Türk dış politikasının son 10 yıllık süreci yazılsa bu dönemin en ilginç konu başlıklarından biri yerli ve milli savunma sanayiinin yükselişi ile Ankara’nın etki alanı arasındaki pozitif bağlantı olabilir. Özellikle S/İHA’ların oyuna dahil olmasıyla proaktif bir yaklaşım fırsatı yakalayan Ankara, milli deniz sistemlerini de yeni dönemde birer ‘politika aracı’ olarak kullanabilir.
Savunma Sanayii Araştırmacısı Fatih Mehmet Küçük, milli deniz platformlarının uluslararası ilişkilerdeki etkisini gözlemleyen bir savunma sanayii araştırmacısı. Küçük, sürecin detaylarına inmeden önce sektörün son dönemlerdeki dönüşümünden bahsediyor…
MİLGEM projesi dönüm noktası oldu
Türkiye’nin özellikle MİLGEM projesiyle başladığı deniz sistemlerinde tasarım kabiliyetinin çok önemli bir noktaya ulaştığını anlatıyor Küçük, “Aslında yıllardır bu alanda üretim kabiliyetimiz vardı. Alman tasarımıyla ya da farklı ülkelerin tasarımlarını kullanarak harp gemilerimizi inşa edebiliyorduk.” hatırlatmasında bulunuyor.
Ancak bu noktada bir detaya dikkati çekiyor ve bir süre sonra Ankara’nın kendi tasarımlarını dizayn edip bunları da farklı sistemlere uygun bir şekilde üretebilmesinin kırılma noktası olduğunu söylüyor.
Yakaladığımız esnek çizgi büyük avantaj
Askeri gemiler için silahlar, sensörler ve elektronik sistemler üretebilen Türkiye’nin ihraç ettiği platformlarda son derece esnek bir çizgi yakalayabildiğinin altına çizen Fatih Mehmet Küçük, Pakistan ve Ukrayna’ya satılan gemilere işaret ediyor:
“Sattığımız askeri gemiler tamamen alıcı ülkelerin ihtiyaçlarına göre yapıldı. Örneğin Ukrayna, kendi motorunu kullanmak istedi. Bu tür değişimler oldukça zorlu meydan okumaları beraberinde getirir. Çünkü motor gibi çok önemli bir unsurun değişmesi çok farklı dinamikleri de etkiler.
Pakistan’a sattığımız gemide ise füze atım sistemleri onların istediği gibi tamamlandı. Biz, kendimiz için ürettiğimiz gemilerde dikey atım sistemi kullanmadık. Ancak Pakistan yönetimi, Avrupa’dan tedarik edeceği füzeler için kendi gemisine dikey atım sistemi entegre edilmesini istedi. Türkiye de onların istediği şekilde çözüm üretti.
Bu esneklik gerçekten de savaş gemileri için zor işler. Bunları özelleştirebilmek çok büyük bir avantaj ve Türkiye her geçen gün bu alanda daha iyi seviyeye çıkıyor.”
“Denizaltında biraz geriden ama sağlam geliyoruz”
Türkiye’nin denizaltı üretim kabiliyetine getiriyor sözü Küçük. Geçtiğimiz günlerde ‘Section 50’ olarak adlandırılan sistemin de yerli olarak üretildiğine dair haberleri hatırlıyoruz haliyle… “Denizaltı meselesinde diğer platformlara göre bir tık geriden gelsek de sağlam bir şekilde ilerliyoruz. Aslına bakarsanız özellikle denizaltı konusu dünyada çok az ülkenin tekelinde ilerleyen oldukça zor bir teknoloji.” diyor Küçük.
Üretimde yıllardır var olan Türkiye’nin son yıllarda tasarım tarafıyla da sürece dahil olmasının neden önemli olduğunu anlıyoruz.
“Türkiye için büyük kazanım noktası meselenin sadece ‘üretmek’ olmadığını anlaması oldu.” diyor Küçük ve şöyle devam ediyor:
“Eskiden kullanımda olan bir ürün belirlenir ve benzeri yapılmaya çalışılırdı. Yerli sistemlerin üretim süreci bu yaklaşımı da değiştirdi. Türkiye tamamen sıfırdan sistemleri geliştirmedi ama kendi ihtiyaçlarına göre yeni konseptler oluşturdu. Suriye'de karada ve havada birçok sistemin yer aldığı konseptte S/İHA'ları öne çıkaran da buydu.
Ülkemiz artık kendi ihtiyaçlarını belirleyip ona göre özgün çözümlerini üretiyor. Ankara, denizde de benzer süreç yürütüyor. Kendimize has yeni tasarımları, dizaynları, ihtiyaçları tanımlayıp buna göre üretimler yapıyoruz. Ve bunu sadece kendimiz için değil yabancı kullanıcılara da sunabilecek şekilde hayata geçiriyoruz.”
Savunma sanayii araçları ‘politika yapıcı’ hale geldi
Bu noktada işin teknik-askeri kısmında ziyade politika tarafına eğiliyoruz. Önümüzde her biri birbirinden önemli örnekler var. Suriye ya da Libya’da yaşananlar akla ilk gelenler. Türk SİHA’larının Azerbaycan’daki başarısı, Ukrayna’ya yapılan ihracat ve NATO ülkelerinin dahi milli SİHA’lara yakın markajı…
Tüm bu bölgelerde Ankara’nın etkisinin arttığı bir sır değil… Bu etkinin artmasında SİHA’ların rolü büyük. Deniz platformları için de benzer bir süreç yaşanabileceğini söylüyor Fatih Mehmet Küçük ve şöyle devam ediyor:
“AUKUS örneği hepimizin hafızasında oldukça yeni… Bildiğiniz üzere Avustralya, denizaltı ihtiyacını ABD ve İngiltere ile beraber gidermeye karar vermiş, daha önce Fransa ile imzaladığı denizaltı sözleşmelerini de iptal etmişti. Bu ortaklık sadece Fransa’nın değil Çin’in de tepkisini çekmişti.
Aslında yaşananlar, savunma sanayii endüstrisi ile küresel politikaların ne denli iç içe ilerlediğini göstermesi bakımından önemli. Çünkü bir savaş gemisinin maliyeti 100 milyon dolardan başlayıp, milyar dolar seviyelerine kadar çıkabiliyor.
İşte Türkiye de böyle bir süreçten geçiyor. Türkiye’nin elindeki deniz platformları aslında bölgesel ve küresel anlamda çok güçlü birer ‘politika aracı’ oluyor. S/İHA’larda bunu başaran Ankara denizlerde de mevcut başarısını daha ileriye taşıyabilirse, savunma sanayiimizin dış politikadaki etkisinin artacağını söylemek sürpriz olmaz. Bu noktada savunma tedariklerinin olumlu politik sonuçlar doğurması için politik planlamalar yapılırken savunma endüstrisinin rasyonalitesinin göz önüne alınması gerekiyor.”