AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, parti genel merkezinde, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında gerçekleştirilen Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) toplantısının ardından açıklamalarda bulundu.
Çelik, bugünün önemli bir gün olduğunu, Diyarbakır annelerinin evlatlarına kavuşmak için başlattığı vicdan nöbetinin 500'üncü gününe girildiğini dile getirerek, 500 gündür annelerin evlatlarına kavuşmak için büyük bir vicdan nöbeti tuttuğunu ve 22 annenin evladına kavuştuğunu ifade etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın toplantıda 500'üncü gün konusunu vurguladığını belirten Çelik, yüreklerinin, kalplerinin ve desteklerinin vicdan nöbeti tutan annelerle olduğunu, onların duygularını ve evlatlarına kavuşmalarını yakından izlediklerini ifade ettiğini aktardı.
Çelik, şöyle devam etti:
"Cumhurbaşkanımız ayrıca pek çok konuda ivedi bir şekilde açıklama yapan insan hakları kuruluşlarının bu konuya duyarsız kalması konusunu da MKYK'mızda bir değerlendirme konusu olarak dile getirdiler. Gerçekten en ufak bir meselede acil koduyla açıklama yapanların, insan hakları konusunda çalışanların bu anneleri hiç ziyaret etmemesi, Diyarbakır, Şırnak ve Hakkari'deki bu annelere bu kadar duyarsız kalması herkesin gözünün önünde gerçekleşiyor. Muhalefetteki bazı partilerin bu konuyu hiç ele almaması, hiç gündemine getirmemesi, 500'üncü gününde bu annelerin vicdan nöbetine duyulan bu duyarsızlık herkesin dikkatini çekiyor."
Tüm annelere selamlarını ileten Çelik, annelerin en kısa zamanda evlatlarına kavuşmaları temennisinde bulundu.
COVID-19 aşısıyla ilgili gelişmeler
COVID-19 aşısıyla ilgili çalışmaların başladığını anımsatan Çelik, vatandaşları salgından koruyacak aşı çalışmalarının şeffaf şekilde, milletin her kesimine ulaşacak şekilde sürdürüleceğini ifade etti.
Çelik, şunları kaydetti:
"Aşı konusunda toplumumuza her konuda olduğu gibi önderlik etmek için ve teşvik etmek için toplantımızdan sonra Sayın Cumhurbaşkanımız aşı olacaklardır. Bunun kamuoyuyla paylaşılmasını istemişlerdir. Sayın Cumhurbaşkanımız bu konudaki tereddütlerin ortadan kalkması ve bu konuda toplumumuzun sağlığının korunması için bu görüşünü MKYK'mızda paylaşmıştır ve bunun bütün vatandaşlarımıza iletilmesini arzu etmişlerdir. Kendileri aşı olarak toplumdaki tereddütleri ortadan kaldırmak, her konuda olduğu gibi örneklik teşkil etmek için toplantımızdan sonra aşı olmak üzere ilgili yere geçeceklerdir. Burada Cumhurbaşkanımızın en büyük hassasiyeti, bu salgından dolayı olumsuzlukla karşı karşıya kalan vatandaşlarımızın bir an evvel bu olumsuzluklardan kurtulması, can kayıplarının ve bütün bu vatandaşımıza zarar veren sürecin sona erdirilmesidir."
Salgın sürecinde bütün dünyanın kilitlenmesine rağmen devletin hiçbir işinin aksamadığını söyleyen Çelik, "Toplumun her kesimine ulaşılmaya çalışıldı ve büyük bir gayretle bu çalışmalar Cumhurbaşkanımızın önderliğinde dirayetle, basiretle yürütülen politikalar sayesinde gerçekleştirildi" diye konuştu.
"Devletin bütün imkanları millete aittir"
Dünyayı salgından kurtaracak aşılama sürecinin çeşitli yerlerde başladığını hatırlatan Çelik, "Türkiye ile ilgili tartışmaları da izliyoruz tabii. Burada şunun bilinmesi gerekir ki devlet milletin devletidir, devletin bütün imkanları millete aittir. Dolayısıyla en önemli mesele 'insanı yaşat ki devlet yaşasın' prensibidir. Vatandaşımızın sağlığını korumanın ne kadar öncelikli olduğunu sağlık çalışanlarımız büyük gayretleriyle gösterdiler" ifadelerini kullandı.
İlgili bakanlıkların teşkilatlarının vatandaşlara ulaşarak bu dönemin hafif atlatılması konusunda gayret sarf ettiklerini söyleyen Çelik, hayatını kaybeden vatandaşlara Allah'tan rahmet diledi.
Çelik, "Bu süreç gayet zorlu bir şekilde ama hepimizin dayanışmasıyla devam etti. Şimdi gelinen noktada şeffaf bir şekilde bu aşılama süreci başladı. Sağlık Bakanımız, Bilim Kurulu üyeleri bunu gerçekleştirdiler ve netice itibarıyla herkese verilen bir kodla herkesin aşısı ancak kendisine yapılacak, başka birine kullanılmayacak şekilde bu süreç devam edecek. Artık Türkiye bu süreci başlatmıştır. Sayın Cumhurbaşkanımız da MKYK toplantısında bu açıklamayı yaparak kendisinin tereddütleri ortadan kaldırmak ve örneklik teşkil etmek için bugün bu aşıyı vurduracağını ifade etti ve bunu toplumla, vatandaşlarımızla canlı yayından paylaşmamız talimatını verdiler." diye konuştu.
Bu yıla geçen yılki umutsuzlukları ve yanlışlıkları bırakarak girme temennileriyle başladıklarını söyleyen Çelik, toplumda oluşan atmosferin en önemli unsurlarından bir tanesinin siyasi iradenin bu atmosferi nasıl oluşturabildiğiyle ilgili olduğunu vurguladı.
Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Maalesef Türkiye'deki siyasi tartışmalar 2021 yılına girerken on yıllar önce bıraktığımız birtakım kirli olayları hatıraya getirerek ve maalesef birtakım vesayet siyasetini canlandırma teşebbüsleriyle donanmış oldu. Bu, son derece üzücüdür. Geçen hafta da, 2021 yılının başlamasıyla birlikte geçen haftaya kadar birdenbire bir eski Genelkurmay Başkanı'nın çıkıp 1960 ihtilalinin sebebinin erken seçime siyasi iradenin gitmemesi olarak adlandırdığı bir tartışmayla başladı. Ondan evvel CHP Genel Başkanı ha bire erken seçim meselesi diyerek bir siyasi gündem oluşturmaya çalışıyordu. Arkasından Türkiye'ye çok acı çektirmiş olan kılık kıyafet yasağı, başörtüsü yasağıyla ilgili olarak, 'Aslında geride bırakılmıştır, herhalde bu tip ilkellikler artık bugünün dünyasında savunulmaz.' dediğimiz bir dönemde maalesef eski bir bakan, CHP'li, çıkıp başörtüsü konusunda 28 Şubat mantığını bu ülkedeki vesayet mantığını yeniden diriltmeye çalışan açıklamalar yaptı."
Ömer Çelik, 1960 ihtilaliyle ilgili analizlere dikkati çekerek, şunları söyledi:
"Derler ki 'işte Demokrat Parti siyasi olarak şu kararları almasaydı, Demokrat Parti Meclis'ten şu yasaları geçirmeseydi ya da şu komisyonları kurmasaydı darbe olmazdı'... Şimdi bir kere siyasi olarak Demokrat Parti bir yanlış yapmışsa, yanlış yaptığını düşünüyorsanız karşısındaki muhalefetin o zaman bu siyasi kararlarla mücadelesini öne çıkarmanız gerekir. Siyasi karara karşı verilecek mücadele de siyasidir ama birtakım siyasi kararların neticesinde darbe olmuştur, sanki darbe bir yapısal sonuçmuş gibi, sanki darbe bir objektif sonuçmuş gibi sunmaya çalışmak aslında en sinsi darbecilik mantığıdır.
Şimdi 'Şu komisyonları Demokrat Parti kurmasaydı, şu yasaları çıkarmasaydı, şu kararları almasaydı darbe olmazdı ya da erken seçime gitseydi darbe olmazdı.' gibisinden bir şey siyaseti subjektif kararlarla yargılamaya çalışan ama darbe mekaniğine objektif bir gerçeklik duygusu vermeye çalışan, objektif bir gerçeklikmiş gibi davranmaya çalışan maalesef sinsi bir siyasi değerlendirme. Bu, çok uzun yıllar boyunca yapıldı, 'Ben darbeye karşıyım ama Demokrat Parti de şunları şunları yapmasaydı darbe olmazdı.' demek aslında en kökten darbeciliğin esasıdır."
Bu konuya ilişkin çok sayıda kitabın yazıldığını anımsatan Çelik, şöyle konuştu:
"Bir başbakanın ve bakanların asılarak şehit edilmesini savunamayacakları için ne yapıyorlar? Siyasi olarak beğenmedikleri hususları dile getirip ondan sonra darbenin bunun doğal ve mantıki sonucu olduğunu, doğal, mantıki ve siyasi sonucu olduğunu söylemeye çalışıyorlar. Bu, gayriahlaki bir tutumdur. Hiçbir darbe mazur gösterilemez, hiçbir darbe meşru değildir. Eğer karşınızdakilerin yaptığı işlerin siyaseten yanlış olduğunu düşünüyorsanız bunun yolu siyasi mücadeledir. Bu konuda 'Bu, bir siyasi analizdir, buna niye tepki gösteriliyor?' denildiğinde Türkiye'de bu mantığın siyasi arkeolojisine iyi bakmak lazım. Bu, darbeyi meşrulaştırmaya çalışan bir siyasi arkeolojiye sahiptir ve maalesef Türkiye'de çok acı işler bu mantığın arkasına saklanarak yapılmıştır."
Başörtüsü tartışmalarını eleştiren Çelik, "(Bu bir simge midir, değil midir, inancı gereği mi takıyor, simge olarak mı takıyor?) Yani elinizde bir cihaz mı var bunu ölçecek? Sonra bunu ölçme vazifesi ya da bunu ölçme yetkisi kim tarafından verildi? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bir kısmını, kendinizi engizisyon mahkemesi yerine koyarak yaptığı işte şöyle bir siyasi amaç taşıyor ya da taşımıyor diye değerlendirme yetkisini size kim verdi? Böylesine vahşi bir mantık olabilir mi?" dedi.
Çelik, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "sözde Cumhurbaşkanı" ifadelerine ilişkin de şu değerlendirmeyi yaptı:
"Bir şeye gayrimeşru olduğu zaman, varlığının temelinde hiçbir meşruiyet olmadığı zaman sözde dersiniz. Sözde terör örgütü, sözde terör örgütünün sözde liderleri dersiniz, buna benzer şeyler kullanırsınız. Gayrimeşru yapılar için kullanırsınız. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı için bu ifadeyi kullanmak yakın tarihte 27 Nisan 2007'de hükümetimize karşı verilmeye çalışılan bazılarının 'postmodern darbe' dediği muhtıra teşebbüsü ile gündeme gelmişti. O zamanki askeri vesayet girişiminde denilmişti ki, 'biz sözde değil, özde Cumhurbaşkanı istiyoruz.' Peki bunun ölçüsü ne? Yukarıdan aşağı bir şeyler sayıyor, 'bu ölçülere uyarsa özde Cumhurbaşkanı olur, bu ölçülere uymazsa sözde Cumhurbaşkanı olur' diyor. Bu yetkiyi size kim verdi? Millete ait yetkiyi herhangi bir kurum, herhangi bir makam kendisine ait kılma şeklinde demokraside yada hukuk devletinde bir pozisyonu nasıl üretebilir? Millet seçmiş, hür seçimlerle seçilmiş, serbest seçimlerle seçilmiş ve hukuken onaylanmış. Bundan sonra kimseye bir söz söylemek düşmez. Siyasi alanını koruması gereken, sivil siyaseti güçlendirmesi gereken pozisyondaki birisi sayın Kılıçdaroğlu, tutuyor sivil siyasete darbe vuran, sivil siyasetin meşruiyetini tartışan, seçilmiş Cumhurbaşkanı'nı gayrimeşru pozisyona getirmeye çalışan çok büyük bir yanlış yapıyor."
Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün Türk milletinin ortak evi, ortak çatısı olduğunu ifade eden Çelik, "Türkiye Cumhuriyeti'nin makamları da böyledir. Siz, Türkiye Cumhuriyeti'nin en yüksek temsil makamı olan devletin ve milletin birliğini savunan, orduların başkomutanı olan Cumhurbaşkanlığı makamına karşı böyle bir şey söylerseniz, bu Cumhuriyet değerlerine karşı söylenmiş olur" dedi.
AK Parti Sözcüsü Çelik, yemin tartışmalarına değinerek, Türkiye'de de ABD'deki yemin tartışmalarının bir benzeri olacak şekilde bir tartışma açıldığını belirtti.
"Burada tarafsızlığa karşı bir durum var" diye bir argüman üretildiğini ifade eden Ömer Çelik, sistemin değiştiğini, Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde partili Cumhurbaşkanlığının söz konusu olduğunu hatırlattı. Çelik, şöyle devam etti:
"Burada önemli olan, Cumhurbaşkanımız görev süresi içerisinde Türk milletinin hiçbir parçasını diğerinden ayırmamaktadır. Aynı şekilde Cumhurbaşkanımız Türkiye'nin hiçbir yerini bir başkasından üstün ya da aşağıda görmemektedir. Hele de Türkiye Cumhuriyeti'nin şan ve şerefini korunması ile ilgili Cumhurbaşkanımız söz konusu olduğunda böyle bir tartışma açmak tamamen yanlış iş yapmak anlamına gelir. Türkiye Cumhuriyeti'nin şan ve şerefini bütün dünyada nasıl koruduğunu cumhurbaşkanımızın en önce Türkiye Cumhuriyeti'nin rakipleri ve karşımızda olanlar teslim etmektedir.
Milli iradenin sonucunu, hukuk devletinin gereklerini, 'özde ve sözde tartışması açarak tanımam' derseniz bu bizzat demokrasiye karşı mücadele etmek olur. Bunu geçmişte yaptınız. Türkiye'de laiklik ilkesini de istismar edecek şekilde, hırpalayacak şekilde laiklik üzerinden çok kriz çıkardınız. Şimdi tutuyorsunuz demokrasi prensibini, Türkiye Cumhuriyeti'ni istismar edecek hırpalayacak şekilde birtakım tartışmalar açmaya çalışıyorsunuz."
Çelik, herkesin sağduyulu olması gerektiğini vurgulayarak, siyasi eleştiri yapabilmek için bir sürü konu seçilebileceğini ifade etti. Ömer Çelik, şunları kaydetti:
"Ama Türkiye Cumhuriyeti'nin makamlarını hedef alan bir açıklama içine girerseniz maalesef bu verebileceğiniz en büyük zararı Cumhuriyete ve demokrasiye vermeniz anlamına gelir. Burada aslında bir bilek güreşi olmaması gerekirdi. Maalesef ama ısrar ettikleri için her kesimden gelen sağduyulu uyarılara rağmen bakın bu olmadı, bu yanlış oldu hatta CHP'ye yakın ama gerçekten demokrat isimler çıkıp bunun böyle söylenmemesi gerekirdi dediği halde maalesef bununla birlikte devam ettiler. Sonra topluma yansıtıyorsunuz bunu, diyorsunuz ki 'AK Parti'ye oy veren öğretmen öğretmen değildir', 'AK Parti'ye oy veren çiftçi çiftçi değildir', 'AK Parti'ye oy veren memur memur değildir' bunun sonu yok. Bu Türkiye'ye verilecek en büyük bir zarar yani siyasi kapasiteniz demokratik bir sistemde siyasi eleştiri yapmaya yetmiyor mu? Hakaret ya da meşruiyet tartışması ya da rejim krizi çıkarmak dışında herhangi bir siyaset konusu yapabileceğiniz bir değerlendirmede bulunamıyor musunuz?"
Ülkenin en büyük kazanımının demokrasi ve milli iradenin korunması olduğunu vurgulayan Çelik, milli iradeye karşı bizatihi siyaset kurumunun içerisinden böyle bir saldırı gelmesinin asla kabul edilemeyeceğini kaydetti.
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, demokrasinin, Cumhuriyetin, milletin ortak değeri olduğunu ifade ederek, siyasi mücadeleyi bir siyasi rekabet alanı içinde tutmak, Cumhuriyetin değerlerine zarar verecek bir siyasi husumete dönüştürmemek gerektiğinin altını çizdi.
Siyasetin karşıt fikirlerin birbiriyle çatışması olduğunu ifade eden Çelik, çatışmanın hangi alanda yapıldığının önemli olduğunu söyledi.
Çelik, çatışmanın "AK Parti'ye oy veren öğretmen, vermeyen öğretmen" şeklinde bir tavra dönüştürülmesinin doğru olmadığını belirtti.
"Namus" kavramının alelade kullanıldığına dikkati çeken Çelik, "Bunun çok titizlikle, çok dikkat ederek kullanılması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nı bu kelimelerle yargılamaya ya da kritik etmeye çalışmak, Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanlarının yaptığı bir iştir. İçimizde hiçbir kimsenin bunu yapmaması gerekir. Bu, son derece yanlış bir şeydir. 'Kendiniz için de kullanmayın.' dedim. Sayın Genel Başkan dedi ki 'Belediyelerden hiçbir işçi atılmayacak, namus ve şeref sözü veriyorum.' O işçiler şimdi atılıyorlar belediyelerden, size de bu sözünüzü hatırlatıyorlar. Namus ve şeref kavramlarının bu şekilde alelade kullanılmaması lazım." değerlendirmesinde bulundu.
AK Parti Sözcüsü Çelik, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Bu kadar yanlıştan sonra çıkmışlar diyorlar ki 'Sen yeminine sadık olsaydın biz bunları demezdik.' Cumhurbaşkanımız yeminine sadıktır. Türkiye Cumhuriyeti'nin şan ve şerefini büyük bir dirayetle korumaktadır, milletin birlik ve beraberliğini korumaktadır. Partili Cumhurbaşkanlığı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçildikten sonra sizin tarafsızlık meselesi ve diğer meseleleri kafanızdaki vesayetçi bir parlamenter sistem modeliyle yargılamanızın bir meşruiyeti yoktur aslında. Bu, yanlış fakat gerçek bir parlamenter demokratik sistemle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi gibi başkanlık sistemleri de meşrudur. Toplumlar bunlar arasında tercihte bulunurlar, birini meşru, diğerini gayrimeşru sayamazsınız. Toplumlar kendi ihtiyaçlarına göre sistem tercihlerini yaparlar. Şunu sormak gerekir, 'Parlamenter sistem varken ne yapıyordunuz siz?' Parlamenter sistem varken Türkiye'yi askeri vesayet ya da yargı vesayeti ile yönetmeye çalışıyordunuz. Her gelen iktidar üzerinden siz iktidar olamadığınız zamanlarda bir denetleme iktidarı kurmaya çalışıyordunuz. Bunların geride bırakılması gerekir."
Siyasi partilerin millete yapacağı en büyük katkının sivil siyaseti ve demokrasiyi güçlendirmek olduğunu vurgulayan Çelik, "Sonuçta on yıllar geçer, hayat geçer, biz gideriz, yerimize yenileri gelir ama millet, devlet, demokrasi, Cumhuriyet kalır. Gelecek nesillere doğru miras bırakmak gerekir. Gelecek nesillere bırakılan mirasın Cumhuriyet'i güçlendiren, demokrasiyi güçlendiren bir miras olması gerekir" değerlendirmesinde bulundu.
"Senato baskını tüm dünyayı şok etti"
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki seçimler ve seçimler sonrasındaki süreci büyük bir hassasiyetle takip ettiklerini dile getiren Çelik, "Amerikan demokrasisinin bu aşamaya gelmiş olması yani senato baskınından bahsediyorum, tüm dünyayı şok etti" dedi.
Amerikan demokrasisinin gelenekleri ve kurumları ile övünen bir demokrasi olduğuna dikkati çeken Çelik, şunları kaydetti:
"İlk defa Amerika'da bir başkanın görevinde iken görevinden alınmasını tartışacak, Temsilciler Meclisinde bunun oylanıp kabul edilmesinin söz konusu olmasına kadar varan son derece şok edici gelişmeler yaşandı. Şimdi Brexit sonrasında Avrupa ve Amerika ilişkilerinin nasıl olacağı, Avrupa Birliği'nin de geleceğini etkileyecek şekilde Amerika Birleşik Devletleri'nin nereye yürüyeceği ve yöneleceği, bütün dünyayı ilgilendiriyor. Batı'da yükselmekte olan İslam düşmanlığından ve göçmen düşmanlığından, yabancı düşmanlığından kaygı duyarken tam da bunu sembolize eden kişilerin ellerinde bunun sembolleri olan birtakım pankartlarla, bayraklarla Amerikan senatosunu bastığını gördük. Dolayısıyla herkese 'Kutuplaşmadan kaçının' çağrısında bulunanların ne kadar derin bir kutuplaşma içine girdiğini gördük ve bunun siyasi bir tartışmanın ortasında sosyolojik bir yanını ortaya çıkardığını gördük. Neticede Amerikan Kongresi, 6 Ocak'ta Amerikan seçim sonuçlarını tescil etme oturumunu ertelemek zorunda kaldı.
Bu, çok büyük bir demokrasi krizidir. Kuşkusuz Senato'nun basılması, şiddet kullanılması gayrimeşrudur, bu asla kabul edilemez. Seçilmiş başkanın göreve gelmesini engellemek gayrimeşrudur. Bunun yolları varsa itirazlar kanuni imkanlar kullanılarak yapılır. Dolayısıyla gelinen noktada şu anda sükunet sağlansa da bir olağanüstü durum var. Umarız 20 Ocak'ta yeni başkanın görevine başlanması tartışmasız bir şekilde ve sükunetle gerçekleşir."
ABD ile "Libya, Suriye, Doğu Akdeniz" konuları görüşülecek
Türkiye'nin ABD'nin yeni yönetimiyle "Libya, Suriye, Doğu Akdeniz" gibi çok önemli konuları görüşeceğini belirten Çelik, "Suriye'deki insani kriz devam ediyor. Libya'da bulunan toplu mezarlar halen Libya halkı üzerinde büyük bir tehdit oluşturuyor. Doğu Akdeniz'deki durum ve benzeri konular yeni yönetimle da konuşacağımız ilk başlıklar olacaktır" açıklamasında bulundu.
Yunanistan'ın mültecilere yönelik ihlallerine ilişkin de açıklama yapan Çelik, "Göç İdaresi Genel Müdürlüğü verilerine göre, son 3 yılda 78 binden fazla sığınmacı zorla Türk kara sularına itilmiştir" dedi.
Yunanistan'ın bu tutumuna son vermesi gerektiğini vurgulayan Çelik, Uluslararası Göç Örgütü, Birleşik Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Avrupa Konseyi İnsan Kakları Komiserliğinin bu konudaki uyarılarını yüksek sesle yaptığını dile getirdi.
Avrupa Birliği'nin de bu ihlallere karşı tavır sergilemesi gerektiğine dikkati çeken Çelik, "İnsanlık dışı bu eylemin bir Avrupa Birliği ülkesinin kara suları içinde gerçekleşmesi utanç vericidir, buna karşı herkese sesini yükseltmesi gerekir" ifadesini kullandı.
"Körfez Barışı" mutabakatından büyük memnuniyet duyduklarını ifade eden Çelik, "Suudi Arabistan'da gerçekleştirilen 41. Körfez İşbirliği Konseyi Zirvesi ile Katar'la başlanan normalleşme bölge için çok iyi sonuçlar doğuracaktır. Tabii ki buradaki gelişmeleri yakından takip edeceğiz ve bu noktaya gelmesine destek veren herkesi tebrik ediyoruz" dedi.
Terör örgütlerinin ideolojilerinin birbirine zıt olsa da aslında aynı mantıkla çalıştıklarını sürekli olarak ifade ettiğini hatırlatan Çelik, "Bunlardan bir tanesi 'PKK, DEAŞ'a karşı mücadele ediyor; PYD, DEAŞ'a karşı mücadele ediyor' diyenlerin aslında ne kadar boş bir zeminde konuştuğunu gösteren bir şey. Bakın Irak'taki Sincar Anlaşması üçüncü ayına girdi. DEAŞ yüzünden oradan kaçan Ezidiler başta olmak üzere, ölümden kaçan mazlum insanlar DEAŞ yüzünden oradan kaçtılar ama şimdi PKK yüzünden oraya dönemiyor" diye konuştu.
Oradaki insanlar açısından DEAŞ'ın yarattığı etkiyle PKK'nın yarattığı terör etkisinin aynı yerde hizalandığını belirten Çelik, "Bu konuda ilkesiz olmanın getirdiği nokta budur. Bazı müttefiklerimizin bunu dikkatle ele alması gerekiyor. Eğer oradaki Irak yönetimi bu Sincar'daki PKK varlığını ortadan kaldıramıyorsa biz tabii ki onlara yardım etmeye hazırız. Sincar'daki PKK varlığının bir an evvel ortadan kaldırılması bölgenin geleceği açısından da oradaki mazlum insanlar açısından da son derece önemlidir" ifadelerini kullandı.
"Para kazanan şirket bir devlet gibi hareket ediyor"
Sosyal medya platformu Twitter'ın ABD Başkanı Donald Trump'ın hesabını önce askıya alması, ardından da kapatması kararına yönelik değerlendirmesi sorulan Çelik, sosyal medya şirketlerinin devlet otoritesi gibi davranmasının dünyanın her tarafında eleştirildiğine işaret etti.
Çelik, "şiddeti destekleyen eylemleri, şiddet yanlısı açıklamaları topyekun reddettiklerini" belirterek, şöyle konuştu:
"Bunlar gayri demokratiktir, hukuki değildir ve suçtur. Fakat bunun yanı sıra sosyal medya şirketlerinin benimsedikleri siyasi tutuma göre karşı tutumdaki kişilerin sosyal medya hesaplarını herhangi bir yargı kararı olmadan ya da hangi ölçüye göre yaptıklarını toplumla paylaşmadan yasaklamaları da demokrasilerdeki ifade hürriyetine aykırıdır. Burada büyük bir boşluk var, o boşluk da şu: Bunlar nihayetinde para kazanan şirketler, para kazanan şirket bir devlet gibi hareket ediyor, para kazanan şirket bir mahkeme gibi hareket ediyor.
Peki sosyal medyada terör, istismar, şiddet çağrısı yapan hesaplara karşı bir tedbir alınması gerektiğini düşünmüyor muyuz? Kuvvetle düşünüyoruz. Terör propagandasının, nefret suçlarının engellenmesi gerektiğini de düşünüyoruz. Ama söylediğimiz şey şu: Bu subjektif ölçülere göre, keyfi kararlara göre olmamalıdır. Objektif kararlar ortaya koyulmalıdır ve bunlar bir uluslararası anlaşma mutabakatı şekilde ortaya çıkmalıdır. Öbür türlü ne oluyor? Tek tek devletler bununla ilgili tedbir almaya çalışıyor. Trump'ın açıklamalarını ve tutumunu eleştiren pek çok ülke de Trump'ın sosyal medya hesaplarının kapatılmasına karşı çıktı. Bu iki ayrı durumdur ama kuşkusuz nefret suçlarına ve teröre karşı ve diğer istismar alanlarına karşı, insanlığa karşı işlenen suçlara karşı güçlü tedbirlerin de alınması gerekiyor. Yani burası, bu unsurlar, bu zeminler çok kuvvetli şebekeler ama aynı zamanda da çok tehlikeli hale gelebiliyor. Bunu Türkiye'de de yaşıyoruz. İnsanların şereflerine, haysiyetlerine örgütlenerek saldırı gerçekleştiriyorlar. Ondan sonra tabii ki o bireyin bu ifadeleri kaldırma hakkı olacaktır. Bununla ilgili hızlı karar veren mahkemeler, hızlı birtakım mekanizmaların tabii ki kurulması gerekiyor."
"Datalarımızın kimle paylaşıldığı meselesi bir milli egemenlik meselesidir"
Sosyal medyaya yönelik çarpıcı bir örnek veren Ömer Çelik, Twitter hesaplarının "onaylanmış hesap" olarak belirlenmesini sağlayan "mavi tik" sembolünün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) liderlerinin hesaplarına verilmediğini ancak PYD terör örgütü elebaşının hesabına verildiğini belirtti. Çelik, şöyle devam etti:
"Siz neye göre KKTC'yi tanımıyormuş gibisinden bir tavra girebiliyorsunuz, hangi ölçüye göre bunu yapıyorsunuz? Siz nihayetinde Birleşmiş Milletler (BM) değilsiniz, Avrupa Birliği (AB) değilsiniz, herhangi bir devlet değilsiniz. Peki bir terör örgütünün lideri olan PYD'deki Mazlum Kobani denilen şahsa mavi tık vererek, terör örgütü propagandası niye yaptırıyorsunuz? Dolayısıyla buraların objektif bir düzenlemeye tabi tutulması artık zorunlu hale gelmiştir. Data egemenliği, datalarımızın kimle paylaşıldığı meselesi bir milli egemenlik meselesidir. Siber alan bir siber vatandır aynı zamanda.
Siber vatanda da hukuki kurallarla egemenliğimizi korumamız gerekiyor. En son biliyorsunuz işte WhatsApp'la ilgili konu gündeme geldi, verilerin paylaşılması. Hiç kimse Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının verilerini onların rızası olmadan başkasıyla paylaşamaz. Tabii ki tek tek herkes onay veriyor, onay vermiyor ayrı mesele. Ama bunun bir siber vatandaki data egemenliği olarak hukuki düzenlemeye tabi kılınması gerektiği açıktır. Bu bir insan hakları meselesidir. Datalarımızın bizden izinsiz başkaları ile paylaşılması bir insan hakları sorunudur, bir egemenlik sorunudur. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde bunlar daha çok tartışılacaktır ve bunlarla ilgili tabii ki Türkiye düzenlemeler yapacaktır. Bunlarla ilgili arkadaşlarımız çalışıyorlar."
Türkiye ile Çin arasında imzalanan "suçluların iadesi" anlaşması
Çelik, Türkiye ile Çin arasında imzalanan suçluların iadesi anlaşmasının hatırlatılması üzerine, "Bu tartışmayı takip ediyorum. Bu anlaşma gündeme getirilerek sanki Türkiye alelade bir şekilde, kuralsız bir şekilde Uygur Türklerine karşı bir tutum alıyormuş gibisinden ahlaka, vicdana ve gerçeklere sığmayan bir propaganda yapılıyor" ifadelerini kullandı.
Söz konusu anlaşmaya ilişkin bilgi veren Çelik, şunları kaydetti:
"Birincisi bu anlaşma pek çok ülke ile yaptığımız olağan, uluslararası hukuka uygun bir suçluların iadesi anlaşmasıdır. Çin tarafı bunu onaylamıştır. Bizim bu şekilde kaç ülke ile anlaşmamız var? 32 ülke ile anlaşmamız var. Türkiye tarafında da bu anlaşmada yüce Meclis karar merciidir. Bu, 32 ülke ile yaptığımız gibi suçluların iadesiyle ilgili bir anlaşmadır. Böyle Uygur Türklerine karşı, Uygur Türkü kardeşlerimize karşı bir anlaşma gibi sunulması son derece yanlıştır. Bu suçluların iadesi ile ilgili bir anlaşmadır. Şunu unutmamak gerekir ki bu tip uluslararası anlaşmalar zaten standart bir şekilde gerçekleştiriliyor."
Çelik, hükümetin Uygur Türklerine yönelik politikalarını eleştirmek için yanlış bilgi verildiğine dikkati çekerek, şöyle devam etti:
"Buradaki tutumuz bellidir. Biz soydaşlarımızın, dindaşlarımızın dillerinin, kimliklerinin, tarihi miraslarının insan haklarına ve uluslararası hukuka uygun bir şekilde dünyanın her yerinde korunması gerektiğini söylüyoruz. Bu konuda da Çin makamları ile konuşuyoruz, yakın temas içerisindeyiz. Yani burada Uygur Türklerine karşı olumsuz bir tutum söz konusu olduğunda buna karşı susmamız, görmezden gelmemiz ya da bununla ilgilenmiyormuşuz gibi bir tutum asla söz konusu değildir. Daha önce de burada açıklama yaptım bununla ilgili. Bu konudaki hassasiyetimizi Çin makamları ile paylaşıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Çin'in egemenliğine ve tek Çin politikasına saygı duymaktadır. Dünyanın her yerindeki ülkelerin terörle mücadelesine tabii ki saygı duyuyoruz ama burada Uygur Türklerine dönük ihlaller, yansıyan görüntüler ve oradan bize ulaşan mesajlar olarak baktığımızda da hem tutumumuzu hem de bu konularla ilgili beraber çalışma arzumuzu Çin makamlarıyla da paylaşıyoruz, paylaşmaya devam ediyoruz. Bu konudaki çalışmalarımızı da devam ettiriyoruz."
Çin'in Türkiye'nin açıklamaları sonrasında bir açıklama yaptığını anımsatan Çelik, "Biz de cevabi bir mektup yazdık, kendi açıklamamızın arkasında durduğumuzu gösteren, bu konuda daha çok diyaloğa açık olduğumuzu ifade eden. O anlaşmanın bu şekilde yorumlanması çok yanlış bir değerlendirme olur" görüşünü paylaştı.
Sözlerinin sonunda COVID-19 aşısıyla ilgili değerlendirme yapan Çelik, aşının yapılması sonrasında maskenin çıkarılmaması ve mesafeye dikkat edilmesi çağrısını yineledi.
Çelik, aşı yapılsa bile maske-mesafe-temizlik tedbirlerine uyulmasının altını çizerek, "Aşılandığı halde hastalığa yakalanmış insanlar var. Aşılanma sürecinin amacı insanlarda antikor oluşuncaya kadar bu hassasiyetin sürdürülmesidir. Dolayısıyla aşılanmış kimselerin de maske, mesafe ve temizlik kuralına hassasiyetle uymaya devam etmesi gerekiyor" dedi.