Pirireis denizaltısının teslim töreninde ön plana alınan konu; bu dev platformun Türkiye’ye kazandıracağı imkan ve kabiliyetler oldu. Halbuki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın törende kullandığı bir cümle en az bir denizaltı kadar stratejik anlamlar içeriyor. Mersin’e askeri tersane kurulmasından bahsediyoruz…
Bu mesele her ne kadar 90’lı yıllardan bu yana konuşuluyor olsa da gerekli adımlar bir türlü atılamadı. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye, bu hedefini en üst perdeden bir kez daha dile getirdi. Haliyle Akdeniz’de büyük bir askeri tersane kurulması için ilgili kurumların çok hızlı aksiyon almasını beklemek sürpriz olmaz.
Peki, bu bölgede bir tersane kurulması neden önemli? Böyle bir adım sadece donanmayı mı ilgilendiriyor yoksa Doğu Akdeniz başta olmak üzere bölgedeki denklemi doğrudan etkileme potansiyeli taşıyor mu? Bu soruların yanıtlarına yakından bakalım…
Az önce de bahsettiğimiz gibi Mersin’de bir tersane fikri yeni değil. 90’lı yıllardan bu yana kamuoyunda sıkça tartışıldı. Ve daha da ileri gidilerek 1999’da yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında bu husus resmen kayıt altına alındı.
Çeyrek asır önce MGK’da alınan 449 sayılı kararla, "Türk denizcilik gücünün Akdeniz’de varlığına şiddetle ihtiyaç duyduğu bakım, onarım ve gemi inşa imkanlarının süratle hayata geçirilebilmesi için Taşucu'ndaki limanın bir bölümünün tersane bölgesi haline getirilmesi imkanlarının araştırılması" cümleleri devletin hafızasına işlendi.
Bu adımı Bakanlar Kurulu’nun 30 Temmuz 1999 tarihli 99/13198 sayılı kararı izledi ve böylece Taşucu’nda 87 dönümlük alan 'tersane' kurulmak üzere tahsis edildi.
Sonrasında aslında bilindik bazı gelişmeler yaşandı. Birtakım çevreler söz konusu tersanenin doğaya zarar vereceği iddiasını ortaya attı. Ancak o dönem ilgili kurumların hazırladığı raporlarda bunun gerçek olmadığı resmi olarak kayıt altına alındı.
Almanya merkezli olan ve geçtiğimiz yıllarda da Türkiye’de çok ilginç faaliyetlerde bulunan bir vakıf, MGK kararının ardından Mersin ve çevresinde ciddi mesai harcadı. O dönemki belgeler incelendiğinde söz konusu vakfın, eylemlere katılacak göstericilerin ulaşım ve konaklama ihtiyaçlarını karşıladığı bile görüldü.
Almanya konusuna bir parantez açıp Mersin’de kurulacak tersaneye öyle devam edelim. Süreci yakından takip eden isimlere göre Almanya’nın tersaneye karşı çıkmasının sebebi tabii ki de çevre duyarlılığı değildi.
Akdeniz’de çok ciddi bir gemi ticareti söz konusuydu ve o dönemde burada kurulacak bir tersane çok geniş alana hizmet verecekti. Doğal olarak Türkiye buradan milyonlarca dolarlık bir ekonomik kazanç elde edebilirdi. Ekonomisi gelişen Ankara, Batılı ülkeler için başlı başına endişe sebebiydi.
Ayrıca, 2000’lerin ortasından itibaren daha sık konuşulmaya başlanan Doğu Akdeniz ve enerji denklemi aslında o dönemlerde de Avrupalı devletlerin ajandasındaydı. Böylesine kritik bir noktada Türkiye’nin tersane kurmak istemesi olumlu karşılanacak bir adım değildi. Bu ve benzer nedenlerle batılı ülkeler kendi vakıflar üzerinden sözde toplumsal faaliyetler adı altında Türkiye’deki kimi grupları fonladı ve sürecin tersine işlemesi için elinden geleni yaptı.
Tersane meselesi salt dış politika üzerinden ele alınacak kadar basit değil. Alt başlıkları bir hayli fazla ve hepsi son derece kritik. Türkiye’nin son yıllarda savunma sanayii alanında attığı adımlar malum. Her ne kadar ön planda insansız hava araçları başta olmak üzere uçar platformlar görülse de aslında Ankara deniz platformlarında da çok iyi bir sınav veriyor.
Gerek askeri gerek sivil tersanelerde üretilen araçlar sadece Türk Donanması’na hizmet vermekle kalmıyor, çok sayıda ülkeye de ihraç ediliyor.
İşte bu noktada farklı bir sorun daha karşımıza çıkıyor. Türkiye’nin gerek askeri gerek sivil tersanelerinin çok büyük bir kısmı Tuzla-Yalova arasına sıkışmış durumda. Ve maalesef her iki nokta da deprem riskinin çok yüksek olduğu fay hattının üzerinde. Daha açık bir ifadeyle, Marmara’da yaşanacak olası büyük bir deprem Türkiye’nin tersane alanındaki üretim faaliyetlerinin de uzun bir süre kendine gelememesi anlamı taşıyor.
Emekli Tümamiral Ali Deniz Kutluk, Türkiye’nin Mavi Vatan yolculuğuna çok farklı görevlerle bizzat tanıklık etmiş bir isim. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mersin’de bir askeri tersane kurulması yönündeki cümlesini Kutluk Amiral ile de konuştuk.
Donanmalar ve tersanelerin organik bir ilişki içinde olduğu gerçeğine dikkat çekiyor Kutluk… Mersin’de halihazırda çok kısıtlı da olsa onarım kabiliyetine sahip olduğumuz bilgisini paylaşıyor. Ancak buradaki kapasitenin bir hayli düşük olduğunu da sözlerine ekliyor.
Amiral Kutluk’a göre, Doğu Akdeniz harekat alanına yakın bir onarım tersanesi donanmanın savaş sürdürme kabiliyetlerini çok olumlu etkiler. Öte yandan bu tersanelerin sadece onarımla uğraşmadığını ve yeni gemi inşaatı da yapabileceğini öğreniyoruz. Kutluk bu süreci, “Türk donanmasının yeni gemi ihtiyaçlarının daha hızlı çözüme kavuşturulmasında bu askeri tersaneler de önemli imkanlar sağlayabilir” şeklinde anlatıyor.
Amiral Kutluk’un dikkat çektiği bir diğer husus da Süveyş Kanalı ve Doğu Akdeniz’deki gemi trafiğinin yoğunluğu oluyor. Haliyle sivil gemilerin de talepleri olduğundan bahsediyor ve bu gerçeğin bölgede çok geniş kapsamlı bir sivil tersane ihtiyacı olduğunu gösterdiğine işaret ediyor.
Ağırlıklı olarak sürecin gemicilik tarafında dursak da Emekli Tümamiral Ali Deniz Kutluk, madalyonun ‘strateji’ kısmını da çeviriyor.
Kıbrıs’taki jeostratejik beklentiler ve iki devlet odaklı kalıcı çözümün desteklenmesi ihtiyacına dikkat çeken Kutluk, “Bu durum, Türkiye’nin hem Mersin hem de Kıbrıs’ta deniz gücünün varlığını ve sürdürülebilir harekatını destekleyici tedbirler almasını zorunlu kılıyor. Ankara bu adımları atar. Karşı taraf da gereken sonuçları kendisi çıkarır” diyerek sözlerini tamamlıyor.