyeti Temsiliye, yayınladığı 5 maddelik bir bildiri ile meclisin ne zaman toplanacağını, tören için nerelerin ziyaret edileceğini ve neler yapılacağını halka duyurdu. Meclisin adı henüz konmamıştı…
Meclis nasıl açıldı ?
O gün, yani 23 Nisan 1920 günü Ankara’nın muhteşem günlerinden birisi oldu.
Gazeteci Yunus Nadi, o günü şu ifadeler ile anlattı:
“Daha sabahtan herkes en büyük bir bayrama katılmak için evlerinden çıkmış, herkes allı güllü en güzel elbiselerini giyerek, Hacı Bayram Camii ile Meclisin toplanacağı bina arasındaki bütün cadde ve sokakları doldurmuştu. Arsalarda ve damların tepelerinde insanlar vardı. Yerli, yabancı bütün Ankara bu muhit içine sıkışmaya çalışıyor, fakat yer olmadığı için taşıyor, taşıyordu. Camide bile erkenden yer almaya acele edenler çok olmuştu. Öyle ki Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına yer bulmak için çok güçlük çekildi.“
Cuma hutbesinde vatanın kurtuluşu için dua edildikten sonra, önde din adamları, ellerinde ayetlerin yazılı olduğu bayraklarla ilerlemeye başladı. Mebuslar onları takip ederek meclis binasına doğru gitmeye çalışıyordu. Aslında dalga dalga ilerleyen bir kalabalık söz konusuydu.
Birkaç gün evvel, Batı cephesinden Ankara’ya getirilen Üsteğmen Şerif Bey komutasındaki bir bölük süvari, o mahşeri kalabalığın içinde, yolun iki yanında kılıçlarını çekmiş şekilde mebusları selamlıyordu.
Saat 2 sularıydı. Günlerdir Kur’an’ı hatim eden hocalar, son kısmı, meclis kapısında okudular. Bu arada kurbanlar kesiliyordu. Bahçe kapısının önünde bir başka din adamı, Türkçe dualar ederken görülmemiş kalabalık bir ağızdan “amin” diyordu.
Parlamento binası hazır mıydı ?
Zamanının öne çıkan yapılarından biriydi. İstasyondan Karaoğlan çarşısına giden yokuşun sonunda yükseliyordu. Yapının her iki tarafında birer giriş kapısı bulunuyordu. Yüksek tavanlı binanın içinde birkaç küçük oda ve bir salon bulunuyordu. Aslında Meclis binasının kimi eksikleri vardı. Örneğin çatısı akıyordu. Yeteri kadar sandalye bile yoktu. Mebuslar için okul sıraları yerleştirilmişti. Çatıda yeterli kiremit de yoktu. Olanları da Ankaralıların evlerinden sökülüp getirilenlerdi. Öyle ki Yukarı Yüz denilen kale civarındaki mahallede, her evin çatısında eksik kiremitlerin boşluğu göze çarpıyordu.
Kürsü Kastamonu’dan getirilmişti ve hediyeydi. Üzeri bayraklarla kaplanmıştı. Tavana asılan lambalar ve orta yere kurulan soba dikkat çekiyordu.
Toplantı nasıl başladı ?
Kutsal emanetlerin de kucaklarda tutulduğu kalabalık içinde, hatimler bitip, dualar edildikten sonra, Mustafa Kemal Paşa meydana yakın taraftaki kapıdan içeri girdi. Sola dönüp koridorda biraz ilerledikten sonra sağ taraftaki kanatlı kapıdan geçti.
İçerisi hınca hınç doluydu. Meclisi çevreleyen yollar ve onun arkasındaki yerler de kalabalıkları misafir ediyordu.
Sinop mebusu Şerif Bey alkışlar arasında kürsüye çıktı:
"Milletimizin dahili ve harici istiklal-i tam dahilinde yazgısını bizzat idare etmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek, Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum!”
Daha sonra Mustafa Kemal Paşa’nın önerisiyle, mazbataların incelenmesi için encümen kurulması konusu görüşüldü ve kabul edildi. Gereken işlemler yapıldıktan sonra, ertesi gün 10’da toplanmak üzere oturuma ara verildi. Ertesi gün meclis reisliği seçimi yapıldı ve Mustafa Kemal Paşa, 120 mebusun 110’unun oyunu alarak başkan oldu. Reis, aynı zamanda icra vekilleri heyetinin de reisiydi.
Meclisin beyannamesi
25 Nisan 1920’de, sonradan önemli görev üstlenecek olan Hamdullah Suphi Bey’in kaleme aldığı "Büyük Millet Meclisinin memleketine Beyannamesi" yayınlandı. Bildiride, padişah ve halifeye isyan iddiasının asılsız olduğu vurgulandı. Milletin kararlılığı dile getirildi.
Aynı gün verilen bir yasa önerisi (Hıyanet-i Vataniye Kanunu) "Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetine isyanı.." diye başlıyordu.
Anlaşılan o ki, bu iki metinde kullanılan ifade ile Büyük Millet Meclisi adeta ismini ilan ediyordu.
Hayal gerçek oldu
23 Nisan 1920’de Türk Devleti’nin temeli atılmıştı.
Yaklaşık 4 ay önce, Temsil Heyeti Ankara’ya geldiği gün, Fransız askerleri, şimdi meclis olan o binanın içinde bulunuyorlardı. Camları kırık pencerelerden Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına bakarak, “hayalci bunlar” diye gülüyorlardı.
İşgal kuvvetlerinin hayalci dedikleri, kısa sürede milletin iradesini hakim kıldı; sonra meclisin ordusunu kurup nice zorlu savaşların ardından düşmanı yurttan kovdu. San Remo’da tasarlanan ve Sevr’de dayatılan korkunç anlaşmayı yırtıp, attı.
Ve nihayet hayaller gerçek oldu; cumhuriyet de işte o ilk mecliste kuruldu.